Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Koronavirüs’ün gizli maskesi

Pandemi ve karantinayı özgün bir bakış açısıyla yorumlayan hikâyelerden biri, belki de birincisi, gotik edebiyatın ve polisiyenin babası Edgar Allan Poe'nun yazdığı Kızıl Ölümün Maskesi adlı öyküdür.

İngiliz romancı John Fowles'un başyapıtı Büyücü'deki gibi Shakespeare'in son oyunu olan Fırtına'ya, hatta tarihin bilinen en eski yazılı destanı Gılgamış Destanı'nda da geçen tufan ve gemi metaforlarına göndermelerin olduğu bu kısacık hikâyesinde Poe, 'Kızıl Ölüm' adlı bir salgının bugünün Korona'sı gibi zengin-fakir dinlemeden herkesi nasıl kırıp geçirdiğini anlatır.

Korona'nın da bir maskesi var. Taç maskesi… Malum, mikroskop altında güneşin taç küresine benzediği için Latince taç anlamına gelen 'Corona'yla isimlendirildi.

Öyküde Prens Prospero (Fırtına'da gerçek Milan Dükü olduğu ortaya çıkan başkarakterin adı da Prospero'dur) pandemiden kaçmak için Rothschild'lerin Mentmore Towers'ını andıran kaleye dönüştürülmüş manastırına 1000 sağlıklı insan çağırır. Burada aylarca yetecek erzakla birlikte karantinaya girerler. Ne var ki salgının gelmesine sebep olan insani zaaflardan uzak durmak şöyle dursun, aksine sefahat için girilmiş bir karantinadır bu. Poe'un o meşhur gotik tasvirleriyle anlatılan manastırdaki herkesin maske taktığı bir balo düzenlenir. Elbette prensin buyruğuyla… Bir süre sonra bu baloda oraya ait olmadığı anlaşılan hayalete benzeyen bir maskelinin dolaştığı fark edilir. Tıpkı Kubrick'in Eyes Wide Shut'ının başkarakteri Bill gibi…

Bu davetsiz misafir 'Kızıl Ölüm'ün virüsünden başka bir şey değildir. Ya da daha imgesel bakışla Azrail'in bizatihi kendisidir. Kızıl Maske, önce Prens Prospero'yu ve sonra da tüm davetlileri öldürür.

Öykü ilk kez 1842 yılında, Poe 33 yaşındayken (Zaten 40 yaşında öldü) Graham's Magazine adlı dergide yayınlanır. Öyküde kurbanlarını yarım saat içinde öldürdüğü söylenen 'Kızıl Ölüm'ün belirtileri dehşet vericidir: Acı veren havaleler ve kan terleme.

Öykünün bir yerinde Koronavirüs'ten saklanma sürecinde yaşadığımız şeylerin aynısı mevcut. Kendini izole etme, bu süreçte yetecek erzak bulundurma, karantinanın sebep olabileceği psikolojik komplikasyonlar vs... (Öyle ya, bugünlerde Korona günlerinin psikolojimize etkileri konulu haberlere sıkça rastlamaya başladık!) Bütün bunların üzerinde öykünün en önemli ana fikri şudur: Hastalığın, sağlıklı bireylerle kendini her şeyden izole etmiş bir Prens'in sefahat partisini basıp tüm soyluları da kırıp geçirebileceği…

'KIZIL ÖLÜM'E KARŞI KALE İNZİVASI

Şu cümleler bunun ispatı niteliğinde: "Prens Prospero mutlu, korkusuz ve zeki bir adamdı. Uyruklarının yarısı ölünce maiyetinden 1000 sağlıklı şövalyeyi ve kadını huzuruna çağırdı ve bunlarla birlikte manastırlarından birinde inzivaya çekildi. Burası büyük ve görkemli bir yapıydı. Prensin eksantrik ama ihtişamlı zevk anlayışının bir ürünüydü. Etrafı yüksek ve sağlam duvarlarla çevriliydi. Bu duvarda demir kapılar vardı. Kaledekiler, içeri girince ocaklar ve iri çekiçler getirip kapı sürgülerine kaynak yaptılar, amaçları giriş-çıkışı engellemekti. Aralarından biri âni bir umutsuzluğa ve delilik nöbetine kapılarak dışarı çıkmak isteyebilirdi.

