Simsiyah
bir sahne, ortada kırmızı bir koltuk, koltukta bir kadın ve bir anda kapıda beliren bir adam... İşte yarın ve sonraki gün İstanbul Tiyatro Festivali'nde oynanacak olan ve kadın-erkek ilişkilerini yorumlayan
Bay Hiç adlı oyun, böyle başlıyor.
Bay Hiç, Sabahattin Kudret Aksal'ın 1981'de yazdığı bir oyun. Yönetmen Kerem Ayan bu oyunu, yazarın doğumunun 90. yılı şeferine, Fransızcaya çevirip 'Fransa'da Türk Mevsimi' kapsamında sahneledi. Oyunda Ülkü Duru ve Fransız bir erkek oyuncu rol aldı. Kerem Ayan oyunu Tiyatro Festivali için hazırlarken ise Duru'ya, kendi eşi İştar Gökseven eşlik ediyor.
Bay Hiç yarın akşam ve pazartesi akşamı Üsküdar Tekel Sahnesi'nde olacak.
Bay Hiç vesilesiyle Ülkü Duru-İştar Gökseven çiftiyle ve oyunun yönetmeni Kerem Ayan'la bir araya gelip söyleştik. Ortaya kadın-erkek ilişkileri üzerine ilginç bir sohbet çıktı. Ama şimdiden söyleyelim, bu tiyatrocu çiftin kendi ilişkileri oyundaki 'kadın' ve 'erkek'ten çok daha farklı...
- Önce okurun kafasında netleştirmek için konuyu çok kısa özetleyelim mi?
- Kerem Ayan: Bay Hiç, iki yalnızın hikâyesi. Bir zamanlar sevilmiş, kıskanılmış ama terk edilmiş bir kadın ile her gece gördüğü bir ışığı takip ederek hayalindeki kadını bulmaya çalışan bir adam... Oyun, adamın kadının kapısını çalıp iki yıldır onun ışığına baktığını ve bu gece onu tanımaya geldiğini söylemesiyle başlıyor. Bu beklenmeyen misafir karşısında hayatı bir anda renklenen kadın, adama hemen kişilikler ve işler biçmeye çalışıyor. Ama adam aslında 'bay hiç'tir. Sabahattin Kudret Aksal'a özgü şiirsel, bazen absürd, komik ve hüzünlü bir dille yazılmış bu oyun, günümüz insanına ve kadın-erkek ilişkilerine doğru ve düşündürücü bir bakış atıyor.
ERKEK HEP ÇOCUKTUR ZATEN
- Peki katılıyor musunuz yazarın fikirlerine?
- Ü.D: Çok çağdaş bir tekst bu, yazıldığı zamandan çok bugüne uyuyor. Genelleme yaparsak, tabii ki katılıyoruz. Özelimizde soruyorsanız... Biz artık yıllardan sonra, birbirimize emeğimiz, saygımızla iyi anlaşan bir çiftiz. Sabahattin Bey'in anlattığı kadın-erkek ilişkisiyle uymuyor bu.
- Ne zamandır berabersiniz eşinizle?
- Ülkü Duru: 20 yıldır beraberiz. 19 yıldır da evliyiz.
- K.A: Ama tabii Sabahattin Kudret Aksal'ın yazdığı insanlar var. Kadın evde oturuyor, kocası gitmiş, o da geri döner diye bekliyor bir taraftan. Günümüzde kadınlar kendilerini döven adamları bile bekliyor.
- İştar Gökseven: Belki Ülkü'nün aklından da geçiyordur, ben de bir gün gideceğim, Ülkü'yü sonradan gözetleyeceğim, olabilir, çok normal şeyler (gülüyor). Tekstin içinde o kadar gerçeklik var yani. Bir kere yalnızlık çok önemli. Gelen de yalnız, evin içindeki de... Hayat bu sonuçta, ben de Ülkü'den sıkılabilirim, Ülkü de benden sıkılabilir, biz bazen yalnız kalırız.
- Ü.D: Tabii tabii, biz yalnız bırakırız birbirimizi.
- K.A: Bir de şu çok insani bir şey: Mutlaka karşısındakinin olduğundan başka bir şey olmasını istiyor insan. Çok olan bir şey bu.
- Ü.D: Karşısındaki insana kendisi bir şey yakıştırıyor aslında. Ve bakıyor ki o değil, olmayınca da üzülüyor. Hepimiz birbirimize birtakım kişilikler biçeriz. Aslında öyle olmasa bile, öyle olmasını istediğimiz için öyle olmaya zorlarız. Bu da tekstte çok güzel anlatılıyor. Bir de Sabahattin Bey'in en önemli özelliği bence şu; kadını ve erkeği çok iyi tanıyor. Evet kadın anaçtır, kadın erkeğe bakar. Ne kadar modern olursak olalım hepimiz öyleyiz. Ben ne kadar yoğun çalışıyor olursam olayım, bilirim İştar ne zaman acıkmıştır.
ZORLUĞUM, ÇOK MERAKLI OLMAMDAN...
- Ama bazen kadınlar bu anaçlığı abartıyor sanırım. Oyunda da adamın kadından böyle bir beklentisi yok sonuçta.
- Ü.D: Evet abartır, erkek de boğulacak gibi olur ve kaçar zaten. Erkek uzaktan bakınca hep bir yuva ister, yuvayı bulunca da gider. Oyunda da adam uzaktan ışığa bakıyor bakıyor, gelince anlıyor ki yok bu değil benim istediğim...
- O zaman bunu erkek tarafına da soralım...
- İ.G: Erkek çocuktur zaten. Sıkmayacaksınız. Sıkarsanız kaçar elinizden. Biraz zor gelişiyoruz. Mesela bizim erkek arkadaşlarımız arasında çok çocuksu şeyler vardır. Hâlâ küseriz mesela birbirimize. Onun içinde kıskançlık vardır, çekememezlik vardır...
- Aslında kadında da var bu gibi şeyler.
- İ.G: Ama kadın daha çabuk çözüyor.
- Siz bu açıdan iyi bir formül tutturmuşsunuz sanırım, ki 20 sene olmuş.
- İ.G: Ben biraz da çocuğumuzun olmamasına bağlıyorum. Bir ilişkiyi devam ettirebilmek için biraz emek sarf etmek, ilgilenmek lazım. Tabii çocuk olunca çocukla ilgileniyorsun daha çok. Bizim çocuğumuz olsaydı belki biz de evli kalmayabilirdik. Olsa mıydı, 'Olsaydı keşke,' diyoruz. Ama olmaması da bu anlamda bizim için şans oldu. Ülkü'nün anaç tarafları var mı? Belki beni çocuk gibi görüyordur.
- Ü.D: Var tabii, olmaz mı canım öyle şeyler.
- Sizi bunalttığı zamanlar olur mu?
- İ.G: Figür olarak melektir o. Kendini de öyle zanneder (gülüyor). Zordur Ülkü'yle yaşamak. Tabii benim de kendime göre kodlarım var, ne yapabilirim, ne edebilirim... Ben de zorumdur ama.
- Onu kendisine soracağım zaten.
- Ü.D: (Gülüyor). Zorluğun ne olduğu da önemli. Benim zorluğum, çok meraklı olmam. Yorulmam asla. Bir de inatçıyımdır.
- Ama oyundaki gibi dayatmalar yok anladığım kadarıyla...
- Ü.D: Yok, hayır. İştar'ın da çok zor tarafları vardır. Herkesin vardır. Ama biz biraz birbirini şımartan bir çiftiz. Bence bizim ilişkimizdeki en önemli taraf, İştar'ın bir erkek olarak çok medeni bir adam olması. Asla maçoluğu yoktur. Bunu açık bir evliliğimiz var anlamında söylemiyorum ama. Birbirimizin her an ne yaptığını biliriz. Ama en önemlisi, biz birlikte çok eğleniyoruz.
MEĞER BAYAĞI UYUMLUYMUŞUZ
- Siz karı-koca olarak daha önce de birlikte çalışmış mıydınız?
- Ü.D: İlk kez bu sene çalışmaya başladık,
Vahşet Tanrısı oyununda. Biz aslında yıllardır aynı tiyatrodayız ama birlikte çalışmamaya özen gösterdik. Çünkü zaten evde hep beraberiz. Ama
Vahşet Tanrısı oyununda roller çok uygundu.
- Uyumlu muymuşsunuz?
- Ü.D: Evet, meğer bayağı uyumluymuşuz. Bu tabii, birbirimizi yıllardır tanımaktan kaynaklanıyor. Sonra da Kerem'in oyunu için bir araya geldik.
- K.A: Oyunu Tiyatro Festivali için hazırlarken bir Bay Hiç arıyorduk. Yaş olarak da kadınla aynı yaşlarda olması gerekiyordu. Sonra düşünürken 'Bir dakika, İştar'a ne dersin?' dedim.
- Ü.D: 'Sen role uygun görüyorsan benim için tamamdır,' dedim.
Kadının sisteme boyun eğmesi de işleniyor
- Oyunu izlerken ben 'Kadını da biraz fazla mı yermiş acaba?' diye düşündüm açıkçası. Tabii ki kadınları genellememiz gerekmiyor ama oyunda adamın gayet makul bir isteği var, müthiş saflıkla geliyor. Kadın bundan kendine pay çıkarıyor, sonunda evlilik dayatmaya kadar götürüyor meseleyi.
- K.A: Evet, kadına birazcık daha yüklenilmiş olduğu bir gerçek. Fakat bir taraftan da buradaki kadın, adamın üstüne gerçekten çok gidiyor.
- Ü.D: Eleştirel yaklaşmış aslında, 'Böyle olmayın,' diyor kadınlara.
- Umut ve güven duygularını çok fazla işliyor oyun...
- İ.G: Evet ama o da çok önemli iki kavram. Umut olmadan yaşama bağlı kalınmaz. Bir, güvenli bir yerde yaşamak ister insan, bir de umut ister.
- Biraz enteresan bir şekilde işliyor ama umudu. 'Bir şeyi yapabilme umudunu kaybetmemek için onu yapmayı hiç denemeyin, böylece hep yapabilme umudunuz olur,' diyor.
- K.A: Onu tersten işliyor. Oyunda verdiği örnek ters bir örnek. Özellikle öyle yapmış. Yani onun bakışı biraz daha pesimist bir bakış. Ayrıca bir toplum eleştirisi de var oyunda.
- Kadının toplum içindeki sisteme ayak uydurduğunu, hatta boyun eğdiğini de görüyoruz. Genele bakınca da bu kadınlarda var değil mi?
- Ü.D: Kesinlikle. Sisteme boyun eğmek, kocasına boyun eğmek... Tabii ki yanlış bu ama kadınlar böyle eğitiliyor bizde. Avrupa kadını daha bireycidir.
- K.A: Ama daha mı az yalnızdır, o da ayrı.
- Ü.D: Değil tabii. Ben kadın da olsam erkek de, bu oyundan çıktıktan sonra şunu düşünürdüm: Kişinin aslında kişiliğini kendisinin oturtması gerektiğini ve bunun çok zor bir şey olduğunu, her insanın bunun üzerinde çok emek sarf etmesi gerektiğini... Siz kendi kişiliğinizi oturtursanız tam olarak, çok daha sağlıklı ilişkiler kurabilirsiniz. Bir de demin bahsettiğimiz güven meselesi de çok önemli. Kadın daha çok güven duymak istiyor hayatta. Çünkü erkek toplumu maalesef.