Coğrafi konumu ve doğal güzellikleri dolayısıyla İstanbul'un birçok defa kuşatıldığını anlatan Başar, "Nitekim İslamiyet öncesi Türklerden Batı Hunları, Avrupa Hunları sonra yine Batı'dan Avar Türkleri, hatta Ruslar ve Bulgarlar, şehri abluka altına almışlar ancak bugün de ayakta duran surlar şehri daima korumuş." dedi.
"İstanbul'un fethi, Müslümanlar için bir idealdi"
Başar, İstanbul'un fethinin, İslamiyetin doğuşundan sonra Müslümanlar için bir ideal olduğunu anımsatarak, Hazreti Muhammed'in asırlar öncesinden İstanbul'un fethini hedef gösterdiğini söyledi.
Peygamberin övgüsüne mazhar olabilmek için ilk İslami dönemden itibaren Bizans ve İstanbul'a yönelik seferlerin başladığını anlatan Başar, Emeviler döneminde 3 kez, Abbasiler döneminde de bir kez şehrin kuşatıldığını ancak surlar nedeniyle fethedilemediğini dile getirdi.
Türklerin İslamiyeti kabulü ve Anadolu'nun Türk yurdu oluşuyla birlikte artık İstanbul'un 11. yüzyıldan itibaren Müslüman Türklerin de hedefi olduğuna işaret eden Başar, Malazgirt Zaferi'nden birkaç yıl sonra Selçuklu akıncılarının Boğaziçi'nde Üsküdar kıyılarına kadar ulaştığını ifade etti.
Başar, Bizans'ın, Selçukluların bu şekilde İstanbul'a yaklaşmaları üzerine, Avrupa'dan yardım istediğini, ardı ardına haçlı seferleri düzenlediğini ama bütün bunlara Selçuklu Türklerinin "dur" dediğini anlattı. Prof. Dr. Başar, haçlı tehlikesi geçtikten sonra, Moğolların gelişiyle Selçukluların İstanbul'a yönelik faaliyetlerinin sekteye uğradığını, 14. yüzyıl başlarına gelindiğinde Selçuklu Devleti'nin yıkıldığını söyledi.
- "Bizans, Osmanlı için bir tehditti"
Selçuklu-Bizans sınırında bu sefer Türkmen beyliklerinin Bizans ile mücadele etmeye başladığını belirten Başar, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu beylikler içinde başlangıçta küçük olan Osmanlı Beyliği, İstanbul'un yakınında kurulmuş olması dolayısıyla Bizans ile devamlı mücadele ederek üstün geldi, Güney Marmara topraklarının hakimi oldu. Çanakkale'ye kadar ulaştı. Çanakkale'den Gelibolu'ya da geçildi. İstanbul hem Anadolu hem de Trakya'dan abluka altına alındı.
Bizans, Türk toprakları ortasında kalan küçük bir şehir devleti durumuna düştü. Devletin bekası için de büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Çünkü Bizans, 11. yüzyıldan itibaren hem Türkleri Anadolu'dan çıkarmak istiyor hem de bunu tek başına başaramadığı için Avrupa'dan haçlı seferleri talebinde bulunuyordu. Bu, Osmanlı için bir tehditti. Yıldırım Beyazıt zamanında birkaç kez, onun oğlu Musa Çelebi ve ondan sonra da Çelebi Mehmet'in oğlu 2. Murat döneminde olmak üzere, Osmanlılar İstanbul'u birçok kez kuşattı ama sonuca ulaşamadı."
Sultan Mehmet tahta çıktıktan sonra ilk hedefinin İstanbul'u fethetmek olduğunu anlatan Başar, "Çünkü o sırada, Fetret Dönemi'nden beri İstanbul'da bulunan bir taht iddiacısı, bir Osmanlı şehzadesi vardı o da Süleyman Çelebi'nin torunu Orhan Çelebi idi. Orhan Çelebi, imparatorun sarayındaydı ve bu şehzadeyi Osmanlı'nın zor anlarında serbest bırakıyor. Yanına bir miktar kuvvet vererek Rumeli'ye gönderiyor. Tahta hak iddia etmesini sağlıyor ve devleti tehdit ediyor." dedi.
