Televizyonlara sıklıkla çıktığım dönemde bir umumi tuvaletin kapısından çıkmış, elimi yıkamak için lavaboya tam yönelmişken biri dan diye "Salih Bey..." diye seslendi. Döndüm baktım; biraz daha kaptırsa ağzı kulaklarında olacak denli "güleç" yüzlü bir yurdum insanı.
"Çok beğenerek izliyorum sizi Salih Bey..." dedi.
Kurtuluş yolu olarak "Benzettiniz galiba, insanlar çift yaratılmıştır ya hani..." demeyi zihnimden geçirmeye kalmadı, lavabodakilere dönüp "Bakın bakın, Salih Tuna" demez mi!
Kendisi tanıdı, yetmedi bir de etrafa duyuruyor!
Daha fazla rabarbaya maruz kalmadan "Acil bir işim vardı..." yollu geveleyip kendimi açık havaya attım.
Hayır yani, bir yazara tanıdığını söyleyeceğin veya iltifatta bulunacağın yer mi orası kardeşim. Nihayetinde hacet giderip çıkacağın bir lokasyon yahu. Kendini frenleyemiyorsan çık dışarı kapıda bekle bari, "tanıma" eylemine orda geçersin. Hem "Bakın bakın, Salih Tuna..." yaygarası da nedir öyle? Derdin ne; "Yazarlar da tıpkı bizim gibi küçük-büyük hacet gideriyorlar..." yollu sübliminal mesaj falan mı? Madem öyle, söyleyeyim: Yazarların okurlardan tek farkı, yazdıklarından dolayı kimi zaman soruşturmaya konu olmaları ve hatta cezaevini boylamalarıdır. Eskiden yasak kitapla yakalanan okurlar da aynı muameleye tabi tutulurlardı ya neyse...
***
Şöhreti, kuyruğuna teneke bağlanmış kediye benzeten kimdi unuttum; lakin o gün bu sözün tastamam künhüne vardım. Kıyısına geldiğim "şöhretten" ışık hızıyla uzaklaştım.
Yolda izde AVM'de, hülasa hiçbir yerde benim tanımadığım hiçbir insanın beni tanımasını istemem.
Her şeyden evvel mevzuyu bir şekilde siyasete getiriyorlar. Siyasi gündemden bitap düşen fakir için ne kadar dayanılmaz bir durumdur, anlatamam. "Yazıyorum işte açın okuyun" nobranlığı da bizden uzaktır. Naçar, siyasetten uzak "güvenli liman" mesabesinde futbol muhabbeti açarsın.
Bundan 5-6 yıl evvel aynen böyle yaptım. Yani, "muhalif bir elemanla" siyaset konuşmamak için futbola kaçtım. Yanılmışım ki ne kadar. Eleman şappadak
"Akepe futbola siyaseti soktu..." dedi. Kestirip atmak için huyuna gittim. "Hiç sorma!" dedim. Anlamadı daha da coştu: "Koç'a bile laf söylüyorlar..." dedi.
"Yok canım o kadar değildir..." diye takıldım. "
Hıncal Uluç 'Ali Koç insanlık suçlusudur' dedi; kendi kulaklarımla dinledim..." karşılığını verdi. Sonra da "İslamcılar hep böyle zaten" diye ekledi. "Hangi İslamcılar?" diye sordum:
"Siyasal İslamcılar mı Karasal İslamcılar mı?"
Yine anlamadı.
"Ben İslamcılığı sizin kadar ayrıntılı bilemem..." dedi. "Ben de çok bilmem" dedim, "Hıncal Uluç'un İslamcı olduğunu biraz önce sizden öğrendim..."
***
"
Bir hakem nasıl hak yer, maçı bir taraftan alıp öbür tarafa nasıl verir Türkiye canlı canlı izledi. Dün gece gördük ki Türk
hakemliği, Türk futbolu için değil sosyal
barış için de bir beka sorunudur..."
Yukarıdaki satırları, eski hakemlerimizden
Ahmet Çakar'ın geçen pazar günü Kadıköy'de oynanan
Fenerbahçe-Rizespor maçı dolayımında gazetemizdeki yazısından okuyunca rahmetli
Hıncal Uluç yaşasaydı ne derdi diye düşündüm.
Sevgili Ahmet Çakar'dan aşağı kalmazdı. Hatta, eleştirilerinin odağında hakem değil, kuvvetle muhtemel
Ali Koç yer alırdı.
Zira, Ali Koç'a kimseciklerin gözünün üstünde kaşın var diyemediği dönemde bile
"Bu ülke sporunu Ali Koç mu yönetiyor?" diyen birinden söz ediyoruz.
Ben mi?
Futbol en popüler seyir sporudur denir ama maçlarda artık futbol yerine hakemleri seyretmek zorunda kalıyoruz. Bu da bana zevk vermiyor, başka ne diyeyim.