91 yaşındaydı, New Hampshire'daki evinde öldüğünde dünyanın büyük çoğunluğuna kendini unutturmayı başarmıştı. Yaşayan en münzevi yazar unvanını muhtemelen Thomas Pynchon'a bırakarak aramızdan ayrılan J.D. Salinger, 50 yıldır evinin çevresinde dolanan hayranlarına da, onunla söyleşi yapmak için her türlü numaraya başvuran gazetecilere de yüz vermedi. Hikâyelerini
Franny ve Zooey, Dokuz Öykü gibi kitaplarında anlattığı Glass ailesini; Adnan Benk'in Fransızcadan yaptığı efsanevi çevirisiyle okuyup hayran kaldığımız
Gönülçelen'in Holden Caulfield'ını, pek çok alaycı, tutunamayan, komik, mutsuz karakteri ardında bırakarak gitti. Üniversite yıllarında ünlü bir yazar olmak, yazdıklarını herkese okutmak için uğraşan biri olduğu söyleniyor; hiç kimseleri beğenmeyen Vladimir Nabokov dahi Salinger'ın hikâyelerini 'iyi yazı örneği' olarak göstermişti. Sonraları ise edebi üne de, başka yazarların düşündüklerine de artık boşvermeye başlamıştı. Evden pek az çıktığı söyleniyordu, çıktığında
New Yorker dergisinin tıpkı kendisi gibi münzevi bir tip olan eski editörü William Shawn'la buluşur veya Florida'ya tatile giderdi. Elbette hayatına gidmiş kadınların yazdığı biyografileri okuyabilir, gazetecilerin yazdığı portrelere bakabilirsiniz ama J.D. Salinger her zaman bir muamma olarak kalacak. Çünkü o, edebi ününün keyfini sürmek, kitaplarını birer ürün olarak 'pazar'a sunmak yerine bir odaya kapanıp yazmayı, giderek 'dünyadan yok olmayı' seçmişti.