Ivan Aleksandroviç Gonçarov, 1859 yılında yayımlanan
Oblomov adlı romanıyla yalnızca edebiyat tarihine değil, bir anlamda sosyal tarihe de benzersiz bir karakter eklemiş oldu. Çünkü Gonçarov'un yarattığı Oblomov karakteri, daha ilk yayımlandığı andan itibaren bir yaşam tarzının, neredeyse bir kişilik durumunun simgesi haline dönüşerek, dünya dillerine 'Oblomovizm' kavramını da armağan etmiş oldu. Ve belki de böylece tarihte ilk defa bir roman kahramanı varlığıyla, yazarının da, eserin de ve hatta edebiyat üst başlığının da ötesine geçerek, kendine bambaşka, özgün bir yer ve kader belirlemiş oldu.
Oblomov, tüm dünyada olduğu gibi bizde de çok sevilen bir eser ve ilginçtir yayın tarihlerine baktığınızda hemen her sene yeni bir uyarlamanın yayınlandığını görüyorsunuz. Son olarak, daha yeni adım attığımız 2002 yılında da iki yeni uyarlamayla daha karşılaşınca (İletişim Yayınları, Rusçadan çeviren: Ergin Altay ve Antik Dünya Klasikleri, Çeviren: Leyla Şener), bir Oblomov portresi hazırlamanın zamanı geldiğini anladık. 500 sayfa civarındaki bu eseri incelediğinizde, hacmine oranla esasen çok da karmaşık bir şeyler anlatılmadığını görürsünüz. Öyle Tolstoy'un
Savaş ve Barış'ı ya da Dostoyevski'nin
Karamazov Kardeşleri gibi, girift olaylardan, şaşaalı hikayelerden bahsetmez bu roman. Aslında klasik bir Rus romanından beklenmeyecek derecede sade ve düz bir anlatıma sahiptir. Üstelik hele de çok erken yaşlarda tanıştıysanız onunla, kolayca 'sıkıcı' olarak bile nitelendirebilirsiniz. Ne var ki bu ilginç öykünün gizemli yanlarından biri de, aynı başroldeki kahramanın yaşı gibi, 30'lu yaşlarda okunduğunda etkisini gösteriyor olmasındadır. İlk gençlik yıllarının, özellikle kariyer hayatına yönelik en telaşlı zamanlarını geride bırakmış olan okur;
Oblomov'da biraz da can evinden vurulmuşa döner. Çünkü iş dünyasının tüketici çarklarından bunalmış bireyi, tam da hayalini kurduğu ütopik bir 'çalışmama, yan gelip yatma' dünyasıyla çarpar Oblomov. Oblomov, kısaca hali vakti yerinde bir asilzadenin yaşamını anlatır. Ilya Ilyiç Oblomov, tüm yaşamı boyunca hizmetliler eşliğinde yaşayan tipik bir Rus beyzadesidir. Aslında taşralı bir aislzadedir o. Dolayısıyla ilk gençlik yıllarında ondan beklendiği üzere büyük şehre gelip, burada büro işi yapmaya niyetlense de çok geçmeden sıkılır. Ve hepi topu iki yıllık bir çalışmanın ardından, bir hastalık durumunu bahane ederek çalışma hayatına son verir. Artık yalnızca topraklarının geliriyle, şehirdeki bir apartman dairesinde yaşayacaktır. Ne var ki can sıkıntısı ve tembellik yerini giderek artan kesin bir hareketsizlik ve miskinlik haline terk etmeye başlar. Arazilerindeki sorunlardan bahseden kahyasından gelen mektuplar, onu işinin başına çağırsa da ve hatta bunu bilinçli beyniyle kendisi de istiyor olsa da, romanın neredeyse ilk 150 sayfasında bırakın eyleme geçmeyi, yatağından dahi çıkmayı başaramaz o. Üstelik sadık hizmetkarı Zahar'ın da ondan aşağı kalır yanı yoktur. Zahar belki de edebiyat tarihinin gördüğü en tembel, en vurdumduymaz uşağıdır. Öte yandan Oblomov'un bir de kendisiyle taban tabana zıt bir arkadaşı vardır. Ştoltz, her durumda Oblomov'un yardımına koşar. Çalışkanlığı ve titizliğiyle dikkati çeker. Ona göre kesin kurtuluş her zaman daha çok çalışmaktadır. Oblomov ise bırakın çalışmayı sanatla dahi uğraşmaz. Günlerini yalnızca hayal kurarak geçirir. Aşık olduğu hayat dolu Olga karakteri, onu ilk başta bu miskinlikten kurtaracakmış gibi görünse de, Oblomov uzun vadede yine o kıpırtısız hayatına dönecektir. Oblomov, hayata karşı o denli kayıtsız bir hale bürünür ki giderek serveti elinden kayar.
ÇALIŞMAK AYIP SAYILIYORDU
Gonçarov, kuşkusuz yarattığı bu 'ultra' tembel ve kayıtsız karakterle, esas olarak Rus toplumunu ve aristokrasisini hicvediyordu. Rus edebiyatında yaygın görülen ve dönemin aydınları ile aristokratlarını simgeleştiren 'fuzuli adam' kavramı, Gonçarov tarafından Oblomov karakteriyle vurgulanarak, bir üst seviyeye taşınmış oluyordu. Oblomov, kuşkusuz aşırı bir karakterdi. Ancak yalnızca Rus değil, genel dünya aristokrasisine göre çalışmak gereksizden de öte, kendi sınıfları için düpedüz 'ayıp' bir davranıştı. Seçkinler asla çalışmaz, yalnızca yönetirdi. Ancak insan ruhuna aykırı bu durum, giderek dünyadan zevk almama durumunu ve nihilizm kavramını beraberinde getirdi. Bu durumdan en çok etkilenen ise Rus ariktokrasisi olmuştu. Çünkü Doğu ile Batı arasında sıkışmış bu toplum, toplumsal alışkanlıkları açısından Doğu'ya ve Doğu'nun alışkanlıklarına daha yatkındı. Ve Batı'nın ilerlemeci, akla ve çalışmaya önem veren kültürüne karşılık, Doğu her zaman daha yavaş bir ritme, tevekkül ve kader inancına sahipti. Aynı Oblomov karakteri gibi şehirdeki ofislere ayak uyduramıyor, kırsaldaki ferah yaşamlarını özlüyorlardı. Nihayetinde Ruslar kendilerini bu miskinliğe ve ataletsizliğe öylesine kaptırdılar ki tam da Oblomov'un başına geldiği gibi kendi toprakları ve servetlerinin ellerinden kayıp gitmesine dahi izleyici kaldılar. Pek çok tarihçeye göre 1917 Büyük Rus Devrimi'nin altında da asıl olarak bu durum yatıyordu. Dolayısıyla Gonçarov, görünürdeki bir edebiyat eserinden öte bir şeyi kaleme almıştı aslında. Rus toplumunu devrime götüren ve Rus aristokrasisini tamamen ortadan kaldıran bir süreci... Bir yandan da Rus toplumunu içinde yatan Batılı ve Doğulu yanla yüzleştiriyordu. Bizim tarih boyunca alışık olduğumuz bu iki kültür arasında sıkışmışlık halini, esasen Ruslar da kendilerine göre yaşıyorlardı. Oblomov, pek çok uzman için bu denli stratejik bir karakter. Öte yandan sıradan okur içinse, o; kolayca benimseyebileceği bir tembeller şahından öte değil! Zaten Oblomov terimi de bugün hala pek çok dilin argosunda 'tembel, miskin' şahıs anlamına geliyor. Günümüzün yıpratıcı kariyer savaşlarından bunalmış modern çağ insanı içinse Oblomov bir tür idol, hiç gerçekleşmeyecek bir ütopyanın şanslı kahramanı!
DOĞU vE bATI'NIN KARŞITLIĞI
Bazıları onu
Hamlet'in ünlü dilemması 'olmak ya da olmamak'a kısaca "Hayır!" diyen kişi olarak yorumluyor. Oblomovizm bir felsefe akımı değil, ancak bir tür yaşam biçimi olarak kabul ediliyor. Gonçarov'la aynı dönemde, okyanusun diğer yanında, bir Amerikalı yazar Herman Melville, 1853 yılında bir diğer unutulmaz edebiyat karakteri olan Katip Bartleby'yı yaratmıştı. Çalışkan ve disiplinli bir ofis çalışanı olan Bartleby, giderek kendisine teklif edilen işleri "yapmamayı tercih ederim," diye cevaplandırarak, kendisini çalışma ortamından soyutlamış ve o da bir tür hareketsizliğe bürünmüştü. Bartleby'ınki zihinsel ve bireysel bir reddedişti. Oblomov'unki ise bir tercih durumu bile değil, onunki kesin bir miskinlik sonucu harekete geçememek durumu, yani sadece 'yapmamak'... Oblomov, çok kısa süren çalışma yılları boyunca bile çalışmaktan yakınıyor, "ne zaman yaşayacağım ben?" diye soruyordu. Çünkü ona göre (ve aslında dönemin aristokratlarına göre) yaşamak çalışmanın tam zıddıydı, amaçsızca vakit geçirmek, hayallere ve eğlencelere dalmaktı. Gonçarov, çalışma karşıtı Oblomov ile hayatın amacını çalışmak olarak gören Ştoltz karakterleri aracılığıyla, esasen Rus ve Doğu toplumu ile Batı toplumunu simgeleştiriyordu. Oblomov ilerleme karşıtı, miskin Doğu idi, Ştoltz ise ilerlemeyi çalışmakta bulan, çalışkan Batı... Romanın yayımlandığı dönemde en saygın edebiyat eleştirmeni olarak gösterilen Nikolaj Dubroljubov da, ünlü makalesi 'Oblomovluk Nedir?'de aynı şekilde Oblomov'un hikayesini oluşturan, serfliğe esas teşkil eden ekonomik bölünmeler ve bunların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyal adaletsizlikler gibi tarihsel meselelere odaklanır. O da, aynı şekilde Oblomov'un tarihin kritik bir dönemecinde, Rus tarihinin sosyal gelişiminde yeni bir çağın başlangıcını, Rus aristokrasisinin miskinlikle çöken hikayesini anlattığına dikkat çeker. Neticede gün geldi devran döndü. Önce Rus aristokrasisi, ardından da yerine gelen sosyalist düzen ve komünizm çöktü. Devir kapitalist düzenin devri oldu. Yine de Oblomovlar her tür şartta yaşamayı sürdürdü. Çünkü pek çoklarına göre Oblomovizm bir tür virüs ve insanlığa bir kez bulaştı mı da ondan kurtuluş olmuyor. Pek çoklarına göre de o gönüllü bir hastalık durumu. Öyle ya da böyle, sonuç değişmiyor. Oblomov, modası hiç geçmeyen bir karakter olarak aramızda yaşamayı sürdürüyor.