Kadrosunda Halil İbrahim Ceyhan, Hamdi Alkan, Zeynep Alkan, Altan Erkekli ve Önder Yalçın gibi isimleri barındıran; aksiyon ve dram türlerini harmanlayarak izleyicilere sürükleyici bir sinema deneyimi sunmayı hedefleyen "Son Bilet" filmi seyirciyle buluştu. Vizyon öncesi filmin başrolü Halil İbrahim Ceyhan, Sabah Günaydın TV'de 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'e konuştu. İlk kez beyazperde tecrübesi yaşayan Ceyhan, "Sinema filminde çalışmak gerçekten çok farklı. Bir adam üzerinden giden bir hikaye. Ben biraz bu tarafına tav oldum diyebilirim." ifadelerini kullandı. Zorlandığı bir sahne olmadığını belirten oyuncu, "Son bir biletiniz olsa nereye giderdiniz?" sorusuna "Başladığım yere, aileme geri dönmek isterdim" yanıtını verdi. "İnsanlara karşı kin ve nefret beklemem" sözleriyle dikkatleri üzerine çekti ve ekledi, "Özel hayatım kırmızı çizgimdir!" İşte röportajın tüm detayları...
-Neredeyse 4 yıl olmuş biz görüşmeyeli. Neler yaptın bu süreçte?
Çok yoğun bir dört yıldı. Yani güzel bir planlama yapıldı kariyerim adına da. Sağ olsun çalıştığım yapım şirketleri, oynadığım diziler onlar da güzel bir başarı elde etti. Güzeldi, şanslıydım bu anlamda. Hep bir şeyler kata kata devam ettik. Derken bir sinema filmi geldi, o da güzel oldu. Bu şekilde heyecanlı kariyer yolculuğu devam ediyor.
-"Son Bilet" filminin vizyona girmesine çok az kaldı. Aksiyon, dram ve suç türünde bir film izleyeceğiz anladığım kadarıyla. Biraz konusunu senden dinleyelim mi?
Son Bilet'te ailesini kaybetmiş çok profesyonel bir asker var aslında. Askerlik hayatını tamamen bitiriyor. Ailesiyle beraber, kızıyla beraber güzel, huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmek üzerine bir plan yapan adam, öngörülemez bir kaza sonrası ailesini kaybediyor. Ve bunun büyük bir dramı içerisindeyken kendisi suçlu bulunuyor suçlu olmadığı halde. Bir üç sene daha bunun psikolojisiyle yaşamaya devam ediyor. Derken bazı açık noktalar bulduktan sonra işi araştırdığında aslında büyük bir komplonun parçası olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine düşüyor. Bunu açığa çıkartmaya çalışıyor. Tabii ki kaybettiği ailesini geri kazanamayacak ama en azından vicdani olarak yapması gereken görevi bir asker profesyonelliğinde de bir baba hassasiyetinde de yerine getirmeye çalışıyor. Çünkü kendisi de suçlu gibi göründüğü için aklanması lazım. En azından kendi vicdanında kendisine aklanması lazım. Bunun peşinde bir serüven.
-İlk beyazperde filmin oldu "Son Bilet", nasıl bir deneyimdi senin için?
Sinema filminde çalışmak gerçekten çok farklı. Bunu genelde duyuyoruz bu işi daha önce yapmış insanlar tarafından. Evet, çok farklı, çok keyifli. Karakter özelinde tamamen adapte olduğunuz ve o dünyanın, o atmosferin içerisinde bulunduğunuz bir oluşum çıkıyor ortaya. Gerisi güzel bir karakter çıkarttıktan sonra onun keyfini çıkartmak, onun dramıyla üzülmek, onun sevinçleriyle sevinmek ve mutlu olmak. Bu tamamen hani derler ya paralel evrende farklı bir hayata geçiriyor sizi. O dönemi tamamen bir Barbaros olarak yaşadım mesela.
HİKAYENİN BİR ADAM ÜZERİNDEN GİTMESİNE TAV OLDUM
-Bu projede seni çeken ne oldu?
Yani aslında aile bağları kuvvetli bir adam var. Burada bir profesyonel asker var. Fakat onun dışında genelde biliyorsunuz bütün filmlerde çoklu başroller var, partnerler oluyor. Burada bir adamın hikayesi anlatılıyor. Evet, Altan Erkekli ve Hamdi Alkan sağ olsunlar çok güzel domine ettiler sahnelerimizi. Fakat bir adam üzerinden giden bir hikaye. Ben biraz bu tarafına aslında tav oldum diyebilirim. Yani tek başıma yüreklenebileceğim, yüklenebileceğim bir şey nasıl olur? Ben bu hikayeyi nasıl yansıtırım? Bunlar çok cazip geldi. Sonra hikaye çok güzel. İzleyiciler de izlediği zaman anlayacaklardır, bana hak vereceklerdir. Hani hikaye çok bilindik bir şekilde ilerlemiyor. Bana öyle geldi. Oynarken de bunu çok hissettim. Onu taşıyabileceğim, taşıyamayacağım merakı bende çok fazlaydı. Ve o yüzden de çok tamam dedim bu işe. Ve güzel de bir sonuç aldık diye düşünüyorum.
BU BİR RİSKTİ BENİM İÇİN
-Kadroda da muhteşem isimler var, nasıl bir set ortamınız oldu?
Valla çok keyifli bir set ortamı oldu. Biliyorsunuz zaten Hamdi Alkan bir yönetmen. Bir yönetmenle beraber aynı kadronun içerisinde oyuncu olarak yer almak; onun gözlemleri, onun deneyimleri, birikimleri… Keza Altan Bey (Erkekli), Altan ağabey sağ olsun çok güzel domine etti. Çok güzel örnekler verdi, yüreklendirdi sahnelerde. İlk yaptığım işin içerisinde bu kadar profesyonel isimlerle beraber olmak da zaten benim için büyük bir şanstı. Tadını çıkartarak işi bitirdik. Kısa da sürdü işimiz aslında. 15 gün kadar planlama yapılmıştı ama biz 10-12 gün civarında bitirdik işi. Çünkü enerji çok iyiydi. İş disiplini çok güzeldi. Herkesin iş disiplini çok güzeldi. Çünkü yılların oyuncularıyla berabersiniz. Bu da bir sorumluluk yüklüyor. Çünkü karşınızda dev isimler var. Evet, benim ilk sinema filmim. Karşılayabilecek miyim? Çünkü onların profesyonellikleri bir tarafta, kilometre taşları bir tarafta ve karşılarına yeni birisi var. Bu da bir riskti benim için ama çok güzel bir şekilde geçti. Çok destek oldular bana sağ olsunlar. İyi ki böyle bir kadroyla çalıştım.
-İçinde bu kadar aksiyon barındıran bir işin set arkası da hareketli geçmiştir muhakkak, yaşanan ilginç bir anı varsa dinlemek isterim…
Mezarlık sahnesi çok güzeldi. Ve ilk filmin başlangıcındaki o insanlara yaşattığı şok ortamı çok iyiydi. Onları söyleyebilirim.
-Zorlandığınız sahneler oldu mu?
Yok, olmadı.
BAŞLADIĞI YERE DÖNMEK İSTERDİM
-Filmin adı film özelinde çok uygun olmuş fakat iç dünyasında insanı biraz sorgulatmıyor değil… Herhangi bir yere son bir kez gitme şansın olsa ve son bir biletin olsaydı, nereye gitmek isterdin?
Bütün her şeyi yaşamışsınız; yapmak istediğiniz kariyer, yaşadığınız hayatlar filan. Ama bunun var olma sebebi vardır. Başladığı yer vardır. Ailem. Mutlaka oraya gitmek isterdim.
İNTİKAM ALMAK KOLAY BİR ŞEY DEĞİL
-Filmde bir de intikam durumu var. Bu duygunun sendeki karşılığını merak ediyorum…
Ya bu yaşanan olaya göre değişir bence. Buradaki intikam duygusunda evet bir tarafta karanlık bir şeyler yaşanıyor. Fakat ailesini kaybetmiş birisinden bahsediyoruz. Ve hayatını tamamen onlar için değiştirmiş birisinden bahsediyoruz. Ve o kayıpla alakalı suçlanan birisinden bahsediyoruz. O zaman işler değişiyor. O zaten filmde de yansıtmaya çalıştığım bir karakter duygusu var. Umarım izleyicilerimize yansıtır. Ben şu anda onun tüyosunu da vermek istemiyorum. Çünkü aksiyonun içerisinde bulunan bir insanın tamamen kin ve nefretle bu işi yapıyor olması olası gelebilir, öngörülebilir. Öyle bir duygu yok burada. Burada daha farklı bir duyguyla bu işi mecburiyetten biraz daha yapmak. Üzerine bir duygu, vicdan, sebep arama… Ama bir tarafta da kendi kayıpları var. Onu nasıl tolere edecek. Çünkü intikam almak kolay bir şey değil. Bir zarar vermek kolay bir şey değil. Fakat çok büyük bir zarar görüyor kendisi. Yani hayatındaki tek varlıkları kaybediyor bu insan. Onun karşılığında suçlanıyor. Ve karşılaştığı durum hiç hayatında denk gelmediği durum ki bu adam profesyonel asker bir sürü kötü olaylarla karşılaşmış olabilir. Ama kötüler arasında değerlendirdiğin zaman da bu çok daha kötü bir şey. Ve bunun vicdani bir tarafı da var. Bunu dengelemek kolay olmadı mesela. Yani oradaki bulduğumuz karakterin duygusu bunun için iki hafta falan araştırdım ben. Çünkü tabiri caizse veya biraz kaba anlatmak gerekirse çatık kaşlı, sadece intikam alan, eli silah tutan bir adam değil oradaki adam. Vicdanı da ağır basan birisi. Yani bu dengeyi kurmak, aynı denge içerisinde intikamın olması, aynı dengenin içerisinde acılarını barındırıyor olması falan bunları yansıtmak önemliydi. Umarım yansıtabilmişimdir.
