Bir vesile ile Adıyaman'daydım: Yumuşak, sakin insanlar, çok çocuk, tarım işçiliği, Nemrut Dağı, Fırat Nehri, dindarlık ve muhafazakarlık, Malatya, Antep, Urfa arasına sıkışmışlık. Geçenlerde Herakleitos'un 'karakterimiz kaderimizdir' sözünden dem vurmuştum. Ama sanırım bunun daha doğrusu 'içine doğduğumuz dünya kaderimizdir' olmalı. İçine doğduğumuz aile, içine doğduğumuz kent, içine doğduğumuz ülke. Ve sanırım hayat dediğimiz şey bu kaderden uzaklaşma çabası. Hayatımız o kaderle aramıza koyabildiğimiz uzaklık kadar. Hayat nefesimizin yettiği yer. Çünkü özne olabilmek ancak verili 'kaderin' dışına çıkabilmekle mümkün. Bu nedenle hayat yapılan bir şey değil, bozulan bir şey. Kendi kazağını giyebilmek için mevcut kazağı bir köşesinden tutup sökmek gibi. Ne kadar sökebiliyorsak o kadar varız. Belki de bu yüzdendir mikro ve makro devletçiklerin herkesi dizinin dibinde istemesi, uzaklaşmadan hiç hoşlanmaması.