Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

100 yaşındaki ses ve bir soru...

"Yalçın Küçük bir kitabında Ruhi Su'nun Ermeni olabileceğini belirtti. Çıt çıkmadı. Önemli mi bu saptama? Eğer gerçekse önemli. Eğer saklanıyorsa daha da önemli"

Nasıl bugün sağ ve muhafazakar politikalar bütün dünyayı önüne katmış götürüyorsa, o günlerde de sol etkiliydi. Yer gök sol kültürle ve onun sembolleriyle yüklüydü. Sol tiyatro, sol müzik, sol edebiyat, sol felsefe hayatı kuşatıyordu. 1960 sonrasında Türkiye sol ağırlıklı da olsa bir entelektüel ve kültürel coşku yaşıyordu. Fakat itiraf edeyim ki, o büyük entelektüel meraka, o ütopik arayışlara, büyük ahlaki tercihlere rağmen dünya bu kadar renkli değildi. Galiba teknolojinin bugünkü ölçülerde olmamasıydı o tatsızlığı yaratan. Özgürlüğü asıl yaratan şeyin teknoloji olduğu unutuluyordu. Tek kanallı devlet televizyonumuz vardı. O da özerk falan deniyordu ama bazı kısa süren devreler dışında devletin sansürü, denetimi altındaydı. Ruhi Su'nun oralara çıkması hayal bile edilemezdi. Ama bir gün bu gerçekleşti. Onu ilk kez o siyah beyaz ekranda gördüğümü anımsıyorum. Ekran yasaktı ama Ankara'da sol kitapların satıldığı Zafer Çarşısı'nın altında onun plaklarından ve posterlerinden geçilmezdi. Hangi kitapçıya girseniz arkada onun sesini, sazını duyardınız. Sanki başka bir şey dinlemek günahtı. Doğrusu günahtı. Varsa yoksa halk müziği ve onun sol, 'devrimci' yorumu... Sert bakışları, acı gülümsemesi olan, katı bir insan izlenimi verirdi. Bir de onun posterini, galiba Bayındır Sokak'taydı, şair-gazeteci Mehmet Kemal'in işlettiği Kalem isimli barın camında, kapısında görmüştüm. Halamın kimselere benzemez bıçkın ve delifişek oğlu Ali Rıza ağabey bir gece orada içtiğini ve Ruhi Su'nun onlara herkes gittikten sonra saz çalıp türkü söylediğini anlatmıştı. Ben o zamanlar opera severdim. Rus baslarına tutkundum. Hele basso profondo denince bugün de akan su durur. Yeryüzünün en derin seslerini onlar çıkarırdı. Ayhan Baran'ı operada izlemekten büyük haz duyardım. Bir de Ruhi Su'nun sesi çekici gelirdi.

RUHİ SU ERMENİ MİYDİ?
Ama Ruhi Su'nun müziğinden çok hoşlanmadım. O tekke türküleri falan hiç hoşuma gitmezdi. Etkileyiciydi ama içime yatmayan bir şey vardı okumasında. O Nazım Hikmet'ten okuduğu Kurtuluş Savaşı Destanı, o içine gömülü sesi falan hiç bana fazla bir şey söylemedi. Tutkunu olmadım. Açıkçası o zamanın o sol ve türkü, sol ve köylülük beraberliği, o Sabahattin Eyüboğlu grubunun çocuksu köycülüğü ve halkçılığı, coşunca insanların türkü okuması hiç lezzet almadığım bir anı olarak kaldı hafızamda. Evlere gittiğimde duvarda asılı duran köylü çorapları, köylü heybeleri, bazen oklava falan iterdi beni. Aynı şekilde o parkalar, postallar, balıkçı kazaklar da uzağımdaydı (bakmayın, balıkçı yaka kazakla yakışıklı bir resmim vardır.) Gene de etkileyiciydi Ruhi Su. Daha çok kişiliğiyle. Ne olduğunu bilmediğimiz 1951 'komünist tevkifatında' hapis yatmış çıkmıştı. Operadan atılmıştı. Bulunduğu yere, yaptığı işe ondan sonra gelmişti. Belli ki, kendisine de yaptığı işe de büyük saygısı vardı. Çok hazin bir geçmişe sahipti. Ağır hapishane koşulları, ölüme yakın işkenceler, çileli bir çocukluk. Çok değerli şeyler yapmıştı. Kendi müzisyenliği dışında Tülay German'a türkü söylemeyi o öğretmiş. Ölümünden sonra Timur Selçuk'un hakkında söylediklerini anımsıyorum. Çok farklı bir geçmişten gelse de Selçuk, hayli önemsiyordu Su'yu. Türkülerin o şekilde seslendirilişi elbette bir yenilik. Ama gerçek değerini buldu mu, bilemem. Neticede, onunla müziksel kan bağı olduğu söylenen Timur Selçuk bile daha geride kaldı, Ahmet Kaya öne çıktı. Müzik yapısı, dokusu tümüyle değişti. Şimdi sağda solda çıkan yazılara bakıyorum, hakkında yazılanlara. Van doğumlu. Ailesini Ermeni tehcirinde yitirmiş bir çocuk olduğu vurgulanıyor. Onun üstünde düşündüm geçen gün. Muhtemelen Ermeni bir ailenin çocuğuydu. Şimdi bundan hiç söz edilmiyor. Eskiden de edilmezdi. Gördüm üç beş, kırık dökük satır. Fakat hiçbir şey değil onlar. Olmayabilir de. Annesi babası teker teker kaderleriyle ölüp Su'yu küçük bir çocuk haliyle yalnız bırakmış da olabilirler. Ne yapalım ki, o hayat beni başka türlü düşünmeye zorluyor. Bir tek yıllar önce Yalçın Küçük bir kitabında bunu yazdı. Ermeni olabileceğini belirtti Su'nun. Çıt çıkmadı. Bir de vakti zamanında malum çevreler bu 'niteliğinden' ötürü saldırmıştı ona.

TİYATRODAKİ ERMENİLERİ YOK SAYIYORUZ
Önemli mi bu saptama? Eğer gerçekse önemli. Eğer saklanıyorsa daha da önemli. Hem Ruhi Su ve ailesinin ifade etmemesiyle, suskunluğuyla hâlâ şaşırtıcı hem insanların bunu görmezden gelişiyle. Bunu söyleyerek kimseye saygısızlık yapmadığımı umarım. Fakat bu toplumsal unutuş ve susma üstünde durulması gereken bir olgu. O kadar önemli ki, gene geçen gün Muhsin Ertuğrul tiyatrosunun fuayesinde düzenlenen bir sergiye bakarken bunları düşündüm. Yeniden. 'Türk tiyatrosu' dediğimiz varlığı Ermeniler yarattı. Güllü Agop, Vartovyan olmasa kumpanyalar olmayacak. Tomas Fasulyeciyan, Mınakyan, Kınar Hanım, Eliza Binemeciyan, Siranuş ve adlarını sayamadığım için mahcubiyet duyduğum diğer isimler. İleri giderek bir şey söyleyeyim: başlangıcı itibariyle bir Türk tiyatrosu yoktur. Ermeni tiyatrosu vardır. Onu devralarak Türk tiyatrosu oluşturulmuştur. O büyük Ermenileri bilinçli olarak yok sayıyoruz. İki iki dört. Neden, neden bir sahnemize şu adını andığım öncü şahsiyetlerden birinin adı verilmez? Güllü Agop olmasa tiyatro mu olacaktı? Ya da Hekimyan veya Aleksanyan... Kınar Hanım sadece Ece Ayhan'ın bir kitabının adında yaşıyor. Toto Karaca'ya kadar bu silsile devam ediyor. Fasulyeciyan, bir tek Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı isimli eserinin sonuna eklenmiş o ölümsüz tiratla buluştuğu için arada bir anımsanıyor. Onun dışında kilit altında her şey, bellekler, diller ve hatıralar. Hangi alanı kurcalarsanız öne çıkan 'gayrı müslimleri' bulursunuz. Ama toplumsal bellekte yer almıyor hiçbiri. Olmayacak şey. Ruhi Su için bu söylediklerim gerçek midir, bilmiyorum. Bu Ruhi Su'nun sorunu değil. O yapacağını en iyi şekilde yaptı. 100 yıla ulaşmış bir isim, bir ses olmak kıvanç duyulacak bir şey. Ötesi Türkiye'nin sorunu. Ona çektirdiği onca acıyla ve ona yaşattığı onca çileyle... O kadar ki, belki hâlâ özgür değil Ruhi Su!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA