Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MAHMUT ÖVÜR

Hileyle özgürlükçü olunmaz

Bir süredir Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç siyasetin gündeminde.
Bazı kararları ve siyasete yönelik eleştirileriyle deyim yerindeyse bir siyasi aktör gibi hayatımızın içine girdi. Belki de bu nedenle, adı cumhurbaşkanlığı adayları arasında sıkça anılır oldu.
Tam da bu nedenle Kılıç'ın tüm bu yazılıp çizilenlere ne diyeceği merak ediliyordu. Kılıç o fırsatı Anayasa Mahkemesi'nin 52'nci kuruluş yılı törenlerinde buldu.
Böylece adımlarını, hukukçu kaygısıyla mı yoksa siyasi gerekçelerle mi attığı anlaşılacaktı.
Ve anlaşıldı da... Kılıç hiç şaşırtmadı ve eleştirenleri haklı çıkarttı. Kürsüden, ağırlıklı olarak siyasi iktidara ağır eleştiriler yöneltti. Hatta bodoslama siyasete girerek "gömlek değiştirenler" yaklaşımıyla terbiye sınırlarını bile zorladı.
Doğrusu çok tanıdık bir tavır bu. Çünkü vesayetçi sistem, kimi zaman yargı içinden, kimi zaman asker içinden, kimi zaman da bürokrasi içinden böyle siyasete "ayar" vermek isteyen isimler üretiyor.
Avukat Mehmet Uçum bunun nedenini şöyle anlatıyor: "Bu devletin kuruluş felsefesiyle alakalıdır. Devlet içinde hesap sorulmayan kurumlar her zaman siyasete ayar vermeye çalışmıştır. Kılıç da bu konuşmasıyla hükümete ayar vermek istedi. Vesayetçi felsefeyi hatırlatan bir konuşma yaptı. Türkiye'de temel problem kurumsal vesayetin meşru siyaset üzerindeki egemenliğidir."
Peki, aynı konuşmada sık sık evrensel standartlarda bir hukuktan, hak ve özgürlüklerden söz etmesine ne demeli?
Biraz geriye dönüp bakınca, "özgürlük" üzerinden siyasete ayar vermek isteyen çok sayıda hukukçuya tanık oluruz.
Avukat Uçum, Haşim Kılıç'ın konuşmasındaki hak ve özgürlük vurgusunu 61 Anayasası'nın getirdiği özgürlüklere benzetiyor ve şöyle diyor:
"Hak ve özgürlükleri engelleyen veya sınırlayan kurumsal pratikleri eleştirmeden hak ve özgürlükleri öne çıkarmanın hiçbir değeri yoktur. Açın bakın, 61 Anayasası hak ve özgürlükler konusunda en özgürlükçü anayasa gibi gözükür ama hiçbir zaman özgürlükleri hayata geçirmemiştir. Çünkü özgürlükleri hayata geçirecek kurumsal yapılar, aslında özgürlük düşmanıdır. Dolayısıyla hak ve özgürlükleri öne çıkartıp, devletin yeniden yapılanması ihtiyacını göz ardı etmek, tek meşruiyet kaynağı toplumsal meşruiyet olan hükümeti merkeze koymak son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. O konuşmada evrensel hukuk standardı ve özgürlük yaklaşımı görüntüden öteye geçmedi."
12 Eylül 2010 referandumuna kadar Anayasa Mahkemesi'nin hak ve özgürlük alanında ne adım attığını doğrusu merak ediyorum. Türkiye'yi partiler mezarlığına dönüştüren, yüzde 47 oy alan AK Parti'yi bile 2008'de kapatılmanın eşiğine getiren, "irticanın odağı" yapan ve 2009'da Demokratik Toplum Partisi'ni övünerek kapatan, "411 el kaosa kalktı" manşetlerine uygun kararı veren bu mahkeme değil miydi? Uzun yıllar, uzun tutukluluk ve haksız tutuklamalar karşısında sessiz kalmadı mı?
Dahası var; Anayasa Mahkemesi Kürt, Alevi ve türban gibi hiçbir temel meselede siyasetin önünü açan bir çıkış yapmadı.
Eğer bugün Anayasa Mahkemesi, özgürlükçü bir tavır takınıyorsa bunu da yine ağır bedeller ödeyen siyasete borçludur. Yargı paketleri ve bireysel başvuru hakkında olduğu gibi...
Oysa demokratik dünyada siyasetin önünü yüksek yargı açar, bizde ise böyle bir sürece hiç tanık olmadık.
Hukuk hilesiyle özgürlükçü olunmaz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA