Sıradan bir Türkiyelinin hayatta dolaylı veya dolaysız olarak aldığı ilk uyarılardan biri, herhalde, "artistlik yapma"dır. Babasından, okulundan kaçan, aynı hayat önerisini büyük ihtimalle sokakta da hızlıca bulur. Artistlik yapılan an, birisinin topluluktaki rolüne ilaveten kendine ait bir şey sergilediği herhangi bir an olabilir. Sipariş edilmiş repliğin dışına çıkan veya dikkat çeken herhangi bir şey. Bireyin topluluğa ait olurken (veya olamazken) tüm bunları nasıl şekillendirdiği, nereden bastırıp nereden dışa vurduğu, Kutluğ Ataman'ın Türkiye'deki ilk retrospektifi 'İçimdeki Düşman'ın sorularından biri. 'Kimlik inşası'na odaklanan onbir video yerleştirmesi, kimlik inşaatlarının sık sık sabote edildiği bir ülkenin seyircileri için, iyi bir yüzleşme alanı. Ama işlerin içeriği, bizi sadece Türkiye'deki politik ve sosyal rol dağılımlarına yönlendirmiyor. İnsanın kendine biçtiği kimlik ile yaşadıklarını hikâyeleştirme biçimi arasındaki bağlantı, 'İçimdeki Düşman'ın temel araştırma konusu.
HERKES KENDİ FİLMİNİN BAŞROLÜNDE
"İnsanlarda şey var, dünya onların dünyası sanki. Başkaları da kendi filmlerinin başrolünde halbuki," diyen Ceyhan,
Ruhuma Asla isimli yerleştirmenin bir başka sahnesinde, fazla sırnaşık bulduğu İsviçreli partnerinin yerini, tanıdık bir travesti divalığıyla açıklıyor: "O bir figüran sadece, benim filmimde oynayan." Neredeyse saplantılı bir Türkan Şoray hayranı olması, hayatın bazı sahnelerinde Cahide Sonku olmasına engel değil. Farklı roller için ruhun kostüm değiştirmesi gerekebiliyor.
Bu Bir Fasit Daire'de (2002), çember halinde yere dizilmiş on iki ekranda Berlin'lilerce uğradığı ırkçılığı anlatan Jamaikalı göçmeni dinlerken, kolaycı yargılardan kendisinin uzak olduğuna dair bir ipucu yakalamakta zorlanıyor insan. Stefan (
Stefan'ın Odası, 2004) ve Veronica (
Veronice Read'in 4 Mevsimi, 2002), hikâyelerine 'toplum müdahalesi'nin yollarını tamamen tıkamışlar; saplantılı hobileri içinde yaşıyorlar. ABD'nin yüksek refah bölgelerinden Orange County'de Laguna Beach Kahkaha Kulübü'ne katılanlar, ayrıcalıklı yaşamlarının sağlamadığı özgürlüğe, plajda John Waters kahramanları gibi davranarak ulaşmaya çalışıyor (
Cennet, 2006). Ataman ve babasının hep 'Türk rolü' yaparak yaşamış Ermeni dadısı, ortaya dökmeye fırsat bulamadığı hikâyesini, artık kendisi de unutmuş görünüyor.
Peruk Takan Kadınlar (1999), bedenleriyle kurdukları ilişkinin toplumsal bedellerini ödedikleri senaryolar içindeler. Arşa doğru yükselen beş farklı ekranda, zikir eyleminin farklı aşamalarında görülen adam (
99 Ad; 2002), bedeninden kurtulduğu yerde bulmaya çalışıyor kendini. Dilenciler (2010), avuç açarken kendilerine belirledikleri pozisyonu (ısrarcı, küskün, duacı...) hayata geçirmek için, sadece göz göze gelmeyi bekliyorlar.
fff (2006-9) ise, iki İngiliz ailenin 50'li - 60'lı yıllarda çekilmiş video kayıtlarını bir bilmeceye dönüştürerek, seyredeni onun içinde bir anlatı aramaya itiyor.
Türk Lokumu (2007), 'anlaşılan'ları bazen ne denli basit kodların belirlediğine dair bir hatırlatma. Karanlık bir galerideki ekrandan 'üzerimize üzerimize' dans eden dansöz (Kutluğ Ataman), kibirli bir kayıtsızlıkla bakıyor. Neye baktırıp neye şaşırttığını çok iyi biliyor çünkü. Taşıdığı klişelerin bıkkınlığı da var biraz üzerinde. Ama iç ve dış düşmanlara inat, püsküllerini sallamaya devam ediyor. Zaten birileri 'artistlik' yapmadan, gerçeklerden bahsetmek mümkün olmuyor.