O Gülbahar Hatun'un / Atapark'ın çocuğuydu, ben hemen yukarısındaki Erdoğdu Mahallesi'nin. O Maçkalıydı, ben Tonyalı. O Ülkücüydü, ben Büyük Doğucu.
Ne ki mefkûre bakımından da refiktik. Sonuçta Trabzon'un ülkücüsüydü; "Kanımız aksa da zafer İslam'ın" diyenlerden. Kaldı ki daha orta mektep yıllarımdan Büyük Ülkü Derneği'nin yabancısı değildim.
Hayır, Trabzon'da yolumuz hiç kesişmedi. Fakat Mareşal lakaplı "Musa abi" misali (düşmanın münasip yerlerini paslı jiletle kesip ordusuna intizam veren) "delilerimiz" bile ortaktı.
***
Onunla ilk kez 1984'te Ankara'da tesadüfen yolumuz kesişti. Tesadüfen diyorum, çünkü Ulvi Alacakaptan ve merhum Hasan Nail Canat'la birlikte bir tiyatro oyunu için gittiğimiz Ankara turnesinde aynı salonu paylaşacaktık.***
Leman dergisinde 80'li yılların sonunda yazmaya başlayınca içine doğduğu çevrenin dışında yepyeni okurlar edinmekle kalmadı, aşinası olduğu çevrelerin de "hayranlığını" kazandı.***
Televizyon konuşmalarıyla çok geniş kitlelere ulaştığı dönemde sözünün, söyleminin yer aldığı haber siteleri tıklanma rekoru kırıyordu. Korsana düştüğü için kendisine maddi olarak faydası olmasa da kitapları kapış kapış satıyordu.***
Kategorize edilecek adam değildi. Müdanasız olmaklığın ete kemiğe bürünmüş hâliydi.
Kurosava'nın Rashomon filminden mülhem söyleyecek olursak insanlarda "Rashomon etkisi" bırakırdı. Zira, herkesin bir Nihat Genç'i vardı. Lakin, onun kimsenin Nihat Genç'i olmak gibi bir derdi yoktu.
Hayatının her döneminde ABD emperyalizmine karşıydı, hayatının her döneminde eskimez, solmaz, pörsümez şekilde bu topraklara âşıktı.
Entübe edildiği günden beri kötü haberi yüreğim ağzımda bekledim. Teselli babından kendime ne telkinler ettim ama zerre fayda etmedi. Acı haber geldi, çöktüm kaldım. Oysa onulmaz hastalığını öğrendiğimden beri güya kendimi hazırlamaya çalışmıştım.
Yeni Şafak'tan ayrıldığımda ODATV'deki yazısında, "Bir de özel bir şey söylemek istiyorum Salih, eskiler laf uçar yazı kalır derdi, günümüzde öyle bir dostsuz iletişim çağı içine düştük ki, artık bu veciz sözün tersine inanıyorum, yazı hay huy uçar unutulur, ama iki arkadaş arasında edilmiş laflar, en nadide hatıralar gibi ciğerimize, kalbimize en yakın bir yerde kişiliğimizin en hayati organı olarak ebediyen kalır..." demişti.
Öyle de kaldı ve yaşadığım sürece de kalacak.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Salih Tuna | Nihat bizim neyimizdi?