"2. Mehmet çok zeki bir hükümdardı"
Sultan Mehmet'in, Manisa'daki şehzadelik döneminden itibaren İstanbul'un fethini düşünmeye, planlar yapmaya başladığını belirten Başar, şunları anlattı:
"2. Mehmet çok zeki, tarihi çok iyi bilen, büyük cihangirlerin hayatlarını okuyan, İstanbul kuşatmalarındaki başarısızlık sebeplerini de incelemiş bir hükümdardı. Şehrin nasıl fetih edileceği konusunda ciddi bir hazırlık yapmayı planlamıştı kafasında.
Payitaht Edirne'de kuşatma için hazırlıklar başladı. İstanbul surlarını yıkabilecek büyük toplar döktürmeye başladı. Türk top ustalarının yanına bir Macar top ustasını davet ederek, toplar döktürdü. Yeniçeri ordusunun miktarını 5 binden 10 bine çıkarmıştı. Ayrıca donanma da gerekliydi fetih için. Bu sebeple donanmasını da güçlendirdi. Ordu, bütün hazırlıklarını tamamlayınca 1453 Şubatında Edirne'den hareket etti. Nisan başlarında öncü birlikler surlar önüne ulaşmış, 6 Nisan'da da bizzat padişahın başında olduğu asıl ordu, İstanbul surları önüne gelerek karargahını kurdu."
"Bu fetih, üstünlüğün göstergesi olacaktı"
Başar, Sultan 2. Mehmet'in, tüneller kazmak için Eflak ve Boğdan'dan lağımcı ustalarını İstanbul'a getirdiğini, surların hangi tarafının zayıf olduğunu tespit ettiğini aktararak, yürüyen kulelerin hazırlandığını, topların taşındığını ifade etti.
Donanmanın Boğaziçi'nde demirlediğini belirten Başar, "2. Mehmet, şehri kuşatmadan önce Bizans İmparatoru'na elçi göndererek şehri teslim etmesini teklif etmişti ama imparator kabul etmeyince 6 Nisan günü top atışlarıyla birlikte İstanbul'un kuşatması başlamış oldu." dedi.
Başar, İstanbul'un fethinin ticari ve dini yönden önemine değinerek, "İstanbul'a hakim olan, boğazlara, Karadeniz, Akdeniz ve Ege'ye hakim olacaktır. Orta Çağ'da Bizans ve Venedik ticareti hep İstanbul merkezliydi. Sultan 2. Mehmet, böylece ticaretin de merkezini fethetmiş olacaktı. Bunun yanında Ortodoksluğun en önemli merkeziydi İstanbul. Asırlarca devam eden Hristiyanlık-Müslümanlık mücadeleleri yaşanmıştı. Bu fetih, üstünlüğün göstergesi olacaktı." değerlendirmesinde bulundu.
Fetih sürecinde Bizans'ın durumu
Bu süreçte Bizans'ın durumuna ilişkin de bilgi veren Prof. Dr. Başar, Bizans'ın, 1300'lü yılların ortalarından itibaren Osmanlı Devleti'ne tabi olmak zorunda kaldığını çünkü Türkler tarafından dört bir taraftan kuşatıldığını anlattı.
Başar, Bizans'ın Osmanlı'ya vergi ödeyen bir devlet olduğunu ama buna rağmen haçlı ordularının gelişiyle büyük muharebeler yapıldığından bahsederek, "Bizans'ın fetihten önceki son onlu yıllarına bakacak olursak, imparator daima Batı'dan askeri yardım istemektedir. Hatta Batı'nın yardım şartı şudur; İstanbul Ortodoks Kilisesi'nin, Roma Katolik Kilisesi'ne tabi olması, yani kiliseler birliğinin sağlanmasıdır ama İstanbul'un Rum Ortodoks halkı bu birleşmeyi istemiyordu. Çünkü Katolikler ve Ortodokslar arasında yıllarca devam eden bir mücadele söz konusuydu." dedi.
Bizans İmparatoru'nun, Rumeli Hisarı'nın inşası üzerine Sultan 2. Mehmet'in kararlı olduğunu da görünce son defa Batı'dan yiyecek ve askeri yardım talep ettiğini, bu talebe 10 kadırga ile Venediklilerin cevap verdiğini söyleyen Başar, Cenevizli Kaptan Giovanni Giustiniani'nin kuşatma sırasında 700 asker ile İstanbul'a geldiğini bildirdi.
Bizans İmparatoru'nun bu birlikleri, Kaptan Giustiniani'nin komutasında surların çeşitli yerlerine yerleştirdiğini ve savunma hazırlıkları yaptığını belirten Başar, şehir içinde erzak teminine başlandığını, sur dışındaki köylülerin, sur içine nakledildiğini, Haliç girişinin önceki kuşatmalarda da olduğu gibi zincirle kapatıldığını ifade etti.
"Çandarlı Halil Paşa'nın muhalefeti fethe mani olmadı"
Prof. Dr. Başar, 6 Nisan'da başlayan kuşatmanın 54 gün sürdüğünü hatırlatarak, şu bilgileri verdi:
"Bu kuşatmanın önemli dönüm noktaları vardır. Top atışları ile surlar tahrip edilmeye çalışıldı ama şehri savunanlar topun açtığı gedikleri kapatmak için uğraştı. Lağımcılar, tüneller açmaya çalıştı surların altından şehre girmek amacıyla. Fakat bu durum şehri savunanlar tarafından tespit edildi. Yürüyen kuleler ile surlara tırmanmaya çalışıldı ama Bizans'ın grek ateşi ile kuşatma günlerce başarısız bir şekilde devam etti.
Çandarlı Halil Paşa'nın başını çektiği muhalif grup, kuşatmanın çok uzayacağını, Avrupa'nın yeni bir haçlı ordusu ile geleceğini, Osmanlı için daha vahim sonuçlar doğuracağını ileri sürerek, kuşatmanın kaldırılmasını teklif etti. Fakat Sultan 2. Mehmet, şehri fethetme arzusundaydı. Vezirleri Şehabettin Paşa ve Zağanos Paşa da onun yanındaydı. Ayrıca Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani hem Sultan 2. Fatih'i hem de orduyu cesaretlendirmekteydi."
Kuşatmanın dönüm noktası
Kuşatmanın dönüm noktalarından birinin gemilerin karadan yürütülerek Haliç'e indirilmesi olduğunu belirten Başar, 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı başlayan son hücumla, surlarda açılan gedikten Osmanlı askerlerinin şehre girmeye başladığını kaydetti.
Sultan 2. Mehmet'in de öğle saatlerinde şehre girerek, Ayasofya'ya ilerleyip korku içinde bekleyen halka konuşma yaptığını ifade eden Başar, "Böylece 29 Mayıs 1453'te bin yıldan fazla hüküm sürmüş olan Bizans İmparatorluğu son bulduğu gibi imparatorluğun başkenti Konstantinopolis artık Türkopolis olmuştur. Genç padişahın fetihten sonraki imar ve iskan çalışmalarıyla da İstanbul, Türk-İslam şehri hüviyetine çok kısa bir zaman içinde bürünmüş, asırlarca Osmanlı Devleti'nin payitahtı olarak varlığını devam ettirmiştir." diye konuştu.
"İstanbul alınmasaydı Osmanlı kuruluşunu tamamlayamazdı"
FSMVÜ Fatih Sultan Mehmet ve Dönemi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Abdülkadir Özcan da İstanbul alınmadan önce devletin iki parçalı olduğunu, Anadolu'dan Avrupa'ya, Avrupa'dan Asya kıtasına kalabalık orduların geçirilmesinin çok büyük problem teşkil ettiğine dikkati çekti.
Özcan, haçlı gemilerinin zaman zaman Çanakkale Boğazı'nı da kapattığını, dolayısıyla buradan da ordu geçirmenin büyük problem olduğunu dile getirerek, "İstanbul alınmasaydı Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamlayamazdı. O yönüyle İstanbul'un fethi çok önemli." dedi.
İstanbul'un fethinin hazırlık sürecinde yaşananlara ilişkin bilgi veren Özcan, maddi yönden dönemin en güçlü silahları olarak topçuluk sisteminde büyük adımların atıldığını, görmeden atış yapabilen havan toplarının Fatih döneminde kullanıldığını, Edirne'de çapı çok büyük, ağır gülleler atabilen topların imal edildiğini, bu topların arabalarla İstanbul surlarının önüne getirildiğini, dönemin en teknik nitelikte silahlarının kullanıldığını söyledi.
Fethin başarılı olmasında manevi bir motivasyonun da söz konusu olduğunun altını çizen Özcan, "20 Nisan savaşından sonra 'Kuşatma devam etsin mi etmesin mi?' diye tereddüde düşülüyor. Akşemsettin Hazretleri'nin mektubundan sonra kuşatma ciddi şekilde devam ediyor ve fetih gerçekleşiyor." diye konuştu.