Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Dördüncü dalga feminizm ve cam tavan sendromu

"Kadın, onu, esrarengiz -hadi bu yazının jargonuyla söyleyelim- 'ezoterik' kılan en önemli yetiyi; sevgiyi dünyaya kendi çevresinden başlayarak yaydıkça daha yaşanabilir bir hayat inşa eder. Hazreti Âdem'den beri iktidarda olan erkek, hep 'fethetti' ama adaleti kurumsallaştıramadı. Kadınlar bu konuda haklı.

Gelgelelim kadının, adil hale getirmeyi arzuladığı nizama karşı silahı 'izm'ler değil, sevgidir. Çünkü sevgi, bütün ideolojilerden güçlüdür ve pozitif ayrımcılığı değil, adaleti sağlar. Kadını ve erkeği, insanlığı, asıl ulaşılması gereken yere ulaştırır."

Yukarıdaki satırlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle geçtiğimiz 8 Mart'ta yazdığım 'Ezoterizm'de kadının yeri' başlıklı yazıdan alıntı. 'Sevgi'nin, on binlerce yıllık evrimsel sürecin ekonomik, toplumsal ve siyasal sonuçlarının son elli yılda ışık hızıyla değişmesi üzerine oluşan sorunları sihirli değnek dokunuşuyla bitireceğini düşünmüyorum elbette. Ama soruna, feminizmden daha çok çözüm getireceği muhakkak.

Bugün bir başka vesileyle kadının toplumdaki konumuyla ilgili tartışmalara kapsamlı biçimde değinmeye çalışacağım. 2013'te kurulmuş KADEM adlı derneğin çalışmaları ve bu dernekle ilgili tartışmalar üzerinden…

Açıkçası kadın-erkek tartışmalarının; konu 'nüanslı, netameli' olduğu için 'ateşten gömlek' olduğunun bilincindeyim. Bunu doğrulayan deneyimler de yaşadım. Misal istihbarat, terör ve Suriye ana başlıklarının konuşulacağı bir TV programına katılıyorsunuz. O gün bir kadın cinayeti işlendiği (Emine Bulut cinayeti) için ceketinize siyah kurdele bağlanıyor ve bu konuda iki kelam etmeniz isteniyor. Beş cümle kuruyorsunuz, sonra "Erkekler toplanmış, kadın sorununu konuşuyor" diye sosyal medyada lince uğruyor ya da daha hafif deyimle mavra konusu oluyorsunuz. Benim ceket siyah olduğu için kurdele zor görünüyordu ama nihayetinde görünüyordu, hiç olmazsa o konuda linçten yırttık!

Bir başka programda siyasal bir konu ekseninde yine kadın sorusu soruluyor. "Gene sosyal medya lincine uğrayabiliriz, KJ ve görüntü cımbızıyla yorum yapıp yazarlar" diyorsunuz. Ama yine de önüne geçemiyorsunuz.

Konu dediğim gibi 'ateşten gömlek' olduğu için bu konuda yazı yazacağımı söylediğimde KADEM'den bile "Gazanız mübarek olsun" dediler gülerek.

GÖRÜNMEZ ENGELLERE TAKILMA

Türkiye'de bu konu ideolojilerden bağımsız biçimde konuşulmadığı için 'cam tavan sendromu'ndan (kadınların iş hayatında görünmez engellere takılması) söz edilirken birdenbire kadınlara pozitif ayrımcılık sınırlarına girilebiliyor. Ya da tam tersi oluyor. Bu da bir kısır döngü.

Son dönemlerde bilhassa 'toplumsal cinsiyet' kavramı ve 'İstanbul Sözleşmesi' tartışmalarından ötürü KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği), bu kısır döngünün önemli parçalarından biri haline geldi, getirildi. Bu yüzden dernek de kendini daha doğru, etkili biçimde anlatma çabası içinde. Önce bu derneği daha yakından tanıyalım:

KADEM, bir kadınlar gününde, 8 Mart 2013'te 16 kurucu üyenin bir araya gelmesiyle kurulmuş. Başkanlığını Saliha Okur Gümrükçüoğlu, başkan yardımcılığını Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın yaptığı dernek; Adana, Ankara, Bursa, Diyarbakır, İzmir ve İstanbul'un da aralarında bulunduğu 47 ilde örgütlü. Yaklaşık altı bin üyesi olan dernek, Türkiye'deki kadın meselelerine, çalıştaylar, paneller, konferanslar, sempozyumlar, zirveler, eğitimler ve yayınlarla katkı sağlamaya çalışıyor. Elbette kadına şiddet ve istismar gibi kronik sorunlar da KADEM'in üzerinde durduğu sorunlar. Hatta bu konuda yapılan kimi çalışmalar devletin ilgili kurumlarıyla da paylaşılıyor.

Suriye İç Savaşı'nın mağdur ettiği kadınlar üzerine çalışmaları olan dernek, sığınmacı kadınların toplumsal uyum sürecine katkı sağlamak için faaliyetlerde de bulunuyor. KADEM kendini şöyle tarif ediyor:

"KADEM, ideolojisini 'cinsiyet adaleti' kavramından almaktadır. Aileye hak ettiği değeri vermeyi ve bu bağlamda kadının yaratılıştan gelen özelliklerini göz önünde bulunduran adaletli ve hakkaniyetli bir bakış açısını toplumun her alanında ve her kesiminde var etmeyi kendisine görev edinmiştir.

Bir sivil toplum hareketi olarak kadın meselelerine toplumsal açıdan yaklaşılması gerektiğini düşünen KADEM, kadın ve erkeğin birbirini tamamladığı, rollerin adil, hakkaniyetli ve dengeli şekilde dağıtıldığı, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı bir düzen inşa etme gayreti içerisindedir. Toplumsal meselelere salt kadın ve cinsiyet odaklı değil, insan olmak ve insan hakları kapsamında bakan KADEM, kadın-erkek ayrımı yapmadan, kadınıyla erkeğiyle hep bir arada topluma hizmet eden bir merkezdir. Çağdaşlık ve uygarlık söyleminin ürettiği tek tip kadın modeli yerine KADEM, farklı kadın kimliklerinin demokrasiyi güçlendirdiğine inanmaktadır."

KADIN-ERKEK ALT KİMLİK, İNSAN ÜST KİMLİK

Yazı vesilesiyle pek çok yayınını incelediğim derneğin, kadın-erkeğin toplumdaki rolüne ilişkin makalelerin yer aldığı önemli çalışmalarından biri 'İki İnsan' başlıklı kitap. Bu çalışmanın sunuş bölümünde yer alan aşağıdaki satırlar önemli:

"Teknolojik gelişmeler hayatımızı hızla dönüştürüyor ve bir ya da iki nesil öncesinde hiç tecrübe edilmemiş bir akış içinde yaşamamıza sebep oluyor. Bu durum, toplumsal hafızamızda da kopuşlara yol açıyor, zira iki nesil arasında kültürel aktarım sağlayacak, milli ve manevi bütünlüğümüzü muhafaza edecek ortak bir dil kalmıyor."

Hakikaten de kadın-erkek ilişkilerini başka her şeyden önce, hatta iddialı olacak ama on binlerce yıllık evrimsel sürecin getirdiği teamülleri dahi tehdit edecek ölçüde artık teknolojik gelişmeler şekillendiriyor demek mümkün.

Yine aynı kitabın sunuş bölümünde yer alan şu satırların da altına imza atılır:

"Zamanımızda şairin 'bir kalbiniz vardır onu tanıyınız' çağrısı yükseliyor. Kalbimize döndüğümüzde mutluluğun kaynağının 'bir'lik olduğunu görüyoruz. İki insanın -kadının ve erkeğin- bir olmasını, yani varlık bütünlüğüne erişmelerini sağlayan aile yuvasını bu sebeple çok önemsiyoruz. Çünkü şuna inanıyoruz ki, insan ancak insanla tamamlanabilir. Yani insan, aslında 'İki İnsan'dır. İki kişiyle bütünlüklü bir varlık oluşabilir. Bu noktada bir kişi eksik midir sorusu akla gelebilir. Bir kişi, bir kadın ya da bir erkektir. Ama insan bu ikisinin de üstünde bir varlıktır."

VEJETARYENLİK FEMİNİZM İLİŞKİSİ!

Öte yandan derneğin, itiraz konusu olacak tezleri aktaran bazı makalelere de yayınlarında yer verdiği görülüyor. Gerçi bu makalelerde o tezlere mesafe konuluyor ama yine de yer veriliyor. Derneğin, Kadın Araştırmaları adlı dergisinde Carol J. Adams'ın Etin Cinsel Politikası - Feminist-Vejetaryen Eleştirel Kuram adlı kitabından yola çıkılarak hazırlanmış 'Vegan Aktivizmin Kadına Bakışına Dair' başlıklı makalesi bunlardan biri. Makalede şöyle deniliyor:

"Adams'a göre et tüketimi sadece sınıfsal değil ataerkil ayırımı da beraberinde getirmektedir. Et erkeğe uygun, ona güç veren bir besin olarak görülmüştür. Kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edildiğinden, et yerine ikinci sınıf kabul edilen meyve, sebze ve tahıl ağırlıklı beslenmişlerdir. Bir kadının

tek başına idare edemeyeceği düşünüldüğü gibi, sebze yemeğinin de başlı başına bir yemek olarak değerlendirilmediği varsayılmıştır. Adams'a göre erkeklerin güçlenmesi için et yemeleri gerektiğini düşündürten şey; güçlü hayvanların kaslarını yersek güçlü olacağımızı söyleyen ataerkil mitten başka bir şey değildir.

***

Adams'a göre et yemek hayvanlar üzerinden kurgulanan bir öyküye bağlıdır. Bu öyküde hayvanın var olmasına da yok olmasına da karar veren insandır. Ancak bu öykü, hayvanın nesneleştirilmesinde insanın sorumluluğunu gizlemek için yanlış adlandırmalarla ustaca kurgulanmıştır. Adams'a göre bu öykü ataerkil kültürün anlatısından başka bir şey olmayıp, geleneksel kadının edilgenliğini

anlatan öykülerden farksız değildir. Adams bu öyküye meydan okuyabilecek olanların ancak feministler ve vejetaryenler olacağını belirtmektedir."

Bir Adanalı olarak et tüketimi, vejetaryenlik veya veganlık konusunda objektif davranmayabilirim ama bu derece et karşıtlığının, üstelik feminizm gibi kadınlara yararı bile tartışmalı bir ideolojiyle soslanmış biçimde sunulmasının Türkiye'deki kadın sorunlarına çözüm üretmeyeceğine kalıbımı basarım.

'TOPLUMSAL CİNSİYET' TARTIŞMASI

Yine KADEM çalışmalarında yer alan Doç. Dr. Sare Aydın Yılmaz tarafından kaleme alınmış Kadın Hareketinde Yeni Bir İvme: 'Toplumsal Cinsiyet Adaleti' başlıklı makalede ise yararlı görüşler var. Makale, feminizmi eleştirerek işe başlıyor:

"Bu makale, feminizmin Türkiye'de kadın haklarının gelişiminde etkisine ve klasik eşitlikçi feminist yaklaşımların yetersizliğine vurgu yaparak eşitlik/ farklılık dikotomisi üzerinden kadın hakları gerçeğine 'cinsiyet adaleti' kavramıyla yeni bir perspektif getirmenin yollarını tartışacaktır."

Her ne kadar 'toplumsal cinsiyet adaleti' kavramını gündeme getirse de feminizmin yetersizliğini tartışan görüşlerin kadın hareketleri içinden çıkması önemli. KADEM yöneticileri, İngilizce'deki 'gender' kelimesinden tercüme edilmiş 'toplumsal cinsiyet' kavramının da yanlış anlaşıldığı kanaatinde. 'Toplumsal cinsiyet' kavramı, Türkçe'ye ve Türk kültürüne ait bir kavram değil. Kavramın yerine bize has yenisini koymadıkça neden bu kavram kullanılıyor diye suçlama yöneltmek de yersiz.

Bununla birlikte 'üçüncü cins' ya da 'transhümanizm' gibi başka kavramları çağrıştırdığı iddiasıyla mimlenmiş bir kavramın bize uygun yeni formunu üretmek elzem. Çünkü kavramsallaştırma her şeyi belirliyor. Küresel güçlerin piyonu olan ve aile, devlet gibi ulusların temel değerlerini anlamsızlaştırmaya çalışan lobilerle paralel hareket eden LGBT gibi örgütlerin 'içi dolu' ya da 'estetik değeri yüksek' ne kadar kavram varsa kullanmaları da boşuna değil. Onur kavramının ve gökkuşağı imgesinin sıklıkla kullanılması bunun tezahürü. O kadar sık kullanılıyor ki bu ikisi, heteroseksüel insanlar 'onur' kavramını ya da 'gökkuşağı' imgesini kullanmaktan sakınır hale geldi.

Toplumsal cinsiyet tartışmasını yine Kadın Araştırmaları Dergisi'nde yer alan 'Gender Mainstreaming ya da Maskülenleşen Kadınlar' makalesinin başlığını baz alarak açalım. Gender mainstreaming yine batılı bir kavram. Bu kavramı, toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırılması olarak çevirmek mümkün. Şayet bu kavramın sahadaki tatbiki kadınların maskülenleşmesini doğuruyorsa bu da bir sorun. Ki makale de bu riske dikkat çekiyor.

İLK FEMİNİSTLER MEZARINDAN KALKSA…

KADEM, 'Türkiye'de Cam Tavan Sendromu, Hizmet Sektöründe Kadın' başlıklı önemli bir araştırmaya da imza atmış ki bunu anmadan geçmek olmaz. Çalışmanın sonucunda şu cümlelere yer verilmiş:

"Literatür analizinde görüleceği gibi, cam tavan sorunu sadece Türkiye gibi ülkelerde görülen bir sorun olmayıp dünyada genel olarak karşılaşılan bir sorundur. Siyasette veya iş yaşamında kota uygulamasına sahip olan ülkelerde bile yönetici pozisyonlarında kadınların oranı erkeklerden belirgin biçimde daha düşük düzeydedir."

Cam tavan sendromu, kadınların gerçek bir sorunu. Ne var ki, kanımca sosyal medyanın ortaya çıkışıyla hali hazırda bile başlamış olan 'dördüncü dalga feminizm'in yapay sorunları bunun gibi gerçek sorunları görmemizi engelliyor.

19. yüzyılın sonunda haklı niyetlerle başlayan birinci dalga feminizmin ardından 1960'larda ikinci dalga başladı, 1990'larda üçüncü dalga geldi. 2007'den sonra başlayan Ergenekon soruşturmalarının dalgaları gibi gelen bu üçüncü dalga, akımı dejenere etti. Benim görüşüme göre dördüncü dalga da on yıl önce 'sosyal medya tanrısı'nın arz-ı endam eylemesiyle başladı. Bu son dalgayla

iş iyice çığırından çıktı. Öyle ki, birinci dalga feminizmin önemli temsilcilerinden müntehir yazar Virginia Woolf mezarından kalksa üçüncü/ dördüncü dalganın bizi götürmeye çalıştığı yere itiraz eder. 1960'lı yıllarda feminist fikirleri savunan erkek yazar John Robert Fowles da benzer itirazları dile getirirdi muhtemelen.

Fowles, kelimenin tam anlamıyla hayran olduğum nadir yazarlardan biridir. Kadınların yönettiği ve dünyayı da kadınların yönetmesi gerektiğini öne süren 'zaman'a tapan bir tarikatın faaliyetlerini anlattığım İlahi Kripto adlı son romanımda, Fowles'un, kadının toplumdaki rolüne dair düşüncelerinden ilhamla yan hikâyeler kurduğum da oldu. Ancak onun "Bütün ilerici felsefeler feministtir" ya da "Âdem devinimsizlik ya da muhafazakârlıktır; Havva devinim ya da ilerlemedir" gibi genellemelerine bugün katılmak mümkün değil.

Fowles; Da Vinci, Michelangelo gibi erkek sanatçıların eserleriyle yükselen Rönesansı ilerlemeci Havva dönemi, 64 yıl sürmüş kadın iktidarını (Victoria devrini) ise durağan Âdem dönemi olarak tasvir ediyor. "Elbette Âdem-kadınlar ve Havva-erkekler vardır" diyerek... Bu tür çapraz benzetmeler kronikleşmiş sorunları çözmüyor, aksine çözümü zorlaştırıyor. Tıpkı feminizmin; erkeğin toplumsal evrim süreçlerinde öne çıkarak insanlığa yaptığı on binlerce yıllık katkıyı hiçe sayan yapay ideolojik genetiğinin gerçek kadın sorunlarını anlamamızı zorlaştırdığı gibi…

Zaman zaman erkek düşmanlığa dek savrulan güncel feminizasyon radyasyonu, karşıtı olan 'mizojinizm'i, yani kadın düşmanlığını körüklüyor ve çözüm iyiden iyiye zorlaşıyor. ABD'den başlayarak Batı ülkelerinde feminizmle mücadele siteleri kuruluyor.

Yeri gelmişken… KADEM'in feminist bir dernek olduğu algısı bütünüyle yanlış. Makalelerde bir feminizm yandaşlığı görmek şöyle dursun, esaslı feminizm eleştirileri gördüm.

Bu bağlamda zor bir konu (kadının toplumdaki rolü) üzerine çalışan KADEM'e, feminizm üzerinden yüklenmek hakkaniyetli olmaz. Zaman zaman bu tuzağa maalesef muhafazakârlar da düşüyor, sekülerler de… Ayrıca KADEM'in ailenin güçlendirilmesi konusunda yaptığı çalışmaların hakkını da teslim etmek gerekiyor. Geçtiğimiz yılki Üçüncü Kadın ve Adalet Zirvesi'nde Ailenin Güçlendirilmesi başlığına önem verilmesi bunun göstergesi.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TARTIŞMASI

KADEM'le ilgiyi eleştiriler, 'toplumsal cinsiyet' kavramının yanı sıra İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında da düğümleniyor. Bu sözleşme, Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan bir Avrupa Konseyi sözleşmesi. Kasım 2015 itibarıyla 40 devlet tarafından imzalandı. Türkiye, 12 Mart 2012'de sözleşmeyi onaylayan ilk ülke oldu. İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için hazırlanmış bir metin. Öte yandan İstanbul Sözleşmesi'nin, 'erkeği sindiren' içerikte bir metin olduğu iddiasıyla feshedilmesi için geçtiğimiz aylarda Twitter'da kampanya yapılmıştı.

KADEM gibi derneklerin, güncel polemiklerin politik odağı olmaktan eskilerin deyişiyle behemehâl çıkması/çıkarılması ve kadının toplumsal düzendeki yerini, kadın-erkek eşitliği değil, 'eşdeğerliliği' ilkesi üzerinden tahkim edecek yerli bir modeli, bize has kavramlarla inşa etmesi gerekiyor.

Çünkü Y kuşağı (Az değil, milletin yüzde 33'ünü kapsıyor) aradan sıyrıldı ama internet bilgisiyle büyüyen Z kuşağına, karşı cinsi 'rakip' değil, 'tamamlayıcı' olarak gören bir zihniyet aşılanması ancak bu derneklerin öncülük edeceği faaliyetlerle mümkün. Bu da kolay iş değil. Daha mikro ölçekte bakıldığında ise derneğin topluma yararını, 'Geleceğe İşbaşı Projesi'yle (Dezavantajlı olan ve iş imkânlarına erişemeyen genç kızlara meslek seçimi için yardımcı olan bir proje) 'hayata katılan' genç kızlardan birinin şu söyleminde bulmak mümkün:

"KADEM'den önce kollarına jilet atan biriydim. Şimdi hayata döndüm."

Toparlarsak… Dördüncü dalga feminizm ile mizojinizm arasında Foucault Sarkacı gibi sonsuzca salınıp duran kısır bir ideolojik zeminin, Âdem ile Havva'dan beri var olan bir meseleyi, kadim bir sorunu çözme kapasitesi yok.

Çözümü, KADEM'in İki İnsan adlı kitabında gördüğüm "İnsan, ancak insanla tamamlanabilir. Bir kişi, bir kadın ya da bir erkektir. Ama insan bu ikisinin de üstünde bir varlıktır" cümlelerinde aramak en doğrusu. Çünkü kadın ve erkek, tıpkı etnik köken ya da mezhep gibi nihayetinde birer alt kimlik. Yani çözüm, bekasını temin etmeye çalışan bir ülkenin millet üst kimliğinde kenetlenmesi gibi insanlığın bekası için de insan üst kimliğinde uzlaşmakta. 'İzm'lerin önüne femin ya da mizojin kavramlarını getirerek zihinleri bulandırmak ve iki cins arasındaki fay hatlarını derinleştirmekte değil…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA