Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Işığın içinde, güzel, sonsuz ve mavi...

Yeni yıl başlayacak bugün diyeceğim ama tam değil. Bugünle yarının arasındaki o havada kalmış zamanda bir yıla daha girecek yeryüzü. Gündelik meselelerin, siyasetin hiç anlam taşımadığı bir an o. Ve çok ilgimi çekiyor.
Herkes o anda adeta büyüleniyor. Zihni duruyor, donuyor adeta insanların. O anda nerdeyse 'paganik' bir tutkuyla her şeyi unutup iyi, sağlıklı, mutlulukla dolu bir yıl diliyor herkes. Sanki bir büyüsü var o anın. Her şey o birkaç saniye, dakika içinde olacak ve bitecek. İnsanlar bilinmez bir gücün karşısında uğur gibi kavramların gerçeğine dokunuyor.
Gariptir bu insan oğlu. Akılları pazara çıkarıyorlar, herkes kendi aklını gidip alıyor. Kimse kendisine toz kondurmuyor. Herkes, hele şimdi, kendini çok beğeniyor. Ama insanları bir odaya doldurup seslerini kaydediyorlar bantlara. Sonra dinletiyorlar aynı kişilere. Herkes en az kendi sesini beğeniyor. Kimse sesini sevmiyor. İnsanlar, bana göre, bedenini de sevmiyor. Bu, en güzel saydıklarımız için de geçerli. Herkesin gözü başkasının bedeninde.
Gene de yeni yılın bize, kendimize uğurlar, kademler, kutlar getirmesini istiyoruz.
Şaşırtıcı, hatta irkiltici değil mi?

***

Yeryüzünde verilmiş, önceden belirlenmiş bir ideal hayat yok. Önemli olan insanın yaşadığı hayatı ideal bir düzene sokması. Onun yolu nedir, bilmiyoruz. Elbette olağan, geçerli koşullarda bazı hayatlar diğerlerinden daha yukarıdadır. Ama herkes hayatını kendisi yaşar ve herkes başka bir hayata özenir. Mutlu olan insan kendisininkinden başka birisinin hayatını istemeyendir. Daha ileri bir tanımı yok, bence, mutluluğun.
Buna nasıl kavuşacağını kişinin söyleyemem. Belki doygunluk! Hayat önceden belirlenmiş bir bütün değil. Mutlak doğrusu ve yanlışı yok hayatın. Her doğrunun içinde yanlışlar ve her yanlışın içinde doğrular var. Hayat yaşanması gerekenlerin veya yaşanacakken yaşanamamışların toplamı da değil. Tersine, hayat yaşanmışların bütünü.
Gene çok şaşırtıcı, bir araştırma, insanların yalnız, kendi başlarına, kendileriyle kaldıklarında mutluluklarını değil mutsuzluklarını anımsadıklarını, kendilerini ve geçmişlerini şiddetle eleştirdiklerini saptıyor. Çare neymiş bilir misiniz? Kendinizi, bir üçüncü şahıs, o, diye düşünmek. 'O şöyle yapmıştı şu olayda, böyle davranmıştı bu olayda' dediğiniz zaman, kısa süre kendinizi eleştirmeye son veriyorsunuz. Anlaşılan, insan kendisini sevmiyor. Demek ki, insan mutsuz.
***

Var oluşun bilincine varmak güç iş. Sartre bunu 'bulantı' diye nitelendiriyordu. Beckett için bu sessizlik, dilsizlik, suskunluk, iletişimsizlik haliydi. Evet ama bütün bu söylediklerim, baştan beri dile getirdiklerim bizim toprağın kültürü için geçerli midir? Bence değil!
Biz, Akdeniz'in insanlarıyız. Işığın, maviliğin, sonsuz açıklıkların çocuklarıyız. Öyle olmasaydı, büyük ovaların peşinde Selçuklu-
Osmanlı gittiği yere kadar gider miydi? Yahya Kemal, camilerimizi dolduran kuvvetli ve bol ışığın, aydınlığın Akdeniz'den ödünç alındığını söylüyor. Buna yürekten inanıyorum. Nâzım Hikmet'in 'mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler' dediği o büyük duvar denizlerini, evet, gene Akdeniz'den aldık. Işığın, renklerin, ballı meyvelerin, sarı otların, sınırsız, ölçüsüz, sonsuz kokuların içinde var oluşun yeni anlamlar kazanacağı, insanın kendisinden arınacağı kesindir. O zaman mutluluk da kapının eşiğinde, ışığın içindedir.
İşte o eşik, o ışık yeni yıl olsun.
Herkese Akdeniz kadar sonsuz, güzel ve mavi bir yıl dileyerek...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA