Bir esnaf ekmek bıçağını çekip karşısında duran gazeteciyi kalbinden vurup öldürüyor. Bu durum çok ciddi, çok önemli bir gerçeği işaret ediyor: akıl almaz derecede şiddete batmış bir toplumuz. Kimse bir abartı olarak kabul etmesin.
Türkiye'nin bugün en büyük sorunu budur: toplumsal şiddet veya toplumu sarıp sarmalayan şiddet. Niye böyle düşündüğümü açıklayayım.
***
Türkiye çok hareketli bir toplum. Herkes
yer değiştirmek, sınıf değiştirmek,
kimlik değiştirmek istiyor.
Geçiş yok bizim toplumda.
Sıçrama var. Büyük kitleleri ciddi toplumsal dönüşümlere hazırlayacak
sanayileşme gibi sistematik yapı değişikliklerini yaşamadık. Herkes ansızın
kentli oldu.
Sınıf farkları da olmayınca tüm insanların gerçekleriyle hayalleri birbirinden koptu.
Bu hayalle gerçek arasındaki fark, ekonomik koşullar, toplumsal değişimin gerektirdiği hareketlilik insanı delirme raddesine taşıyor. Şiddet onun doğal bir sonucu.
Bunun bir
erkeklik sorunu olduğunu yazdım.
Bıçak çekmek öncelikle
erkeklik bizde. Erkeklik '
zor zanaat' bu ülkede. Hayata üstüne yüklenen ama gücünü fersah fersah aşan
sorumluluklarla ve '
sorunluluklarla' başlıyorsun. Herkes senden '
erkeklik' bekliyor. Ama o hayatın içinde evde
babandan dayak yiyorsun. Gece gündüz
azar işitiyorsun. Baban anneni
dövüyor, azarlıyor. Annen ayrıca seni dövüp azarlıyor.
Okulda öğretmenden şiddet görüyorsun. Dayak yiyorsun. Çevrende dostluk yok. Kabul yok. Hayata
yalan söyleyerek başlıyorsun. Kendine ait her şeyini saklamak zorundasın. Evinde, ailende destek bulmuyorsun çünkü. Orada '
sever de döver de' mantığı hâkim.
Okuyamayıp işe girmişsen
etin ve kemiğin pazarlık ediliyor.
Ustandan yediğin dayağın haddi hesabı yok. Askere gidip
komutandan dayak yiyorsun. İlk
cinsel deneyimini sevgi ve şefkatle değil, korku ve şiddetle yaşıyorsun. Evleniyorsun, hayatın bin bir güçlüğü omuzunda. Buna
yoksulluk, göç, yeni hayat arayışları ekleniyor. Ailenden kurtulamıyorsun. Bütün nesiller, kendilerinden önceki ve sonraki kuşaklar arasında 'sandviç nesil' olarak yaşıyor. Nihayet sen şiddet gösteriyorsun.
Bu aile düzeni, bu toplumsal yapı, bu olmayan bireylik nasıl şiddetle bütünleşmiş
erkekler, nasıl şiddete dayalı bir toplum yaratmasın, hele ki, o toplum bir erkek toplumuysa?..
***
Türkiye şimdi bu dokuyu başka bir anlayışla,
geleneksel birtakım kavramları devreye sokarak aşmaya çalışıyor.
Mahalle dayanışması (baskısı da deniyor) şimdi temel birim. Aile içi şiddeti çözmek için mahalleden faydalanmayı düşünüyor insanlar.
Esnafın asker, polis, bekçi olduğu vurgulanıyor.
Bana göre Türkiye'de şu yukarıda anlattığım şartlardan ötürü daha başlangıçta yetersiz ve geliştirilmeye çok muhtaç
ailenin bir birim olarak büyütülmesi ve
mahalle ölçeğine taşınmasıdır tüm bu 'hareket.'
Kaldı ki, bu aslında çok yeni bir şey değil. İki nedenden ötürü. Hem geleneksel olarak
aile-mahalle ilişkisi hayatımıza daima hâkim oldu hem de
son 20 yılda bu
mahalle olgusunu başlı başına çok başarılı bir
siyasal proje olarak kullandık. Türkiye'de son
30 yılda 27 milyon insan göç etti. Bu insanlar hiçbir açık, görünen, çıplak
toplumsal sorun yaratmadı. Nedeni, mahallelere yerleştirilmesi,
cemaat dayanışması içinde hareket etmesi, hayatla bu ölçekte ilişki kurmasıdır büyük kitlelerin.
***
Ama bu
geleneksel model yetmiyor. Yetmez. Daha başlangıçta iyileştirilmeye muhtaç.
Aile ve cemaat bizatihi
şiddettir bu haliyle. Ve şiddet bizi kemiriyor. Sağlıksız, yetersiz, sorunlu insanlar toplumuna dönüşüyoruz. Konuşmayan, iletişim kurmayan, sadece kırıp döken insanlar toplumu.
Aile, erkeklik, mahalle oluşturuyor bu zinciri!
Layık mıyız?