Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Ayasofya’nın kısa tarihi

Tarih 27 Aralık 537. Bizans İmparatoru 1. Justinian, inşasına öncülük ettiği ulu katedralin açılış günü ana kapıda durup şöyle der:

"Ey Süleyman, seni geçtim!"

Buram buram kibir kokan bu cümleyi, Milattan Önce 957 yılında inşaatı tamamlanan Süleyman Tapınağı'nı aşan bir mabet yaptırdığını düşündüğü için sarf eder. Ona göre Kral Süleyman'ın mabedi eski tapınak, 'kendi eseri Ayasofya' ise yeni tapınaktır. Yani bir tür 'yeni kıble'…

Tapınak Şövalyeleri'nin son lideri Jacques de Molay'nün 1314'te Paris'te yakılarak idam edilmesinden sonra 1789'daki devrimin ardından Concorde Meydanı'nda Kral 16. Louis giyotinle idam edilirken kalabalıktaki Jakobenlerden birinin "Jacques de Molay! İntikamın alındı" demesi gibi bir şeydir bu.

'ATATÜRK'ÜN RIZASI YOKTU' İDDİASI!

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de, 2 Temmuz'da camiye dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği netleşecek olan Ayasofya'nın kısa tarihini anlatacağız. Ayasofya üzerine en ayrıntılı çalışmaları yapan merhum Aytunç Altındal'ın müzeye çevrilme kararıyla ilgili tartışmalı tezini gündeme getirerek başlayalım. Eski bir röportajında şöyle diyor Altındal:

"Ayasofya'yı müzeye çeviren kararnamenin altındaki Mustafa K. Atatürk imzası tartışmalıdır. Çünkü Soyadı Kanunu 2 Temmuz 1934'te çıkıyor (Ayasofya ile ilgili nihai karara zemin teşkil edecek Danıştay kararının da 2 Temmuz 2020'de çıkacak olması sadece anlamlı bir rastlantı. Şifre/komplo aramaya gerek yok! F. Ü.) Ama Mustafa Kemal'e, Atatürk soyadı 27 Kasım 1934'te veriliyor. Yani kararnameden üç gün sonra… Mustafa Kemal'in bu kaligrafiden hiç haberi yok. Bunu kesin olarak söyleyebilirim."

Altındal'ın bu tezine Ayasofya'nın ibadete açılması için TBMM'ye iki kez kanun teklifi veren Türk Tarih Kurumu'nun eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da katılmış, hatta daha da ileri gitmiş: "Atatürk'e ait olduğu söylenen ıslak imza sahte."

Ayasofya'yı camiden müzeye çeviren 7/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı 24 Kasım 1934 tarihli. Yani imzanın, Atatürk'ün, soyadını almasından üç gün önce atıldığı doğru. Ancak Atatürk'ün, 1 Şubat 1935'te ziyarete açılan müzeyi hemen beş gün sonra, yani 6 Şubat'ta ziyaret etmesini nasıl izah edeceğiz. Altındal, "Dış baskı var" diyor. Halaçoğlu ne der bilmem.

Ama biz daha makul olanı, Atatürk'ün uluslararası dengeler gereği Ayasofya'nın müze yapılmasına rıza gösterdiği fikrini doğru kabul edelim. Bunun da sebebi 1453'te İstanbul Fethi'nden sonra camiye çevrilen ibadethanenin sadece Doğu Hristiyanlığı için değil, Avrupa ve Batı Hristiyanlığı için de kutsal olmasıydı. Hülasası, memleketi zorlukla kurtardığımızı düşünen Atatürk, Batı ile yeni bir 'maraza' çıksın istemiyordu.

İLHAM KAYNAĞI SÜLEYMAN TAPINAĞI

1453-1934 arası cami olarak kullanılan Ayasofya'nın ilk inşasında -Kudüs'teki Süleyman Tapınağı, yapının tek ilham kaynağı olduğu için- Hristiyanlık'taki Musevi etkileri görülür. Kudüs; malum, üç ilahi din için de çok önemli ve kutsal bir şehir. Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa'nın bulunduğu yer.

Bizans İmparatoru 1. Justinian, Mescid-i Aksa'nın inşa edilmesine yaklaşık iki yüzyıl varken onun bulunduğu yerdeki Süleyman Tapınağı'nı aşacak bir yapı inşa etmek istedi. Bu yüzden Ayasofya mimarisinde Süleyman Tapınağı'nın derin izleri var. Bina, tıpkı Süleyman Tapınağı gibi dikdörtgen biçiminde inşa edildi.

Ayasofya'da kimi Pagan sembollere rastlanması ise bir başka eklektizmin ürünü. Binanın yapımında yalnızca Anadolu'dan değil, dünyanın çeşitli yerlerindeki pagan tapınaklarından (Efes'teki Artemis Tapınağı, Mısır'daki Güneş Tapınağı, Lübnan'daki Baalbek Tapınağı ve Tarsus'taki Pagan Tapınağı) pek çok sütun ve malzeme getirildi.

Hem bu yüzden, hem de inşaatında yaklaşık 10 bin kişi çalıştığından ötürü Ayasofya'nın inşaatı beş yıl gibi kısa bir sürede bitti. İnşaatın mimarları fizikçi Miletli İsidoros ile matematikçi Trallesli Anthemius idi. Bir efsaneye göre İsodoros, Ayasofya'nın planını rüyasında görmüş ve planı öyle çizmiş. Anthemius inşaatın daha birinci yılında terk-i dünya eylediği için işi İsidoros tamamlamış.

Bazilika planlı bir patrik katedrali olarak inşa edilen Ayasofya, yapımı tamamlandığında piramitler dışında dünya üzerindeki en büyük yapı idi ve yaklaşık bir milenyum boyunca da böyle kaldı. Kubbesi bin yıl süreyle en geniş ve yüksek kubbe olarak kabul edildi. Ayasofya ayrıca yine bin yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali unvanına da sahipti.

Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan 'Üçüncü Ayasofya' olarak da biliniyor. İlk Ayasofya inşaatı Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini ilan eden Bizans'ın ilk imparatoru 1. Constantinus tarafından başlatıldı. Yapım, 337 ile 361 yılları arasında tahtta olan 1. Constantinus'un oğlu 2. Constantinus döneminde tamamlandı. Kilisenin ilk açılışı, 360 yılında bu imparator tarafından gerçekleştirildi.

Yapı, 404 yılında çıkan bir isyanda yakıldığı için büyük ölçüde tahrip oldu. İmparator 2. Theodosius bugünkü Ayasofya'nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin inşa edilmesi emrini verdi. İkinci Ayasofya 415'te tamamlanıp açıldı, ancak o da 532'de yıkıldı, sonra yeniden yapıldı.

Ayasofya'nın daha sonra uğradığı tahribatlar arasında 558 depremi, 859 yangını, 869 depremi ve 989 depremi var. Hepsinde yeniden yeniden restore edilmiş.

Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, Haçlılar İstanbul'u ele geçirince ibadethaneyi yağmalamışlar. (Bu olay, Umberto Eco'nun Baudolino romanında eskilerin deyimiyle tafsilatlı biçimde öyküleştirilerek anlatılır.) O dönemde Ayasofya'dan aralarında Hazreti İsa'nın mezar taşından bir parça, İsa'nın sarıldığı bez olan torino kefeni, azizlerin kemikleri gibi birçok kutsal emanet ile altın ve gümüşten yapılma değerli eşyalar çalınmış, kapılardaki altınlar bile sökülerek batı kiliselerine götürülmüş. Tıpkı Sultanahmet meydanındaki dört atın çalınıp götürülmesi gibi…

Böylelikle Hristiyanlığın en görkemli mabedini yağmalayan yine Hristiyanlar olmuş. Haçlı İstilası Dönemi (1204 - 1261) olarak anılan bu dönemde Ayasofya, eşyanın tabiatı gereği Roma Katolik Kilisesi'ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüş.

KUDÜS'TEN MEKKE'YE NASIL DÖNDÜ?

Ayasofya, bu dönemden sonra da restorasyon üstüne restorasyon geçirip 1354 senesinde yeniden Hristiyanların ibadetine açılabildi. 1453'te İstanbul'un Fethi'nden hemen sonra ise Müslümanların ibadetine açıldı.

Ayasofya, diğer eski Ortodoks kiliseleri gibi Kudüs'e yönelik olarak inşa edildi. Bu yüzden Kudüs'ü gösteriyor. Şu nüans da önemli kabul ediliyor: İstanbul'dan bakıldığında Kudüs ile Mekke yönü arasında yalnızca birkaç derecelik küçük bir fark var. İstanbul'da camiye çevrilen kiliselerde (Listesini aşağıda okuyacaksınız) mihrap, kıble yönünü göstermek üzere kilise apsisinin iyice sağına inşa edilirdi. Fakat Ayasofya'da mihrap apsisin çok hafif sağına yapılmış. Bunun sebebi Ayasofya'nın tam olarak Kudüs yönüne bakmaması, hafifçe Mekke yönüne kayma göstermesi. Bunun, binayı etkileyen depremlerle ilgili olduğu düşünülüyor. Buna uhrevi anlam yükleyip Melek Cebrail'in, parmağıyla Ayasofya'yı çevirdiğine inananlar da yok değil.

1453'te kilise, camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet'in talimatıyla insan figürleri içeren mozaikler tahrip edilmedi, yalnızca ince bir sıvayla kaplandı. Yüzyıllar boyunca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan korundu. İnsan figürü içermeyenlere ise hiç dokunulmadı.

Fatih Sultan Mehmet, ibadethanenin adını da değiştirmedi. O dönemde Ayasofya'ya bir minare eklendi. Minarelerden ikincisi Sultan İkinci Bayezid döneminde yapıldı. İkinci Selim döneminde dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan binaya payandalar ekledi ve yapıyı sağlamlaştırdı. Yine aynı padişah döneminde yapıya iki yeni minare daha eklendi. Böylece Ayasofya bugünkü görüntüsüne kavuşmuş oldu.

Yeri gelmişken İstanbul Fethi'nden sonra camiye çevrilmiş diğer 19 eski kilisenin adlarını da verelim: Zeyrek Camii, Arap Camii, Küçük Ayasofya Camii, Kariye Camii, Koca Mustafa Paşa Camii, Fethiye Camii, Fenari İsa Camii, Eski İmaret Camii, Atik Mustafa Paşa Camii, Vefa Kilise Camii, Gül Camii, Kalenderhane Camii, İmrahor Camii, Bodrum Camii, Hırami Ahmet Paşa Mescidi, İsakapı Mescidi, Kefeli Mescidi, Sancaktar Mescidi ve Manastır Mescidi.

Bunlardan Kariye, 1945'te tıpkı Ayasofya gibi müzeye çevrilmişti. Ancak yakın tarihte (2009'da Danıştay kararıyla) tekrar camiye çevrildi. Yani hukuki dille elde bir içtihat da var.

Gelelim İstanbul dışında camiye çevrilmiş Türkiye Cumhuriyeti sınırları (KKTC dâhil) içindeki eski kiliselere: Yağ Camii (Adana), Ortahisar Fatih Camii (Trabzon), Kümbet Camii (Kars), Haydarpaşa Camii (Lefkoşa), Yeni Camii (Lefkoşa) ve Lala Mustafa Paşa Cami (Mağusa).

SON SÜRECİN İLK BAŞLANGICI

Ayasofya'nın yeniden cami yapılması tartışmalarıyla ilgili son sürecin başlangıç yılı 2004. Bu konuda ilk girişimde bulunan, Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği. Dernek, 1934 yılında alanın müze kararının iptali için Danıştay 10. Dairesi'ne dava açtı. Tam başvuru tarihi 22 Ekim 2004. Bu talep 2008'de reddedildi. İtiraz üzerine konu, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na taşındı, ancak bu kurul da 2012'de 10. Daire'nin kararını onadı. Bunun üzerine dernek, 2015'te Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuruda bulundu. AYM 'yetkisizlik' nedeniyle talebi geri çevirdi.

Dernek bu kez 2016'da farklı bir gerekçeyle -başta sözünü ettiğimiz Altındal tezine binaen- Danıştay 10. Dairesi'ne Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelenmesi talebi ile dava açtı. Hukuki sürecin özeti bu. Son olarak 1934'ten bu yana Ayasofya'ya dair arşiv taramasında dikkatimi çeken haberleri de özetleyeyim:

30 Mayıs 1976 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Ayasofya'nın Müze Oluş Öyküsü başlıklı yazı dizisinin spotu şöyle: "Ayasofya 41 yıl önce eşsiz bir sanat abidesini koruma gerekçesiyle müze haline getirildi."

Aytunç Altındal ve Yusuf Halaçoğlu'nun "Ayasofya, Atatürk istemediği halde müzeye dönüştürüldü" tezini yanlışlayan bir spot.

Yine Milliyet Gazetesi'nin arşivine göre Milli Türk Talebe Birliği'nden (MTTB) gençler 27 Mayıs 1967'de (Darbenin yıldönümüne gelen anlamlı bir tarih) Ayasofya'da iki rekât şükür namazı kılmışlar.

DÜNYA KORONA'YA ODAKLANMIŞKEN…

Yalnızca iki rakamın yer değiştirdiği 1354 (Ayasofya'nın, uzun bir aradan sonra yeniden Hristiyanların ibadetine açıldığı yıl) ile 1453'te (Ayasofya'nın Müslümanların ibadetine açıldığı yıl) arasındaki büyük değişimde de ebcet şifresi aramaya gerek yok elbette. Ancak böylesine kadim ve önemli bir mabedin 86 yıl sonra yeniden camiye çevrilmesinin gündemde olması rastlantı değil. Dünya, özellikle de Batı ve 'Ortodoks Doğu', yani Rusya; Korona ile uğraşırken Türkiye, Rum Ortodoksluğu kadar Batı için de önemli olan ibadethanenin kendi mülkü olduğunun altını bu yolla çizebilir.

Bu, bir hak olmanın ötesinde şimdiki konjonktürün cevaz verdiği bir siyasal tercih olarak görülebilir. Öyle ya! Suriye sahasında ve Doğu Akdeniz'de rekabet içinde olduğumuz Rusya ve Yunanistan her ne kadar kendi içlerinde Ortodoksluk kavgası yapıyor olsalar da Ayasofya'ya dikkat kesilmiş durumdalar.

Suriye ve Libya'da vekâlet savaşı yürüttüğümüz Rusya ile Doğu Akdeniz'de Türkiye'ye karşı kürek çekme hevesindeki Yunanistan'dan söz ediyoruz. ("Gerekirse Türkiye'yle savaşmaya hazırız" cümlesine -şimdilik- Milli Savunma Bakanı seviyesinde "Dil sürçmesidir o" dediğimiz Yunanistan…)

1934'te müze kararını dayatan konjonktür, 2020'de Ayasofya'nın kapısını cami olarak açabilir. Bu millet, Ayasofya'nın kapısından 1. Justinian kibriyle değil, vakarla gireceğine göre hiçbir beis yok.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA