TÜRKİYE'de ekonomi bürokrasisi, "mantık-duygu" çelişkisinde çalışır. İlk aşamada, son derece mantıklıdır. Yani rasyonel çözümler üretir. Ancak koşullar elvermezse duygusal takılır. Bu kez irrasyonel kararlara mantıklı çözümler üretmeye çabalar. Gelinen noktada, bu bürokratik tarzın tüm inceliklerine tanık oluyoruz.
Bir yanda küresel krizin reel sektör üzerindeki etkilerini azaltma girişimi, diğer yanda cin fikirlerle bütçeyi düzeltme önlemleri...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Eylül sonundaki IMF-Dünyası Bankası Yıllık Toplantıları'na kadar yeni bir Stand-By Düzenlemesi'nde mutabakata ulaşma arzusu, ekonomi yönetimini yeniden hayatın gerçeklerine döndürdü. Zira Başbakan, IMF'ye, "Mali disiplin ve yapısal değişiklikler noktasında bir neticeye varalım" çağrısı yaptı.
Bu mesajla, 2009 yılının dengelerini kurma ve 2010'u kurtarma faaliyeti başladı.
Ama nasıl? Tabii ki vatandaşın ve piyasaların kafasını karıştıran farklı sinyallerle. Bir hafta arayla, değişik saiklerle, değişik kurumların önce akaryakıt fiyatlarına taban yaptırması bir başkasının vergi yoluyla tavana çıkarması bunun en tipik göstergesi idi.
"Faizler çok düştü. Önceki dönemde yüksek faizle satılan hazine kağıtlarından bankalar çok kar yazıyor" diye düşünüp faiz vergisi getirebilirsiniz.
Emlak ve otomobil sahiplerini nispeten zengin kabul ederek, "Ek Emlak Vergisi ve Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi" alırsınız. Belediyelerin tahsil ettiği ilave Emlak Vergisi kadar genel bütçeden yerel yönetimlere aktardığınız payı düşersiniz.
"Yurtdışına çıkanları" mali durumları iyi kabul edip, çıkış harcını artırırsınız.
Köprü ve otoyol geçiş ücretlerine yüklenirsiniz.
Gelir Vergisi'nde, vergiye tabi kazanç limitlerini fazla açmayıp ücret gelirleri üzerindeki yükü ağırlaştırırsınız.
İlaç sayısına, doktora gitme sıklığına sınırlama getirir, özel ve üniversite hastanelerine başvuranlardan ekstra katkı payı alırsınız.
Cep telefonu başta olmak üzere iletişim vergilerini artırırsınız.
Şans oyunlarından alınan vergiyle oynarsınız.