Türkiye'deki siyasal hayat belli bir kutuplaşmanın içinde deniyor. Bu görüş en tepedeki iktidar yetkilileri tarafından açıklanıyor. Bülent Arınç'ın görüşleri bu değerlendirmelerin en ileri noktasında yer alıyor.
Arınç'ın değerlendirmelerini ben 'kutuplaşma var' veya 'kutuplaşmayı iktidar yaratıyor' mantığıyla yapılmış bir açıklama olarak görmekten yana değilim. Öyle sanıyorum ki, Arınç kutuplaşmayı bir veri olarak alıyor.
Açıklamalarının asıl önemli yanı, iktidarın bu durumu izale etmek için yapması gerekenleri içermesi. Şöyle düşünüyorum.
***
Türkiye'deki kutuplaşmanın
iktidar ve muhalefet bakımından sosyolojik- sınıfsal yapısına bakalım. İktidarı,
taşra (en geniş manada), metropollerde de merkez değil
varoşlar, çevre destekliyor. Buralarda daha
düşük gelirli kesimler yaşıyor. Bunlar sosyolojik olarak
çok hareketli, Türkiye'de haddinden fazla
yukarı doğru hareketli gruplardır. Kentteki
göçerlerdir ve
toplumsal hiyerarşinin üst kısmına yerleşmek gayretindedirler. Bu çevrenin
durgun, durağan olması olanaksızdır. Tersine her toplumsal sınıfla
ittifak etmeye hazırdır.
Ama kentli
merkez, çekirdek, daha yüksek gelirli ve iyi eğitimlidir.
Kültürlenme (acculturation) olanakları daha fazladır. Fakat
sınıfsal durağanlık (lethargy) içindedir. Herhangi bir
alt sınıfla ittifakı uzaktan yakından
düşünmez. Kendi kendisiyle yetinir.
Kırsal alan kendi içine
topluluk (community) mantığıyla kapalıdır, görenekçidir ama dışarıdan korkmaz.
Kentsel çekirdek ise kendi içinde daha
bireycidir, topluluk davranışından uzaktır ama
dışarıdan korkar.
***
Kutuplaşmadır bu. Türkiye'de 12-13 senedir bu durum devam ediyor. Başta böyleydi. Bugün daha fazla böyle. Ve kutuplaşmanın
toplumsal dinamiği buysa bir de siyasal dinamiği var. Onu açıklamaya çalışayım.
Kendimce.
İktidar,
2007 sonrasında,
2011 sonrasında yerini hep sağlamlaştırdı. Bunu farklı kesimlerle
toplumsal ittifakları denemeyerek yaptı. Daha önce kurduğu ittifakları da çözdü. Kendi tabanının kendisine yeteceğini kabul etti. Bu diğer çevreleri yok saymak manasına gelmiyor, onlarla ittifak ederek gündemindeki modeli
uygulayamayacağı endişesine dayanıyordu.
Bu doğru muydu, değil miydi ayrı bir tartışma. Ama
Gezi Olaylarının çok önemli bir kırılmaya ve iki taraf için olsa bile daha ziyade iktidarda kristalize olan bir
güvensizliğe yol açtığı kesin.
Öte yandan tarihsel bir siyasal söylem değişimi var. Eskiden
muhafazakâr olanlar bu özelliklerini ya
saklardı ya da onu
şehirli ve hâkim siyasal söylemin terimleriyle ifade ederdi. Oysa bugün yukarıda söylediğim
çekirdek tabanın iktidar etrafında kenetlenmesiyle siyasal söylem
kendi terimlerini ve siyasal davranışını ortaya koyuyor. Bunu
tavizsiz bir biçimde yapıyor. Kentli merkezin
içine kapanmasının en önemli koşulu da bu. '
Başka birilerinin' iktidar olduğunu varsayıyorlar, büsbütün küsüyorlar.
Bu çerçeveye kutuplu siyasetin yukarıda bahsettiğim
dinamik tabanı Ak Parti etrafında
konsolide edeceğine yönelik
siyasal taktik düşüncesini eklersek sanırım tablo tamamlanır. İşin özü,
sınıfsal dinamikler açısından 'yukarıda'
yani merkezde, siyasal politikalar açısından aşağıda yani
çevrede ve onunla bütünleşmiş
iktidar pratiğinde kutuplaştırıcı dinamikler var.
Arınç bunu çözelim diyor kanısındayım. O sözü
kutuplaşmayı tescil eden değil,
aşmayı öngören bir söz olarak algılamak gerekir.
Yeni bir politikanın sinyalini veriyor olmasın Arınç?