İNSANLARA KARŞI KİN VE NEFRET BESLEMEM
-Yaşadığın bir olay karşısında senin tercihin hangisi oluyor; affetmek mi, intikam almak mı?
Ben kin ve nefret çok beslemiyorum insanlara karşı. Çünkü güncel hayatımızda da çok fazla şeyle karşılaşıyoruz. Bir sürü ortamlara giriyoruz ama artık geldiğimiz bilinç seviyeleri farklı olduğu için bakış açınız değişiyor. Dolayısıyla ben bir intikam, bir kin, bir nefret tarafından ziyade; algılamak, kabullenmek ve durumu idare etmek tarafına geçmeyi tercih ediyorum. Çünkü kin ve nefret insanı olumsuz etkileyen şeyler ve bilincinizi kısıtlayan, kapatan şeyler. O tarafta olmamayı tercih ediyorum.
-Senin gözünü karartabilir mi yaşadığın herhangi bir şey?
Sevdiklerime zarar verilirse tabii ki gözüm kararabilir. Canınız yanıyor sonuçta, bunu nasıl tolere edebilirsiniz ki? Hayatta değer verdiğiniz bir varlığa hiç olmadık bir zamanda, hiç olmayacak birisi veya bir şeyler tarafından zarar verildiğinde bunu hazmetmek kolay değildir.
ÖZEL HAYATIM KIRMIZI ÇİZGİMDİR!
-Peki, kırmızı çizgilerin var mıdır? Aile, sevdiklerimiz o anlamda baki fakat bunlar dışında kalıp ihlalinden hoşlanmadığın herhangi bir şey var mı?
Özel hayatım kırmızı çizgimdir. İşim, çok disiplinle çalışmaya gayret ediyorum. Orası benim kırmızı çizgimdir. Çünkü disiplinli olmak zorundayız hayatımızda. Aile bağlarında da bu disiplin olmalı ve orası özel bir alandır ve kırmızı çizgidir yani.
DÜŞTÜĞÜM ZAMAN FİŞİ ÇEKERİM
-Hepimiz düşüyoruz, kalkıyoruz, zorluklar yaşıyoruz… Düştüğünüz anlarda sizi motive eden bir herhangi bir şey var mı? Ya da o şey nedir?
Orası çok zor bir nokta biliyor musun? Çünkü direnebildiğim kadar birçok şeye direnirim, sabrederim, araştırmalarını yaparım ama biraz düştüğüm zaman kendimi kapatıyorum ve orada da biraz fişi çekmeyi tercih ediyorum. Bir iletişim kopukluğuna geçiyorum o zamanlar yani tamamen iletişimi kesiyorum kendimi kim olursa olsun.
TELEFONU KAPATIRIM, GÜNLERCE KİMSEYLE KONUŞMAM…
-Sonra nasıl çıkıyorsun peki oradan?
O biraz süreç gerektiriyor ya. Biraz zaman geçtikten sonra… Çünkü öyle bir kriz anında ki bu kolay kolay olan bir şey değil, çok kilitlenmişsem bir es vermek istiyorum hayata. Her şeyle diyaloğu kesip tamamen ne olduğuna odaklanmaya çalışıp tamamen veya kafamı sakinleştirip olması gerekenin ne olduğunu analiz etmeye çalışıyorum. Nadir zamanlardır ama fişi çekmek tabiri ise fişi çekerim. Telefonumu kapatırım, günlerce kimseyle konuşmam. Bu tarz bir tarafa geçerim. Sonra yaşantıma bakarım. Neredeydim, nereye geldim, ne yapıyorum ve bu karşılaştığım problemle niye karşılaştım? Nasıl çözebilirim zarar vermeden? Nasıl çözebilirim'e giderim. O zamanlarda da fişi çekiyorum diyebilirim.
-Yaşadığın zorluklar karşısında büyük tepkiler verir misin peki? Zorluklarla baş etme noktasında nasıl birisin?
Bence her şeyin ilacı zaman. Çünkü işin içinde olduğunuz zaman göremeyebiliyorsunuz. Biraz uzaklaşmak, biraz zaman vermek, güvendiğiniz isimlerle bu durumu tartışmak ve ne olur ne olmaz tarafına bakmak o çözümü kolaylaştırıyor. Tabii ki her zaman her şeyin çözümü kolay değil. O yüzden söylüyorum ben fişi çekiyorum. İki gün veya üç gün veya sette olduğum zaman yani hiçbir şekilde o konu üzerinde durmamak ve diyalogda da bulunmamayı tercih ediyorum. Çünkü çözmem gerekiyor. Bazı problemler vardır, sizden başkası çözemez onu. Ve siz de orada çözümsüzseniz işte orada biraz zaman gerekiyor. Zamana bırakırım.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Karakterim.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Şikayet mi veya kötü bir şey mi onu da bilmiyorum aslında ama şunu çok duyuyorum, "Ya neden bu kadar sakin ve sessiz karşılıyorsun her şeyi?" Evet, bunu söylerler. Büyük bir problem yaşadığımda da o anın krizini yönetme sürecine girdiğim zaman ben bir duruyorum, bir sakin karşılıyorum. Son zamanlarda şunu çok duyuyorum mesela. Hani "Biz senin yerinde olmuş olsaydık ortalığı yıkmıştık. Sen neden bu kadar sessiz ve sakinsin?" Çünkü diyorum onun zamanı var. Yani o şu anki bilinciyle yapıyor bunu. Benim buna tepki vermem onu daha da tetikleyecek bir şey. Zamana ihtiyacı var.
-Az önce bahsettiğimiz o kabuğuna çekilme durumu mu?
Ben çok kabuğuma çekilmem orada. Kendimle alakalı büyük bir problem yaşıyorsam kabuğuma çekilirim. Ama dış etkenler tarafından gelen bir krizse bu; sadece bakarım, izlerim, bilincini algılamaya çalışırım. O yüzden de bana bunu çok söylerler. "Yani nasıl bu kadar sakin durabiliyorsun?" Ya çünkü her şey seviye seviyedir yani. Anlatabiliyor muyum? Sizin için çok basit bir olay, karşı taraf için çok büyük bir olay olabilir. Çok fazla geçmişsinizdir onun üzerinden. Ve karşı tarafın da bunun normal olduğunu algılaması için bir sürece ihtiyacı vardır. Siz o süreci o an yaşanırken görüyorsunuzdur. Ve şuna bırakırsınız yani; zamanı var biraz, algılayacak o onu. Ben onu beklerim.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Bilmiyorum çok da nasıl uygulanır, ne olur falan ama dualarım vardır, ben onları okurum. Yapmam gereken şey neyse bir iş üzerinde veya herhangi bir olay üzerinde dersime çalışırım. Sonrasında zamana bırakırım ve o anda yaşarım yani. Totem demeyelim ama dualarım var tabii ki.
SAYGISIZLIĞA TAHAMMÜL EDEMEM
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Saygısızlık. Kesinlikle saygısızlığa tahammül edemem. Çünkü insanlar gerçekten bazı şeyleri çok yüzeysel yaşıyorlar. O yüzeyselliği de çok sevmiyorum. Ben biraz derin düşünürüm. Birçok şeyi çok derin düşünürüm. İşte o zaman da görüyorsunuz ya karşınızdakinin bilinç seviyesine nerede gidiyor falan. Onu biraz beklerim ama saygısızlık biraz karakter üzerindeyse de ona tahammülüm çok yok. Orada bulunmam yani uzaklaşırım.
-O sınırı aştıklarında peki? Mesafe koyar mısın?
Çok müsaade etmem o sınırı aşmalarına. Çünkü o sınırı aşımına gelene kadar birçok doneyi veriyorlar size. Verdikleri için onları da analiz etmek çok zor olmuyor. Hemen diyorsun evet saygısız, algılamayacak da gerek yok.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Orada da şöyle bir kırmızı çizgim var. Mesela çok bamya sevmem. Ama işte kırmızı çizgisi orada başlıyor. Annem yaptığı zaman asla hayır demiyorum. Kıramam, devam ederim. O da bilir sevmediğimi ama bir şey de diyemez.
-Kıskanç biri misiniz?
Yeri ve zamanla olayına göre. Kıskançlık özeli biraz şeydir, bana yapılan özel bir şey varsa ve bu bir başkasına yapılıyorsa orada bir dur derim. Gözlemlerim onu. O da aslında kıskançlıktan çok biraz da uzaklaşmaya da yeter beni.
-En büyük zaafınız nedir?
Bilgiye açım ben. Yani birçok şeyi öğrenmeyi çok istiyorum. Hatta son zamanlarda çok yoğun set hayatımız var. Ondan dolayı mesela kitap okuyamamaktan çok mutsuzum. Yani çok klasik gibi gelebilir insanlara ama. Ben okumayı çok severim. Yeni bir şeyler öğrenmeyi çok severim. Çapraz bağlantılar yapmayı çok severim. Çünkü okuduğunuz bir şey başka zamanlarda öğrendiğiniz bir bilgi veya okuduğunuz bir kitapla ister istemez bir meç oluyor. Başka bir aydınlanma yaşıyorsunuz. Ve o çok güzel bir haz. Onu bugünlerde yaşayamıyorum mesela. Benim hani müzik tarafım da var, bestecilik tarafım da var. Sözlerin aşığıyım, öyle şeyler söyleyebilirim. Okuduğunuz kitaplarda birçok dağarcık ekleniyor. Ve şu an onlardan mahrum kalıyorum.
-Öyle söyleyince aklıma geldi. "Serdar Ortaç'a 3 tane beste verdim" demiştiniz geçtiğimiz günlerde. Epey konuşuldu, bilmeyenler var sanırım müzik yönünüzü…
Olabilir evet. Yani o taraf aslında sadece beni sevenlerin keşfetmesini istediğim bir şey. Hani ben orada açıp da şunu verdim bunu yaptım falan demek istemiyorum. Çünkü o paylaşım çok daha özel farklı bir paylaşım. Söz yazmayı seviyorum. Beste yapmayı seviyorum. Çünkü o sözlerin içerisinde kendi tınıları var. Onu keşfetmek keyif veriyor bana. İşte bu aralarda kitap okuyamayınca çok fazla söz öğrenemiyorsunuz veya bağlantılar yapamıyorsunuz. Ondan dolayı muzdaribim yani.
-Var mı bu dönemde tekrar böyle beste verdiğiniz şarkıcılar? Ya da sizin söyleyeceğiniz belki?
Beklemede olanlar var. Ben söylemeyi tercih etmiyorum. Beklemede olanlar var. İnşallah güzel isimlerle karşılarına çıkacağız.
-Neyi asla affetmezsiniz?
Aldatılmayı tabii ki. Bu her anlamda aldatılmaktan bahsediyorum. Umut tacirliğini sevmiyorum. Şimdi 42 yaşındayım. Meslek üzerinden de değerlendirebilirsin, özel hayat üzerinden de değerlendirebilirsin. Bugünlere gelene kadar birçok umut taciriyle karşılaşıyorsunuz. Umut tacirliğini sevmiyorum ve affetmiyorum.
HER ŞEY 40'INDA BAŞLIYOR
-42 deyince merak ettim. 40'larında nasıl bir Halil İbrahim çıktı ortaya?
Aslında 40'ında başlıyor bence her şey. Gerçekten öyle. Yani bugüne gelene kadar yaşadığım birçok şey bence tecrübeydi, deneyimdi yani. Onlar bir şekilde doğrularıyla yanlışlarıyla sizin karakterinizde şekillendirmeler yapıyorlar. Sonra karar verebiliyorsunuz; doğrunun yanlışın ne olduğunu, nerede olmanız gerektiğine, olmamanız gerektiğine, sağlıklı bir karar nasıl verilir? Bu taraflara geçiyorsunuz. Bence orta yaş veya bu tarz yaşlarla alakalı yapılan yorumların birçoğu bu taraftan bakıldığında daha yanlış geliyor. Yani aslında 40'ında başlıyor birçok şey diyebiliriz. Çok önemli karakterlere bakarsanız hepsi 40'ından sonradır.
FARKLI BİR HALİL İBRAHİM GÖRECEKLER
-Son olarak; filmi izlemeyi düşünenlere ne söylemek istersiniz?
Farklı bir Halil İbrahim'i görecekler. Bugüne kadar izledikleri dizilerde canlandırdığı karakterlerden farklı bir Halil İbrahim. Farklı bir duygu görecekler. Sürpriz bir hikayeyi izleyecekler. Umarım beğenirler.