- Niye hâlâ oradasınız?
- Daha ileride dönerim belki. Çok rahat bir hayat yaşıyorum şimdi. Pide yapıyorum, üç odamı pansiyon olarak satıyorum...
- Fahri konsolos gibisiniz galiba...
- İnşallah öyle bir unvan almam çünkü yüküm daha da artar. Yolun bir tarafında Mandela oturuyor, bir tarafında ben oturuyorum. Rehberler Türk turist gezdirirken 'Bu Mandela'nın evi,' diye önce orayı gösteriyor, sonra da 'Burası da Yüksel Uzel'in evi,' diye benimkini. Dolayısıyla bazıları kalkıyor otobüsle geliyor kapıya. Hadi buyurun, kırk kişi ağırlıyorsun pastası, çöreği... Ben de olayı bu şekilde çözdüm.
- Tek geliriniz pansiyondan mı?
- Mazbut bir hayatım var. Sokağım yok, giyimim yok, hayvanlarımla yaşıyorum, bir tane yardımcım var. İdare ediyorum.
- Hâlâ anlamadım nasıl geçindiğinizi?
- Hazırdaki, o bu, bir şekilde dönüyor. Biraz borç harç, biraz mücevher satılıyor...
- Tamam da nereye kadar?
- Gittiği yere kadar... Türkiye'yi taşıyamam, ben artık sahne yapamadığıma göre ne iş yapacağım Türkiye'de söylesene? Geçinemem ve çok üzülürüm. Bir standardım var, çok düzgün bir arkadaş grubum var. Her davete giyinmeye kalkışsan yetmez zaten!