2011 yılı, eski Türkiye-yeni Türkiye mücadelesinin kristalleştiği, yeni Türkiye imkânının ne tür gündemlerle ve hangi enstrümanlar aracılığıyla realize edilebileceğinin ilk işaretlerinin alındığı bir yıl oldu. 12 Eylül referandumu, Yeni Türkiye'nin en önemli önceliğinin, demokratikleşme, sivilleşme ve normalleşme olduğunu ortaya koymuştu. 2011 bu her üç alandaki gelişmelerle, yeni Türkiye'nin teşekkül sürecinin, elde edilen somut kazanımlarla, geri döndürülmesi zor bir mecraya aktığını ortaya koyan bir yıl oldu.
12 Haziran seçimleri
2011'in en önemli başlığı, hiç kuşkusuz, 12 Haziran'da yapılan genel seçimlerdi. 12 Haziran seçimlerinin en önemli sonucu, 12 Eylül referandumunun sembolize ettiği vesayeti geriletme sürecini teyit etmesidir. Seçim, iki şekilde vesayeti gerileten bir işlev gördü: Öncelikle, kuruluşundan beri vesayetle mücadelenin sözcüsü olan ve bu uğurda 10 yıl boyunca sıkıntıları göze alarak vesayet sürecini geriletmeyi başaran AK Parti, toplumsal desteğini artırarak (%50), sorgulanamayacak şekilde siyasal ve toplumsal merkeze yerleşti.
İkinci olarak da, 12 Haziran seçimleri, yeni Anayasa sürecinin gündeme taşınması bağlamında vesayeti geriletici bir misyon yüklendi. Anayasa'nın en önemli siyasal gündeminin özgürlüklerin genişletilmesi ve demokratik standartların yükseltilmesi olduğu göz önüne alındığında, seçimlerin bir diğer önemli siyasal sonucunun vesayet sistemini ortadan kaldırmak olduğu söylenebilir.
Bu çerçevede, siyasetteki yansımaları dolayısıyla, 12 Haziran seçimlerinin 14 Mayıs 1950 seçimlerine benzediğini söylemek mümkündür: 1950'deki seçimlerin tek parti döneminin siyasal vesayetini yıkıp, demokratik bir dönemi başlatması gibi 12 Haziran seçimleri de, işaret ettiği yeni Anayasa ile yarım asırlık kurumsal vesayeti tamamen sona erdirme imkânını doğurmuş durumdadır.
PKK'nın silahsızlandırılması
2011, Türkiye'nin Kürt sorununu çözme ve PKK ile mücadele stratejisinde bir muhasebe ve karar yılı oldu. Bu muhasebe fonksiyonu dolayısıyla, 2011'in ilk yarısı, PKK ile mücadele tarihinin en etkili barış sürecinin yaşanmasına tanıklık ederken, ikinci yarısında, PKK ve KCK'nın başlattığı eylemler ve bu eylemlere yönelik sürdürülen operasyonlarla son yılların en yoğun çatışma sürecine girildi.
BDP'nin sivil itaatsizlik eylemleri ve 12 Haziran seçimlerindeki başarısı, İmralı ile yürütülen görüşmeler ve MİT-Kandil arasındaki görüşme trafiği sorunun siyaset paradigması ekseninde çözülmesinin ana durakları olurken; PKK saldırıları, KCK'nın şiddetle kol kola gezen eylemleri, güvenlik operasyonları, KCK tutuklamaları, Devlet- Kandil-İmralı arasındaki görüşmelerin kesilmesi ve sızdırılması, çatışma sürecinin ana durakları oldu.
Devletin PKK'yı silahsızlandırmak üzere başlattığı diyalog sürecinin PKK'nın Silvan saldırısıyla kesilmesi, devletin ve kamuoyunun PKK'yı konumlandırmasında bir dönüm noktası oluşturdu. Siyasi iktidarın güvenlik politikalarını terk ettiği, örgütle ve örgütün lideriyle çözüm için diyalog kurduğu, PKK'nın dağdan indirilmesi ve Kürt sorununun çözümü için cesur ve riskli kararlar aldığı bir süreçten sonra, PKK'nın peş peşe gerçekleştirdiği saldırılar, Kürt meselesi ile ilişkisini açığa düşürerek uluslararası dengeler içinde bir istikrarsızlık enstrümanına dönüştüğünü ortaya koydu. Arap dünyasında, toplumların sivil direnişlerle yüzyıllık otoriter rejimleri devirmeyi başardığı, Türkiye'nin zamanın ruhuna uygun bir şekilde, güvenlik paradigmasını terk ederek demokratik süreçleri işlettiği, Kürt sorunun çözümü ve PKK'nın silahsızlandırılması için cesur kararlar aldığı bir süreçte, PKK'nın yanlış bir analize dayanarak verdiği anakronik çatışma kararı, 2011'deki umutları boşa çıkardı.
Bütün bu sonuçları itibariyle, 2011'de ortaya çıkan görüşme ve diyalog süreci, devletin sorunun çözümüne yönelik kararlılığını teyit ederken, PKK'nın çözüme henüz hazır olmadığını da ortaya koydu.
Geçmişle yüzleşme
Türkiye'nin siyasal hafızası, devletin belli bir politika eşliğinde yaşattığı acılarla maluldür. Devletin ve ona muktedir olan kesimlerin mutlak hâkimiyetleri için toplumsal kesimlerdeki farklılığı ve dinamizmi tehlikeli gören devlet, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hemen hemen her dönemde farklı toplumsal kesimleri baskı altına almıştır. Bu çerçevede, demokratik standartların yükseltilmesini ve devlet-toplum ilişkilerinin normalleşmesini temsil eden Yeni Türkiye umudunun geçmişle yüzleşilmeden inşa edilmesi mümkün değildir.
AK Parti dönemindeki darbe teşebbüslerinin yargılanmaya başlanması, yüzleşme ve hesap sorma kapısını araladı. Referandumda 12 Eylül darbesine yönelik yargılama sürecinin mümkün hale gelmesi de bu süreci tahkim etti. Bu çabalar, 28 Şubat, Susurluk, 1990'lardaki faili meçhul cinayetler, Çorum-Maraş olayları ve tek parti dönemindeki hak ihlalleri ve katliamlar (Dersim, gayri Müslimlere yönelik politikalar, İstiklal Mahkemeleri) ile ilgili tül perdesinin kaldırılmasıyla devam etti. Başbakan'ın Dersim katliamı için devlet adına özür dilemesi, bütün karanlık olayların aydınlatılma çabasını tetikleyen bir işlev gördü.
Böylece, 2011, Cumhuriyet tarihinin bütün günah defterlerinin açıldığı ve temize çekildiği bir yıl oldu. Hem siyasal gelenek hem de iktidar geçmişi olarak, bu günahlarla hiçbir ilişkisi olmayan AK Parti'nin iktidarda oluşu, yüzleşme sürecinin başarıyla gerçekleşmesi için bir şans olarak değerlendirilebilir.
Anayasa
2011'in sembolik değeri en yüksek gelişmesi, yazım süreci devam eden yeni Anayasa oldu. Yeni Anayasa, eski Türkiye ile özdeşleşen her türlü aksaklığın geride bırakılacağı, yeni Türkiye ile sembolize edilen her türlü umudun hayata geçirilebileceği mucizevi bir enstrümana dönüşmüş durumdadır. Siyasal sistemin yeniden kurgulanması, siyasal kimliklerin özgürleşmesi, toplumsal refahın artışı, Türkiye'nin gelecek ufku ve daha birçok umut, yeni Anayasa'nın hayata geçirilmesine bağlıdır.
12 Haziran seçimleri, mevcut parlamentoya yeni Anayasa'yı yapma meşruiyeti sağlamıştır. Meclis'te temsil edilen bütün partilerin eşit bir katılımla oluşturdukları Anayasa uzlaşma komisyonu kurulmuş, çalışma koşullarını netleştirmiş, Anayasa yapımının yol haritasını belirlemiş durumdadır.
Yeni Anayasa, Türkiye'nin 1990'lardan beri krize giren eski siyasal denkleminin yerine inşa edilecek yeni düzen arayışının en kritik eşiği haline gelmiştir. Bu arayışın, yeni Türkiye'nin inşa edilmesiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, yeni Anayasa'nın içeriğine ve felsefesine bağlı olacaktır. Başka bir deyişle önümüzdeki soru, yeni Anayasa'nın eski Türkiye'nin son Anayasası mı, yeni Türkiye'nin ilk Anayasası mı olacağıdır.
Sonuç
2011, muazzam bir toplumsal-siyasal dinamizmin statükocu siyaseti zorladığı 1990'lardaki siyasal sürecin, değişim ve demokratikleşme ekseninde somut kazanımlara kavuştuğu bir yıl oldu. Bu sürecin en önemli eşiği 12 Haziran seçimleri, en önemli sembolü de yeni Anayasa oldu. Seçimlerin siyasi istikrarı ve değişim dinamiğini tahkim eden bir şekilde sonuçlanması, PKK'nın silahsızlandırılmasında ve Kürt sorunun çözümünde kapsamlı ve çoklu demokratik seçeneklerin tedavüle sokulması ve Cumhuriyet tarihine ilişkin kapsamlı bir muhasebe sürecinin başlaması, 2011'in yeni Türkiye umuduna yönelik kazanımları olarak kayda geçirilebilir. Bütün bu yönleriyle, 2011, 2012'nin de siyasal gündemini belirlemiş durumdadır.