Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İSA TATLICAN

‘Unutulan soykırım tekrarlanır’

Geçtiğimiz yıl Türkiye heyeti ile birlikte Srebrenitsa Soykırımı'nın anma törenlerine katılmıştık. Dünyanın gözleri önünde 8372 Boşnak'ın katledilmesinin acısını Srebrenitsa'daki kardeşlerimizle birlikte tekrar yaşadık. Katliamın gerçekleştiği meydan ve Sırpların soykırım üssü Potoçari Akü Fabrikası adeta bir açıkhava müzesi haline getirilmişti. Gördüklerimiz karşısında dehşete düşmüştük. Aliya İzzetbegoviç'in "Ne yaparsanız yapın, soykırımı unutmayın. Unutulan Soykırım Tekrarlanır" sözünü akıllarından hiç çıkarmayan Boşnaklar, bu soykırımı her yıl daha anlamlı olarak hatırlıyorlar. Bizim de 15 Temmuz ihanetini hiç unutmamamız gerektiği gibi…

Bugün Srebrenitsa soykırımının 28. yıldönümü. Bu soykırımının anlamını, geçtiğimiz yıl seçimleri kazanan Bosna-Hersek Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi'nin Boşnak üyesi Prof. Denis Beçiroviç'e sordum:


SOYKIRIM'IN TAŞLARI 1980'LERDE DÖŞENDİ

Geçmişten bu yana varolan Bosna-Hersek ve Boşnak karşıtı propaganda 1980'lerin ikinci yarısında açıkça yeniden ortaya çıktı. 1990'ların başında daha da yoğun bir şekilde artarak devam etti. 1992'de, Büyük Sırbistan yönelimli politikacılar ve entelektüeller, Boşnaklar hakkında tehlikeli bir unsur olarak olumsuz klişeler oluşturmaya başladılar. Bosna Hersek Cumhuriyeti'ne yönelik, İslam'ın işgal dini olduğunu söyleyerek saldırı sırasında yapılacak soykırıma zemin hazırladılar.

Bosna-Hersek'e yönelik savaşın en büyük kurbanları yine Boşnaklar olmuştur. Bosna ve Hersek'e yapılan saldırının her bir kurbanına din ve milliyet gözetmeksizin saygı gösterilmesi gerekliliğinin uygar insanlar için bir ikilem olmadığı açıktır. Fakat Bosna- Hersek'te ne tür bir politikanın soykırım ve toplu savaş suçlarına yol açtığını vurgulamak da son derece elzemdir.

AMAÇLARI BOŞNAKLARI TAMAMEN YOKETMEKTİ

Bosna-Hersek Cumhuriyeti'ne yönelik saldırı, toplumsal yapıyı tamamen yok etmeyi, ülkenin yasal düzenini ile birlikte Boşnakların etnik bir grup olarak yok edilmesini amaçlıyordu. Hedefleri, 'Boşnak ve Bosnalı' olarak tabir edilen her ne varsa yok etmekti. Boşnaklara yönelik soykırım, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin tam yıkımını hedef almıştı. Çünkü Büyük Sırbistan saldırganlığı, alanını giderek genişletmek istiyordu. Amaçlarına, bu bölgede yaşayan insanlar yok edilmeden ulaşamazlardı. Boşnaklara yapılan soykırım, Büyük Sırbistan projesini uygulamanın önündeki ana "engeli" ortadan kaldırmaya yönelik bir stratejiydi. Arka planda var olan bu tür fikirler eşliğinde, Sırp ordusu ve "paramiliter" oluşumlar 1992 baharından itibaren en korkunç zulümleri ve kitlesel katliamları gerçekleştirdi. Zapt edilen yerlerde düzenli olarak Sırp olmayan nüfusa, özellikle Boşnaklara yönelik kitlesel katliamlar yapıldı. Sırp uyruklu olmayan onbinlerce vatandaş toplama kamplarına kapatıldı. Banya Luka yakınlarındaki Manyaça, Keraterm; Priyedor yakınlarındaki Omarska ve diğerleri… Yüzbinlerce kişi ölüm tehditi altında evlerini terk edip göçe zorlandı. Bölgenin "etnik temizliği" kavramının ayrılmaz bir parçası olarak isyancı Sırp kuvvetlerinin kontrolü altında Boşnak ve Hırvat mülkleri yağmalandı. Bunun yanı sıra Boşnak kadınlara yönelik toplu tecavüzler organize edildi.




SREBRENİTSA'DA SOYKIRIM SUÇU İŞLENDİ

28 yıl önce Birleşmiş Milletler korumasındaki bir bölge olan Srebrenitsa ve çevresinde soykırım suçu işlendiği ulusal-uluslararası birçok mahkemenin nihai kararıyla teyit edilmiştir. 1995 yılının Temmuz ayında bir hafta boyunca, Avrupa'nın göbeğinde bu insanlık dışı öldürme operasyonunda 8.000'den fazla Boşnak korkunç bir şekilde yaşamını yitirdi. Öldürülenler arasında 800'den fazla çocuk vardı. 1995 yılı Temmuz ayında Srebrenitsa koruma alanı içinde ve çevresinde planlı ve sistematik olarak üç kuşak Boşnak erkeklerini "yok etmeye" çalıştılar. Bu vahşetin tek bir amacı vardı: Boşnak etnik topluluğunun radikal bir şekilde yok edilmesi.

Boşnaklara yönelik soykırımın 28. yılında bugün, işlenen suçun boyutunu dünya çapında hatırlatmak ve gözler önüne sermek gerekmektedir. Temmuz 1995'te Birleşmiş Milletler koruması altındaki Srebrenitsa'da bir haftada binlerce Boşnak esir alındı, vahşice yokedildi ve toplu mezarlara gömüldü, yüzlercesi diri diri gömüldü. Çocuklar annelerinden koparılıp gözlerinin önünde katledildiler, çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan 40.000 kişi yer değiştirmeye zorlandı.

AKLA HAYALE SIĞMAYACAK VAHŞET

Toplu ve bireysel katliamlar, konut sakinlerinin zorla yerlerinden edilmesi, işlenen tecavüz suçları, ailelerin şiddetle birbirinden ayrılması, sivil konutların bilinçli imhası ve dayatılan ağır varoluşsal yaşam koşulları, Boşnak etnik grubunu fiziksel veya biyolojik olarak yok etme niyetiyle bilinçli olarak işlenmiştir. Temmuz 1995'te Srebrenitsa ve çevresinde işlenen "akla hayale sığmaz vahşet" sahneleri hakkında birincil, ikincil ve üçüncül toplu mezarlar da dahil olmak üzere çok sayıda kanıt bulunmaktadır.

Temmuz 1995'te Boşnaklara karşı işlenen soykırım kendiliğinden olmadı. Aksine, bazı aydınlar, medya ve diğer toplumsal yapılar tarafından teşvik edilen ve desteklenen sözde Sırp Cumhuriyeti, siyasi ve askeri otoriteleri soykırım suçunu, infazını, lojistik desteğini sağlanmasını ve ardından toplu mezar kazmak ve saklamak suretiyle örtbas edilmesini planladı. Tüm bu işlenen suçların, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararlarla teyit edildiğinin de altını çizmek gerekiyor.

MAHKEME SOYKIRIMI TESCİLLEDİ

Birleşmiş Milletler'in en yüksek yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı, 26 Şubat 2007'de Lahey'de Bosna-Hersek davasında, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin ihlali nedeniyle Federal Yugoslavya Cumhuriyeti (Sırbistan ve Karadağ) aleyhine karar vermiştir. Mahkeme, Bosna-Hersek'in iddianamesine ait bazı kısımlarını kabul etmiştir ve Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Sözleşmesi'ne göre, Temmuz 1995'te Srebrenitsa'da meydana gelen olaylar ile bağlantılı olarak "Sırbistan'ın soykırımı engelleme yükümlülüğünü ihlal ettiğini" tespit etmiştir. Uluslararası Adalet Divanı'nın kararı, Sırbistan'ın Bosnalı Sırplara soykırımın işlenmesi sırasında maddi güvence sağladığı gerçeğini ve Boşnak nüfusa karşı soykırımın siyasi liderlerinin emriyle sözde Sırp Cumhuriyeti ordusu ve polisi tarafından gerçekleştirildiğini doğruladı.




BM SOYKIRIMA GÖZ YUMDU

Birleşmiş Milletler, Boşnaklara karşı işlenen soykırımı önlemekle yükümlüydü. Yapmaları gerekirdi ama yapmadılar. Srebrenica'daki soykırım, Uluslararası Toplum ve Birleşmiş Milletler tarafından durdurulabilirdi ama durdurulamadı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ölüm tehlikesi altındaki on binlerce sivilin kaderi hakkında endişelenmek yerine, Bosnalı Sırplar tarafından Srebrenitsa civarında gözaltına alınan Birleşmiş Milletler personelinin derhal serbest bırakılmasını talep etmiştir. Sonunda, BM Koruma Güçleri geri çekildi ve masum sivilleri saldırgan askeri oluşumların soykırımına terk etti. Bu nedenle ifade edilmelidir ki Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'daki başarısızlığı sorumluluktan kaçmanın, tereddütlerin ve uluslararası toplumun kuşatılmış Boşnak nüfusu soykırımdan korumak konusunda hazırlıksızlığının bir sonucuydu.

Srebrenitsa'da büyük güçler dahi, 1948 yılında imzalanan "bir daha asla" tabiriyle bilinen ve bağlayıcı bir uluslararası hukuk normuna dönüşmüş tarihi bir vaad olan Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'yi ihlal etmişlerdir. Kurbanlar ve onların katilleri arasındaki teması önlemek için ellerinde yasal araçların yanı sıra diplomatik ve askeri araçlar olduğu halde soykırımı önlemek için etkili hiçbir şey yapmadıkları sebebiyledir ki, büyük güçlerin sorumluluğu daha da ağırlaşmıştır.

SOYKIRIM CEZASIZ KALDI

Savaş suçlularını işledikleri korkunç suçlar için yeterince cezalandırabilecek dünyevi bir adalet yok. Ne yazık ki soykırımın işlenmesine katkıda bulunan veya eylemleriyle doğrudan soykırım suçuna, insanlığa karşı işlenen suçlara ve benzeri suçlara dahil olan pek çok suçlu yargı önüne dahi çıkarılmadı.

Soykırımın inkar edilmeye devam etmesi ve Sırp lider Milorad Dodik'in hüküm giymiş savaş suçlularını alenen yüceltmesi ve onlara en yüksek onurları veriyor olması özellikle acı vericidir.

Temmuz 1995'te Srebrenitsa "güvenli bölge"sinde Boşnaklara karşı işlenen soykırım, Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra işlenen en ağır ve en korkunç suçu temsil ediyor. Temmuz 1995'te Srebrenitsa ve çevresinde tasarlanan ve uygulananlar soykırımın karşılığında katı ve yeterli bir cezanın olmadığı kanaatindeyim.

Bununla birlikte, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde ve bölgedeki diğer mahkemelerde, soykırım suçunu planlamada ve bu suça katılımda bireysel ve komuta sorumluluğu olan 50'den fazla kişi yargılandı. Srebrenitsa'daki suçların soykırım olarak nitelendirildiği ilk karar, 2001 yılında, Sırp Cumhuriyeti Ordusu eski Generali Radislav Krstić'e verildi. Krstic, soykırıma katılma ve yardım etme suçundan dolayı 35 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Haziran 2021'de olduğu gibi, sözde Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun eski komutanı olan Ratko Mladiç; Srebrenitsa'daki soykırım, Bosna-Hersek'teki belediyelerde Boşnaklar ve Hırvatlara yönelik yapılan zulüm, Saraybosna kuşatması sırasında sivilleri terörize etmek ve BM Koruma Gücü üyelerini rehine olarak tutmak gibi suçlardan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Mart 2019'da mahkeme, Sırp Cumhuriyeti'nin eski Cumhurbaşkanı Radovan Karaciç'i 1992-1995 savaşı sırasında Bosna-Hersek'te işlenen soykırım ve diğer suçlardan ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.

Uluslararası mahkemelerin yanı sıra Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Sırbistan'daki mahkemeler nezdinde 50'den fazla kişi Srebrenitsa'da işlenen suçlardan hüküm giydi ve 700 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldılar.




SOYKIRIMI ASLA UNUTTURMAMALIYIZ

Birleşmiş Milletler'in en yüksek mahkemeleri Boşnaklara karşı soykırımın suçu işlendiğini kanıtladı. Ülkemizde bazı çevrelerin göstermek istediği gibi iç savaş çıkmadı. Boşnaklara yönelik soykırım silinemeyecek bir gerçektir.

Uluslararası toplum, Bosna-Hersek örneğinden uzun vadeli dersler çıkarmalıdır ve uluslararası hukukun en temel normlarının ihlal edilmeye devam etmesine izin vermemelidir.

Uluslararası topluluğun bağımsız ve egemen ülkelerin haklarını koruduğu mekanizmalar etkisizdir.

Bizler belgeleme konusunda, Boşnaklar üzerine işlenen soykırım hakkında kamuoyunu bilgilendirme konusunda çok çalışıyoruz. Toplumsal hafıza ve hatırlama kültürünü geliştiriyoruz. Hafıza kültürünün, soykırımın tekrarına karşı en iyi koruma olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle soykırımla ilgili arşivin Bosna Hersek'e teslim edilmesi ve sorumlu bir şekilde saklanması konusunda BM ile işbirliği içinde faaliyetler başlattık.

BOSNA HERSEK'E YÖNELİK HALA CİDDİ TEHDİT VAR

Bosna Hersek'te ve bölgede barışın korunmasına yönelik ciddi bir tehdit var. Sırp lider Milorad Dodik, Belgrad'da yaptığı konuşmada, amacının Bosna Hersek'i yok edip daha büyük bir Sırbistan'ın yaratılması olduğunu açıkça söylüyor. Ne yazık ki, bazı Sırp yetkililer de Dodik'in ayrılıkçı açıklamalarından farklı düşünmüyor. Durum tırmanıyor ve 1995'ten günümüze en ciddi istikrarsızlığın eşiğine kadar ulaştı. Sırp liderler Bosna Hersek devletinin anayasal düzeni tehdit ediyorlar. Bu da ülkede olduğu kadar bölgede de barış ve güvenliği doğrudan tehdit etmektedir.

Bosna Hersek'te şartların kötüleşmesi, Rusya'nın 24 Şubat 2022'de Ukrayna'ya yönelik saldırı başlatmasıyla doğrudan alakalıdır. O zamandan beri Milorad Dodik'in politikalarında gözle görülür bir katılaşma oldu. Uzun zamandır Milorad Dodik'in sadece politik değil aynı zamanda da bir güvenlik sorunu olduğunu söylüyorum. Ne yazık ki gözlemlerim ve değerlendirmelerim doğru çıktı, bunu şimdi başkaları da görüyor. Kendisi Dayton Barış Antlaşması'nın garantörü olan iki kuruma saldırdı; bunlardan biri uluslararası toplumun Bosna-Hersek'teki yüksek temsilcisi, diğeri ise Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi'dir. Bunlar, bağımsızlığı, egemenliği ve Bosna-Hersek'in toprak bütünlüğünü ihlal etmek amacıyla özenle tasarlanmış eylemlerdir. Biz bu kurumları korumalıyız. Ben bunları Dayton Barış Anlaşması'na tanık ülke temsilcilerine açıkça anlattım. Uluslararası toplum artık kararlı olmalıdır. Artık kararlılık ve güç göstermek gerekir. Dayton karşıtı politikayı durdurmak için önlemler almak gerekmektedir. Bu yolda, daha da büyük bir krizi önlemek için dünyadaki tüm müttefik ve dostlarımızın desteği önemlidir. NATO'nun son derece önemli bir üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin de desteğine güveniyoruz.


TÜRKİYE'NİN DESTEĞİ İLE NATO'YA KATILMAK İSTİYORUZ

Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile çok iyi ilişkilerimiz olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu yılın ilk yarısında İstanbul ve Ankara'da samimi toplantılar gerçekleştirdik.

İki ülkenin geleneksel olarak iyi siyasi ilişkileri olmuştur. Mükemmel ilişkilerimizi en üst devlet düzeyinde yoğun karşılıklı ziyaretlerle beslememiz ve güçlendirmemiz son derece önemlidir. Bosna-Hersek ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilişkileri tarihe dayanır. Türkiye; kendisine tarih, kültür ve gelenekle bağlı olduğumuz büyük bir ülke. Türkiye Cumhuriyeti, Bosna Hersek'in önemli bir dış politika ortağıdır. Bosna Hersek'in iki stratejik hedefinden biri NATO üyeliğidir. Türkiye, bölgesel bir güçtür, NATO'nun çok önemli bir üyesidir ve şüphesiz bizim için mümkün olan en kısa sürede NATO'nun tam üyesi olmamıza yardımcı olmak için elinden geleni yapacaktır. NATO'ya katılım şu anda Bosna Hersek'in en önemli önceliğidir. NATO'ya girmemiz Avrupa'nın bu bölümünde barış ve güvenliğin başlangıcı olacaktır.

ERDOĞAN'A ÖZELLİKLE TEŞEKKÜR EDİYORUM

Bosna-Hersek'in bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüne verdiği güçlü desteğin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti Bosna-Hersek'e Avrupa-Atlantik entegrasyonları yolunda güçlü katkı sağlıyor. Bu destek özellikle, Sırp lider Milorad Dodik'in politikalarının neden olduğu gerginlik zamanlarında ve mevcut jeopolitik bağlamda oldukça önemlidir. Bunun için Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a özellikle teşekkür ettim.

İyi diplomatik ilişkilerin yanı sıra Bosna-Hersek'in Türkiye Cumhuriyeti ile güçlü duygusal bağları da var. Bugün Türkiye'de milyonlarca Boşnak kökenli vatandaşımız yaşıyor. Bu insanlar büyük ölçüde Boşnakça konuşurlar ve duygusal açıdan hem anavatanları Türkiye'ye, hem de diğer bir vatan olan Bosna'ya bağlıdırlar. Bu vesile ile Boşnak asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını özümüz ve diasporamız saydığımızı söylemek isterim.

NOT: BU RÖPORTAJIN GERÇEKLEŞMESİNDEKİ KATKILARINDAN DOLAYI MELEK ŞOTO VE ZEYD ŞOTO'YA TEŞEKKÜR EDERİM.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA