Her kriz yeni bir fırsat yaratır! Eğer 1960'taki bankacılık krizi yaşanmamış olsaydı, esnaf bankası Halkbank doğmayacaktı. O yıl kriz yüzünden Türkiye'nin her bir köşesindeki esnaf sandıkları, kooperatifler birleştirildi. Özel bir yasa hazırlandı. Küçük ve orta ölçekli işletmelere ucuz finansman sağlayacak, esnafı kollayacak yeni banka da kuruldu.
Pek çok politikacı yıllarca oy uğruna bu bankaya el atmayı maharet saydı. Halkbank 2001'deki krize kadar hep zarar yazdı. Dönemin bakanı Kemal Derviş işe el attı. Batık Pamukbank'ı Halkbank'a ekledi. Bol sermaye şırınga etti. Böylece Halkbank'ın hem görev zararı bitti. Hem de ticari bankacılık kültürü monte edildi.
Banka gelişti, büyüdü. 2007'de halka açıldı. Halen hissesinin yüzde 51'i Hazine Müsteşarlığı'na ait. Yüzde 48.8'i de halka açık. Bu hisselerin büyük bölümü de Körfez fonlarında.
***
Geçen yıl
The Bankers Dergisi ile
Brand Finance bankacılık sektöründe büyüme oranlarını baz alarak bir araştırma yaptı. Halkbank, çalışmadan 2008'den bu yana
Avrupa'nın en hızlı büyüyen bankası olarak çıktı. Gelişmekte olan marketler arasında
özkaynak kârlılığı bu kadar yüksek başka banka yok. Halkbank, yabancı araştırma şirketlerinin 2014'te yatırımcılara tavsiye etmekte hemfikir olduğu tek banka.
Hal böyleyken "
Yolsuzluk, rüşvet, para aklanması ve altın ticareti soruşturması" yetti. Banka hisseleri Borsa İstanbul'da beş günde yüzde 20 değer kaybetti. Böyle dönemlerde günlük fiyata bakılıp analiz yapılırsa, günlük heyecan fiyata yansır. Sakin olmak gerekir. Paranın izini takip eden gerçeği bulur.
***
Dün Halkbank "
Tüzel kişilikle ilgili bir soruşturma yok" dedi. Bankanın genel müdürü
Süleyman Aslan tutuklandı. Demek ki iki dosyayı birbirinden ayırmak zorundayız. Katma değer yaratan her şirket ulusal değerimizdir. Sermayesi yabancı bile olsa ulusal aktifimizdir. Elbette yolsuzluğun, rüşvetin sonuna kadar gidilmeli. Ama sapla saman karıştırılmamalı.
Prof. Dr.
Dany Rodrik "Akıllı Küreselleşme" kitabında ulusal demokrasiyle küresel piyasalar arasındaki gerilimin nasıl idare edileceğini yazıyor.
Hiper küreselleşme, ulusal egemenlik ve
demokratik siyaset bir arada olamıyor. Türkiye gibi ülkeler ya sosyal ve ekonomik darbeleri göz önünde bulundurmayacak; uluslararası işlem maliyetlerini en aza indirgemek adına demokrasiyi kısıtlayacak... Ya da ulusal egemenlik pahasına demokrasiyi küreselleştirecek. Sorunun özü bu.