Manastırda bol erzak vardı. Kaleye girenler bu tedbirlerle salgına kafa tutabilirdi. Dış dünya ise kendi başının çaresine bakabilirdi. Bu arada üzülmek ya da olanları düşünmek budalalıktı. Prens, eğlence için gerekli her şeyi tedarik etmişti. Soytarılar, tuluatçılar, bale dansözleri, müzisyenler, güzellik ve şarap… Manastırda bütün bunlar ve emniyet vardı. Dışarıda ise 'Kızıl Ölüm' kol geziyordu. Prens Prospero inzivasının beşinci ya da altında ayında, dışarıda salgının en azgın olduğu zamanda 1000 arkadaşı için son derece görkemli bir maskeli balo düzenledi."

Maskeli balonun yapıldığı prensin kalesi, hastalığı dışarıda tutmaya yarayacak koruyucu bir mekân olarak belirlenmiştir. Ne var ki ölüme karşı bu koruma da bir dalalettir. Nitekim baloya gelen gizemli davetsiz misafir bütün koruyucu tedbirleri aşarak ölümü getirir. Bu misafir, üzerinde kan lekeleri olan kefen benzeri bir kıyafet giymiştir ve 'Kızıl Ölüm'ün kurbanlarını akla getiren kafatası şeklinde bir maske takmıştır. Öykü şu cümlelerle biter:

"Artık karşılarında 'Kızıl Ölüm'ün durduğunu anlamışlardı. Geceleyin içeri bir hırsız gibi girmişti. Ve kalabalıktakiler, içinde eğlenmiş oldukları ve şimdi her tarafına kanlar saçılmış olan odalarda birer birer yığılıp kaskatı kesilerek öldüler. Ve o neşeli insanların sonuncusu da ölünce abanoz saatin de hayatı tükendi. Ve sehpaların üstündeki alevler söndü. Ve karanlığın, çürümenin ve 'Kızıl Ölüm'ün her şey üstündeki sonsuz egemenliği başladı."

Kızıl Ölüm, elbette Poe'un hayal gücünden çıkmış bir kurgusal hastalıktır. Ancak Poe'nun bu hastalığı yazarken annesi Eliza, ağabeyi William Henry Leonard Poe, üvey annesi Frances Allan ve karısı Virginia'nın da düçar olduğu Verem'den esinlendiği söylenir.

Verem, bilinen en eski bulaşıcı hastalık. Arkeolojik bulgular Verem Mikrobu'nun üç milyon yıl önce bile var olduğunu gösteriyor. Cüzzam'ın 100 bin, Sıtma ve Çiçek Hastalığı'nın 55 bin, Veba'nın ise 50 bin yıllık bilinen mazisi var. Meraklısı ayrıntıları 5 Nisan'da bu köşede yayınlanan şu yazıdan okuyabilir: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2020/04/05/pandemi-herkesi-esitliyor

Gılgamış Destanı'nda da veba bahsinin geçtiğini destanın şu satırlarından anlıyoruz:

"Ey Enlil! (Sümerler'deki en büyük 'sözde tanrı'. Antik Yunan'daki Zeus gibi…) Ah nasıl olur da sen körü körüne tufan yaptın? Senin yaptığın bu tufan yerine bir insan insanları azaltsaydı daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, bir kurt insanları azaltsaydı daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine 'veba tanrısı' kalkıp insanlara bulaşsaydı daha iyiydi!"

Gılgamış Destanı'na göre tufan tıpkı veba gibi bir cezadır. Bugün de Koronavirüs'ün insanlığın kendine gelmesi için verilmiş bir ceza olduğunu dile getirenler yok değil.

SALGINDAN ÇIKIŞ BİLETİ

Şimdi insanlık bu cezadan en az zararla kurtulmak için yollar arıyor. Salgınla mücadelede en iyi performansı gösteren ülkelerden biri olan Türkiye, dört aşamalı bir plan hazırladı.

İngiltere ve İsrail'in normalleşme planları da dört aşamalı. Ne var ki İngilizlerin planının ilk aşaması, vakaların erken tespiti ve 'filyasyon'un kaynağını bulmak gibi salgın bize geç geldiği halde zaten geçirdiğimiz bir süreçten oluşuyor.

İkinci aşamada, virüsün yayılmasının geciktirilmesi için kalabalık etkinliklerin iptali ve okulların kapatılması gibi önlemler var, ki biz zaten bunları uyguladık, uyguluyoruz. İngiltere'deki üçüncü aşama virüsün aşı başta olmak üzere tedavisinin bulunduğu aşama olarak gösteriliyor. Dördüncü aşama ise tüm çabalar başarısız olursa sağlık ordusunun tekrar etkin biçimde devreye sokulmasını öngörüyor. Biz bu süreci de zaten yaşıyoruz. Elbette umuyoruz ki tekrar yaşamamak üzere…

İsrail de yine dört aşamalı bir plan hazırladı. Buna göre ilk aşamada teknoloji, finans, ithalat ve ihracat sektörü faaliyete geçecek. Eğitim kurumları da kısmen faaliyete başlayacak. Hijyen, sosyal mesafe ve maske kullanımı kurallarına riayet etmek kaydıyla... İkinci aşamada büyük alışveriş merkezleri hariç ticaret yeniden başlayacak. Perakende mağazaları açılacak.

Üçüncü aşamada hijyen ve sosyal mesafe gereksinimlerini karşıladıkları sürece kafeler, restoranlar ve oteller açılabilecek. Dördüncü aşamada ise eğlence, kültür, spor kurumları ve alışveriş merkezleri ile havayolu şirketleri faaliyete geçecek. Ancak İsraillilerin bu planında Türkiye'ninki gibi bir tarih öngörüsü yok.

PLATO DÜZLEMİNE ERİŞTİK

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları Türkiye'nin pandeminin, o beklenen 'plato' evresine eriştiğini gösterir nitelikte:

"Geldiğimiz noktada salgını yatay seyre geçirmeye başladığımızı görüyoruz. Ramazan ayı boyunca da tedbirlere en üst düzeyde riayeti sağlayarak, bayram sonrası ülkemizin normal hayata geçişini hedefliyoruz. Salgınla mücadele etmek kadar, salgın sonrası dünyada ortaya çıkacak yeni durumlara hazırlıklı olmak da önemli. Tüm bakan arkadaşlarımıza, bu konuda gereken ikazları yaptık, talimatları verdik."

Görüştüğüm uzmanlar 'plato'ya eriştiğimizi belirtiyor. Ama geçen hafta da yazdığım üzere rehavet yok. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da, salgının zirve noktasına erişip 'plato' düzlemine geldiğimizi açıkça söylemese de doğruluyor ve ihtiyatlı bir iyimserlikle konuşuyor. Ramazan ayında toplumsal hareketliliğin kontrol edilmesinin salgınla mücadelemizde kritik bir eşik olduğunun da altını çiziyor.

İstanbul, Sağlık Bakanı'nın tasnifine göre Türkiye'deki salgının Vuhan'ı olmuş. Koca, 'filyasyon' zincirini çözmek için üçer uzmandan oluşan ekibin üyelerinin tıpkı tıbbi dedektif gibi bin 300 araçla İstanbul'u dolaşıp çalışma yürüttüğünü SABAH Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu'na açıkladı.

Koca, sokağa çıkma yasağının ilk ilan edildiği 10 Nisan'ın ortaya çıkardığı tablonun endişe edildiği kadar etkisi olmadığını da söylüyor. Zaten açıklanan vaka sayıları da bunu doğruluyor.

10 Nisan'daki kargaşanın sonuçlarını görmek için geçtiğimiz haftanın vaka sayılarına bakmak gerekeceğini yazmıştım. Bu hafta eğer olağandışı bir yükseliş görülseydi 'hoşgeldin sürü bağışıklığı evresi' demek zorunda kalacaktık. Ancak şükür, öyle olmadı. Vaka sayıları artmak şöyle dursun, düşüş gösterdi. Sayılar, 10 Nisan'da yaptığımız istemsiz tatbikatın bize ağır bir fatura çıkarmadığını gösteriyor. Ancak bu, yine de kesinlikle tekrarı olmaması gereken bir tatbikat!

DÖRT AŞAMALI NORMALLEŞME PLANI

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Bayram sonrası ülkemizin normal hayata geçişini hedefliyoruz" açıklamasından sonra ilgili bakanlıklar dört aşamalı normalleşme planları üzerinde çalışmaya başladı. Buna göre Mayıs ayı normalleşmenin hazırlık dönemi olacak. Mayıs'tan Ağustos sonuna kadarki birinci evrede restoran ve kafeler de dâhil işletmeler mesai saatleriyle sınırlı olmak üzere ve katı fiziki mesafe koşuluyla açılacak.

Birinci aşamanın sonuçlarına göre Eylül ve Aralık arasında işletmeler için fiziki mesafe ve hijyen kuralları uygulanarak saat sınırının kaldırılması planlanıyor. Üçüncü aşamada ise her işletme yaş sınırı uygulanmadan açılacak. 2021 başındaki dördüncü aşamada ise aşının keşfi ile tam normalleşmeye geçilmesi hedefleniyor.

Türkiye'nin, Korona Pandemisi'yle mücadelede siyasi kararlılık, sosyal duyarlılık ve tıbbi performansıyla dünyaya örnek olduğu Dünya Sağlık Örgütü yetkililerince de dile getirildi. Kendileri bu konuda başarılı olmadıkları için Türkiye'nin hakkını daha kolay teslim ettiler belki.

Salgından Edgar Allan Poe'nun Kızıl Ölümün Maskesi adlı hikâyesindeki gibi

maddi güce sığınarak girilecek bir karantinayla kurtulmak elbette mümkün olamazdı. Maddi gücü olan ABD gibi pek çok ülke, salgınla mücadelede beklenen performansı sergileyemedi, sergileyemiyor.

Acaba ABD, salgından sonra "Taç giyen baş akıllanır" atasözünü doğrulayacak bir politik olgunluğa erişebilecek mi? Şöyle sorarak altını çizelim bu sorunun: ABD başta olmak üzere Koronavirüs tacını takan ülkeler, bu belayı def ettikten sonra akıllanacaklar mı? Göreceğiz.

Fakat şimdi bu belayla mücadelede yeterince başarılı olamadıkları için onları yargılamak da doğru olmaz. Bununla birlikte Poe, geleceğe pek çok fikri miras bırakmış bir yazar olarak (Hollywood sinemasının başat türleri olan polisiye, aksiyon, gerilim ve korkunun atası Poe'dur) ülkesinin bugünlerini görseydi Şehrazat'ın 1002. Masalı adlı öyküsüne epigraf yaptığı şu atasözünü bir kez daha hatırlar, hatırlatırdı:

"Gerçek, kurgudan daha tuhaftır."

Tıpkı tüm dünyamızı saran ve prensleri, siyasetçileri, iş ve bilim insanlarını, sanatçıları denetimi altına alan Koronavirüs'ün, manastırına kapattığı 1000 kişiyle birlikte Prens Prospero'yu da alt eden 'Kızıl Ölüm'den daha tuhaf olması gibi…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA