Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Yakarsa garipler yakar

Aynı kubbenin güvercinleriyiz de aramızda nifak var!
Buralara nasıl geldik diye eskiye bakıyorum.
Ne günlerdi...

***

Yayın dünyasının bir yakasını ateist kafanın, diğer yakasını FETÖ'nün yönettiği günlerdi.
Bir yanda nobelci, ingilizceci, polisiyeci pompalanıyordu. Her ekranda bunlar vardı. Nobelci, Kanal 7 ekranında bile 4 saat Kar romanını anlatıyor, ingilizceci süzüm süzüm süzülüyor, polisiyeci gerdan kırarak Stalin üniversitesi maceralarını naklediyordu...
Öbür tarafta bir komedi olarak Batı klasikleri sansürleniyor, hidayet romanları elli bin, yüz bin basılıyor, okuyana depresyon tanısı konan hikayeciler zengin ediliyordu.
Şiirlerinde geçen 'Allah' kelimesi sayısınca şairler yarışıyor, İlber Ortaylı'nın market alışveriş listesi bile yok satıyordu.
Bir zamanlar nasıl resmi Kemalist tarih pompalanmışsa, bu sefer adeta asrı saadeti andıran bir Osmanlı tarihi pazarlanıyordu.
Çılgın günlerdi...

***

O günlerden bugünlere geldik.
Yunus Emre ile birlikte söylersek: Geldik ise ne oldu?
Şimdi o aynı sansürcülerin yancıları paraya para demiyor. Belediye kültür merkezlerinin odaları çetelerce işgal ediliyor.
İnsan-ölümlü-kul bir şair değil de 'zeusvari' bir zirvenin tanrı katına itilmek istenen Necip Fazıl veya Nazım Hikmet arasında homurtularla top çevriliyor. Yandan destekli ısmarlama romancılar, şişme hikayeciler ve rotasını kaybetmiş dergiler birbirine giriyor. Arkadan dolanmalı sinsi yumruklar atılarak aslında edebiyat ortamı denen şeyin patladı patlayacak bombası gözümüze sokuluyor....
Terelelli-sol tarafta toplama ajans dergileriyle okur yazar genç kuşaklar Müslüman düşmanı ebleh bir iklime itilirken, öteki tarafta kompleksten ölenlerin aşiretçi bir şımarıkla kotardıkları semt bültenleri kültür edebiyat dergisi diyerekten, insanları mide spazmına gömecek bir sıkıntıda ortalarda dolaşıyordu...
Modernleşmeyi batıyı taklit etmek olduğunu sanan, Mimar Sinan'ı zikretmekle işi bitirdiğini düşünen, kendi mimari tarzını yaratamayanlar çirkin apartmanlar denizinde sallapati oyalanıyordu...
Lafı uzatmak gereksiz. Beyazlar kadar Muhafazacı ailelerin de parayı bulmuş çocuklarının açtığı kafelerin alayı kötü bir New York taklididir! Her taklit kadar dokunaklıdır ama işin asıl acıklı yanı, çalan müzikler oraların asansör müziğidir.
Geçelim...

***

Ne kültür ihyası ne de medeniyet inşasıdır kimsenin umurunda olan.
Reklamlara bakmaya davet ederim sizi.
Konut reklamlarında sanki olay Kaliforniya'da geçmektedir. Öyle yaşam stilleri, öyle tipler, öyle eğlenceler...
Çünkü kendimize ait bir kültür fikrimiz yok! Kendi grubumuza, kendi tribünlerimize oynayıp kendi kendimizi tatmin edip duruyoruz. Cinselliğe bakışımız, günlük hayatta kullandığımız dil, Amerikan özentisi mekanlarda övündüğümüz yeme içme kültürünün sonucuyuz...
Selefi bir içe kapanmanın dindar veya laikçi taassubu da bizi kurtaramaz.
Anlamsız bir erkekçi kültür kadar, zorlama bir Avrupai farfara karşı karşıya konduğunda buradan görülmemiş bir seviyesizlik çıkmakta. Ki biliyoruz ki bu sağlısollu lümpen bir çürümenin işaretleridir...
İyi de arada gençlik kaynamakta, yetenekler heba olmakta! İki karşıt ve de güdük kuleye tırmanmak zorunda hissedenler, telef olup gitmekteler.
Şunu söylemek istiyorum, bu aslında bir çağrıdır.
Bu dandik kurtlar sofrasının dışında yer alan kültür, sanat ve edebiyat üstüne düşünenlere, üretenlere dervişane bir seda ile seslenmek istiyorum.
Yakarsa kültür, fikir, kanaat, medeniyet ateşini garipler yakar diyorum.
Yok mu yani gücümüz, çağlayan gibi akan kelimelerimiz?
Bir de şu var, yakılacak ateşin adı nedir?
Kalbimize mühürlü o hür bilgenin nefesidir...

***

Meraklısına: Bağımsız Sanat Vakfı'nın Tophane-i Âmire'de açtığı 'Karşılaşmalar' resim sergisini gezmeli. 21 Ekim'e kadar açık.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA