Türkiye'nin en iyi haber sitesi
OKUR TEMSİLCİSİ İBRAHİM ALTAY

Süleyman Şah Türbesi

Kendisi de bir sürgün olan Refik Halit Karay 18 Mart 1929 tarihli bir yazısında şunları anlatmış:
"Örtüsüz bir sanduka, kırık cam, yıkık kapı, kuş gübresi ve badanasız duvarlar içinde bu feci ihmal manzarasına bakarken dedim ki: 'İnsan dünya üzerinde mezarını belli etmekten çekinmelidir; keşke Süleyman Şah'ın naaşı, katili Fırat'ın elinde kalsa idi... O bunu hiç olmazsa, yedi yüz yıl sonra en çirkin şekilde teşhir insafsızlığında bulunmazdı."
Cumhuriyet kurulalı beş yıl olmuş. Süleyman Şah türbesi unutulmuş. Hayır, aslında unutulmamış; kaderine terkedilmiş. 1925'te çıkan Tekke ve Zaviyeler Kanunu'na istinaden 1926 yılında Maarif Vekaleti'ne bağlanmış. "Burası sıradan bir türbe değildir", "Sınırlarımız dışındaki tek vatan toprağı" itirazlarına devrin idarecileri pek de kulak asmamış. Türbedarın maaşı bile kesilmiş.
Şimdilerde aynı geleneği tevarüs ettiklerini iddia edenlerin kopardığı 'ihanet' yaygarasını dinlerken acı acı gülümsemeyelim de ne yapalım. Ah politika! Sen nelere kadirsin.

İlk rehin kalışı değil

Bir ara Konya mebusu Saffet Gürol düşüyor peşine türbenin... 1951 yılında. Başbakanlık, İçişleri'nden, Milli Savunma'dan ve Maliye'den konuyla ilgili raporlar istiyor. Milli Savunma Bakanlığı "Karakol İçişleri Bakanlığı'na, Türbe Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı" diyor. Bizi ilgilendirmez demeye getiriyor.
Dışişleri Bakanlığı'mızın sicili malum... Haşmet Babaoğlu'nun söylediği gibi: 'pantolonun ütüsünü bozmadan diz çökme ustası' diplomasimiz. 'Kağıt üzerinde mükemmel' bir yanıt veriyorlar: "Bizim bu konuda yapacağımız bir şey yoktur."
Daha da acaibi... 1963 yılında Suriye karışınca birliğimiz rehin kalıyor. Konuyla ilgili olarak Milliyet gazetesinde kısa bir haber yayımlanıyor. O kadar!
21 Aralık 1973'te türbe taşınıyor. Suriye devletinin yapacağı baraj nedeniyle, sular altında kalmasın diye. 21 Aralık tarihini bilerek yazdım. Çünkü taşıma işlemine Diyanet İşleri Reis Yardımcısı olarak nezaret eden Tayyar Altıkulaç aynı gün içerisinde alıp taşıdıklarını ifade ediyor. Resmi belgelere göre ise bu işlem üç gün sonra, yani 24 Aralık'ta gerçekleşmiş.
Buradaki üç günlük farkı diyelim ki hoş gördük. Konuyla ilgili gazete haberlerinin olaydan bir ay sonra yayımlanmasına ne diyeceğiz? İlk haber Tercüman'da. Behçet Akdoğan imzasıyla, 18 Ocak 1974'te çıkmış. 5 Şubat'ta onu Haber gazetesinin ve Milliyet'in küçücük bir kutuya sıkıştırılmış üç beş satırlık haberleri takip etmiş.
Demek ki o gün için bu hadise 'mühim' bir haber değilmiş. Sizce de bir gazetecilik ve özgür basın nutkunu hak etmiyor mu bu durum?

Büyük nakilciler

Şimdilerde ise anında haberimiz oluyor her şeyden. Süleyman Şah Türbesi'ni nakletmek için yapılan operasyonu adeta canlı olarak izliyoruz; bu iyi. Fakat cahilliğin yerini çarpıtma alıyor anında; bu kötü.
Osmanlıca bilmeyen, Arapça bilmeyen, hayatında toplasanız beş tane orijinal belge okumamış, "Caber Kalesi ya da Karakozak nerededir?" diye sorsanız haritada gösteremeyecek 'büyük nakilciler' fırlıyorlar sahneye. Gazete köşelerini ve televizyon programlarını işgal ediveriyorlar.
Erhan Afyoncu bunlardan biri değil bana göre. Ama olayın üzerinden henüz iki ay bile geçmemişken Süleyman Şah kitabıyla ortaya çıkınca bunun altın makas tekniğiyle dikilmiş bir yeni kıyafet, muhayyel bir gelecek tasavvuruna denk gelen bir geçmiş inşası olmasından endişe etmedim desem doğru olmaz.
Bu endişe ile gittim Üsküdar Belediyesi Sosyal Tesisleri'ndeki toplantıya. Masaya oturunca yaptığım ilk iş önsözü okumak oldu ve rahatladım. Kitabı okuyunca mutmain oldum.
Türbe hakkında çalışmaya geçen yıl başlamış Hoca. Belgelerin toplanmasında asistanları ve arşiv görevlileri de yardımcı olmuş ona. Türbenin taşınması, çalışmaların hız kazanmasına neden olmuş sadece.
İtiraf etmek gerekir ki türbeyle alakalı malumat pek az ve muhtelif. Bu azlığa ve yetersizliğe rağmen kitabın yayımlanmasına karar verilmesi, gündemdeki gelişmeler nedeniyle olmuş.

İki önemli tespit

Kitapta öne sürülen ve tartışmayı derinleştirecek görüşlere geçelim:
"Caber kalesinde yatan kişinin kim olduğunu kesin olarak söyleyebilmek mümkün değil. Ancak Süleyman Şah'ın Osmanlıların atalarından biri olduğu ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır."
Ulaştığı sonuçlara göre ilk dönem vakanüvislerinde böyle anlatımlar olsa da Osman Gazi'nin dedesi, Ertuğrul Gazi'nin babası değil Süleyman Şah. Osman Gazi'nin büyük dedelerinden biri olma ihtimali var.
Burada araya girip şunu söylemek isterim. Kimi zaman algısal ya da manevi gerçeklik, fiziksel gerçekliğin önüne geçebilir. İnsanlar o türbenin Ertuğrul Gazi'nin babasına ait olduğuna 'inanıyorlarsa' bütün tarihçilerin birleşerek bunun tam aksini söylemesi bu duygularını değiştiremeyebilir. En azından bugün için.
Bir başka bulguya istinaden türbenin 1939 yılında taşınmış olduğu iddiasını reddediyor Afyoncu. Daha önce iki kez değil, bir kez taşınmış olduğunu iddia ediyor. Bu iddiayı da nakli gerçekleştiren Prof. Dr. Tayyar Altıkulaç'a dayandırıyor:
"... Bunun üzerine ben mahzen kapağını açtırarak bir erle aşağıya indim. Süleyman Şah'ın kabrinden başka iki mezar daha bulunuyordu. Ölülerin hepsi ahşap tabutlar içinde idi. Rutubet yüzünden tabutların bir hayli çürüdüğü görülüyordu. Cesetlerin kemikleri ilk defnedildikleri gibi muntazam vaziyette bulunuyordu. Onları, her biri için önceden hazırlanan torbalara koyduk..."
Muntazam vaziyette bulunuyordu, yani daha önce taşınmış olamaz. Altıkulaç, Zorlukları Aşarken kitabının ilk cildinde anlatmış bunları. Kütüphanemde olduğu halde daha önce okumadığım için hayıflanıyorum.
O da toplantıdaydı. Yeni bilgiler paylaştı. Süleyman Şah'ın yanında defnedilen kişilerin 'iki muhafız' olamayacağını, çünkü kemiklerden birinin küçük bir çocuğa ait olduğunu söyledi. Naaşların fotoğraflarda türbe olarak işaretlenen binada değil, diğer küçük binanın altında olduğunu belirtti.
Kitabın sonunda belgeler ve fotoğraflar paylaşılmış. Fotoğraflardan ikisi bu taşıma işlemini gösteriyor. 1973 yılında çekilmiş ve renkli. Altıkulaç bu fotoğrafların kendisine nereden geldiğini hatırlamadığını söylüyor. Hepimiz merak ediyoruz. O zaman için ileri sayılabilecek bir teknoloji ile çekilen ve tab edilen bu fotoğraflar kimden ya da nereden geldi? Geldiği yerde yakın tarihe bakışımızı değiştirmesi muhtemel başka hangi fotoğraflar vardır kim bilir?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA