Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Aman dikkat'in Osmanlıcası

Önce doğrudan bir giriş yapıp Osmanlıca demenin hiç de yanlış olmadığını belirteyim. Komplekse kapılıp onun yerine 'eski Türkçe' demek bal gibi yanlış yapmak anlamına gelir. Doğrudur; Osmanlıcanın belkemiğini Türkçe meydana getirir. Ama iki farkla...
Bir, bizzat Osmanlılar, hiçbir tedirginlik duymadan İmparatorluğun bilimsel, üstyapı dilleri olarak Arapça ve Farsçayı benimsemiştir. Mevlana ve Yavuz Farsça yazmışsa bundandır. Aynı şekilde, Osmanlıca, bu iki dilden (sonra da Fransızcadan) sözcük aktarmak ve dili o şekilde zenginleştirmekle edinilen bir dildir. İmparatorluk yapısının çok dilli, çok kültürlü bünyesi Osmanlıcada içkindir. Bu ne biçim iştir, demenin anlamı yok. İngiliz sarayında üç asır Fransızca konuşuldu. Yetmedi, bugün İngilizcede 'İngilizlere' ait kaç kelime vardır, Fransızca, Latince ve Germanik dillerden geçmiş kelime sayısı kaçtır, bilenler bilir. Dolayısıyla Osmanlıca senteze dayalı bir dildi.
Vakta ki, 19. yüzyıla erişildi, Türkler, çok gecikmiş bir şekilde etnik kökenlerini fark edip ulusçuluk yapmaya başladılar, Genç Kalemler'den sonrasına Osmanlıca 'arındırılmaya', halk diline yaklaştırılmaya ve sonunda da çok ters biçimde terk edilip öztürkçeleştirilmeye başlandı. Kemalizm bunu, milli demokratik burjuva devrimi olduğundan ve Türk etnisitesine dayalı bir ulusçuluğu benimsediğinden en uç noktasına götürdü ve 'arı Türkçe' meselesi ortaya çıktı.
Bu yaklaşımın bir doğru yanı vardı. 19. yüzyıl Türkçesi, yani roman, öykü ve tiyatro doğduktan sonra, gazete fıkra ve makalesi başladıktan sonra böyle bir dönüşüm yaşanacaktı. Çünkü Osmanlıca kendisine has ve muhteşem Divan Edebiyatı'nı yaratmıştı ama bir edebiyat dili değildi. Türkçe edebiyat dili 1850'lerden sonra esasen de 30'lardan, 40'lardan sonra oluşmuştur. Dolayısıyla Osmanlıca, Osmanlıcadır.
Bu dilin birikimiyle birlikte terk edilmesi eleştirildi de. Şimdi kimse şaşırmasın, ulusalcıların yere göğe koyamadığı Atatürkçü Attila İlhan, hayranı olduğum o Aynanın İçindekiler roman dizisinin son kitabı Dersaadet'te Sabah Ezanları'nı gayet yapay, yapmacık bir Osmanlıcayla yazdı.
Şimdi Osmanlıcanın öğretilmesi sözünden, ben, bu birikimin öğretileceği, aktarılacağı manasını çıkarıyorum. Yoksa iş alfabeyle sınırlıysa onu mesela Fehmi Koru üstadımızın vurguladığı gibi, edebiyat ve tarih derslerine yedirerek yapmak mümkün. İş, alfabe değil kültür sorunudur.
Gelelim tartışmanın ikinci bölümüne: Osmanlıca öğretimi ne içindir? Bu sorunun cevabı açık. Osmanlıcayı öğreteceksek eğer, bu, işin kültürel ve demokratik bir yanı bulunduğu içindir. Yoksa Osmanlıcayı kazanılmış bir modern birikimi ortadan kaldırmak, yok etmek maksadıyla öğretmek delilik olur. Yani kültürel kapsayıcılık ve kültürel genişleme için öğretilirse Osmanlıca anlamlıdır. Bunun dışında kalan fanatik bir yaklaşımı ben ortada görmüyorum görmesine ama görmek de istemem. Ne yani, 1850 sonrasının modern birikimini Osmanlıca adına yol mu sayacağız? Her sözcüğü dilden Osmanlıcadır diye atmak ne kadar saçma ise, zamanında Rasim Özdenören'lerin, Nuri Pakdil'lerin, Mavera dergisi çevresinin (öz) Türkçeci yaklaşımını küçümsemek de o derecede delilik ve taassuptur.
Bunu şunun için vurguluyorum: Türkiye başörtüsü sorununu çözebildiği kadar çözdü. Demokrasiden uzaklaşmak, başka bir rejime yürümek amacını gütmedi o çözümü ararken. Başörtüsü sorununun çözümü sonunda Türkiye'de daha büyük bir uzlaşma, ona bağlı olarak da daha büyük bir koalisyon sağladı. Osmanlıcaya da bu mantıkla yaklaşmak gerekir. Zıtlaşma için değil, uzlaşma için, geçmişle de barışmayı kapsayacak bir barış için... Aman dikkat!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA