Şair, veteriner hekim, öğretmen, siyasetçi... Mehmet Âkif Ersoy'u tek bir sıfata sığdırmak, hayatının ve sanatının derinliğini göz ardı etmek olur. O, yaşadığı zorlu dönemin sadece tanığı değil, aynı zamanda vicdanı ve çözüm arayışının sözcüsü idi. Sadece kendi çağının değil sonraki nesillerin inşasına da katkıda bulunan eserleriyle gerçek bir mütefekkirdir. Onun sözleri etkilidir, çünkü her sözü yaşamından süzülmüş ve her kelimenin bedeli ödenmiştir. 1873'ün soğuk bir aralık günü Fatih'te gözlerini açan milli şairimizi yine aralık ayının 27'sinde 1936 yılında kaybettik. Dolayısıyla edebi kişiliğinden yola çıkarak bu sayımızda Ersoy'u anmadan geçemezdik.
SÖZÜ VE EYLEMİ AYNIYDI
Âkif'in sanatı ve şahsiyeti, birbiriyle ayrılmaz biçimde bütünleşmiş, nadir görülen bir erdem anıtıdır. Mehmet Âkif'i çağdaşlarından ayıran en önemli özellik, sözü ile eyleminin arasındaki tam uygunluktur. O, sadece şiirlerinde dürüstlük ve fedakârlık öğütlemekle kalmadı, bu değerleri tüm yaşamı boyunca tavizsizce uyguladı. Onun hayat felsefesi 'çalışmak' üzerine kuruluydu. Şöhretten, gösterişten ve övgüden daima kaçındı. İstiklâl Marşı için verilen para ödülünü dahi "Bu marş milletime aittir" diyerek Kızılay'a bağışlaması, onun dünyevi çıkarlara olan uzaklığının en somut kanıtıdır. Bu yüksek ahlaki tavır, onun edebi kişiliğine de yansımış ve eserlerine güvenilirlik ve samimiyet katmıştır. Mehmet Âkif, Batı'nın bilimini alma gerekliliğini savunurken, kendi öz değerlerini koruma konusunda tavizsizdi. Onun mücadelesi sadece düşmana karşı değil; içimizdeki cehalete, tembelliğe ve taklitçiliğe karşıydı. Şiirlerinde sıkça geçen 'iman', 'azim' ve 'irade' temaları, bu mücadeleci ruhun edebi dışavurumlarıdır.

Toplumsal aksaklıkları ve ahlaki yozlaşmayı eleştirirken, bu eleştirilere dahi bir merhamet ve ıslah etme amacı eşlik eder. Onun hicvi, yıpratmak yerine uyandırmayı hedefler. Çünkü o, eleştirdiği insan yığınını kaybolmuş bir yuvaya ait evlatlar olarak görmüştür. Âkif'in sanatı, estetik mükemmeliyetten önce, mesajın netliği ve tesiri ilkesini esas alır. Bu da onu 'şairmühendis' olarak tanımlamamıza olanak tanır. Onun realizmi ve gözlem gücü edebi eserlerine de yansır. Âkif, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti şairlerinin aksine, hayalperest ve bireysel konuları değil; doğrudan sokağı, mahalleyi ve günlük yaşamı merkeze aldı. Onun şiirleri, belgesel niteliğindedir. Kahvehanelerin, köhne evlerin, yoksul çocukların tasvirleri, okuyucuya dönemin toplumsal fotoğrafını sunar. Bu sanatını toplumsal bir göreve dönüştürme yaklaşımı, onu Türk edebiyatında sosyal realist şiirin en güçlü temsilcisi yapmıştır. Âkif'in en büyük edebi başarısı, manzum hikâye türünü zirveye taşımaktır. O, olayları, karakterlerin konuşmalarını (diyalogları) ve dramatik anları, düzyazının akıcılığını bozmadan şiirsel bir biçimde aktarmayı başarmıştır. Bunu yaparken kullandığı aruz vezni, onun elinde adeta Türkçe'nin doğal ritmiyle dans etmeye başlamış; bu da şiirlerin anlaşılırlığını ve tesirini artırmıştır. Köse İmam, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi ve özellikle Asım bu türün başyapıtlarıdır. Âkif'in tüm eserleri, İslam coğrafyasının birliği idealinin ruhsal ve ahlaki temellerini arar. Ancak bu, dar bir bakış açısı değildir. Ona göre kurtuluş, Batı medeniyetinin bilim ve teknolojisini almakla, ancak kendi öz kimliğimizin ahlak ve erdemini korumakla mümkündür. Tamamı aruzla yazılmış 11 bin 240 mısralık 108 manzumeden ibaret Safahat'ın son kitabı olan Gölgeler'de ise bu büyük idealin yorgunluğu, hayal kırıklığı ve iç hesaplaşmalar daha lirik ve hüzünlü bir tonda hissedilir. Neticede Mehmet Âkif Ersoy, sadece İstiklâl Marşı'nın şairi değil, aynı zamanda çözüm odaklı bir fikir adamı ve örnek bir ahlak abidesidir. Onun eserlerini okumak, bir dönemin sadece acılarını değil, aynı zamanda o acıların üstesinden gelmek için gösterilen erdemli çabayı da anlamaktır. Bugün onun sanatı ve karakteri, milli benliğimizin daima temiz kalması gereken bir köşetaşıdır.
Millî Mücadele'nin mânevî lideri
Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin yenilgisi ve yurdun işgali üzerine Mehmed Âkif, Millî Mücadele'ye fiilen katılmak amacıyla 1920 Şubatında Balıkesir'e giderek Kuvâ-yi Milliyeciler'le görüştü; camilerde verdiği vaazlarla halkı birlik ve direnişe çağırdı. İstanbul'daki yüksek maaşlı görevini bırakarak Ankara'ya gitmesi onun vatanseverliğini gösterdi ve Millî Mücadele'nin meşruiyetine büyük katkı sağladı. Bu sebeple "Millî Mücadele'nin mânevî lideri" olarak anıldı. Ankara'ya 24 Nisan 1920'de ulaştı, ardından Burdur mebusu seçildi. Meclis adına Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde halka ve askerlere hitap ederek Millî Mücadele'yi teşvik etti. En önemlisi, Sevr Antlaşması'na karşı direnişi vurgulayan Kastamonu Nasrullah Camii'ndeki ünlü vaazıdır.
Hatıra evi
Mehmet Akif Ersoy'un 16 Haziran 1936 ile 27 Aralık 1936 tarihleri arasında son günlerini geçirdiği Mısır Apartmanı'nın 4. katındaki daire Mehmet Akif Ersoy Hatıra Evi olarak düzenlenerek 2021 yılında ziyarete açılmıştı. Mehmet Akif Kitaplığı, Belgesel Odası, Şiir Odası ve Sergi Salonu'ndan oluşan Hatıra Evi'nde Mehmet Akif Ersoy'un şahsi eşyaları ve kitapları sergileniyor.