Milli Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşımızın kabulünün 100. Yılında 12 Mart'ta anılacak. 12 Mart'ta ilk gösterimi olacak Âkif filminin danışmanlarından yazar, eğitmen Dr. Şaban Kızıldağ ile Mehmet Akif Ersoy'u konuştuk.
Uluslararası Koçluk Federasyonu (ICF) üyesi olan Kızıldağ, İletişim, Kültürlerarası Sentez, Yönetim Danışmanlığı, Kültür Biçimlendirme, Liderlik ve Performans Gelişimi alanlarında, eğitim, danışmanlık ve koçluk hizmeti sunmaya devam ediyor.
- 100 yıl önce İstiklâl Savaşı'nı yeni kazandığımız dönemde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey umuttu. Bugün de dünya zorlu bir dönemden geçiyor. Gençlere bu süreçte en çok neyi tavsiye ediyorsunuz?
- Elbette umudu tavsiye ediyorum. Çünkü umut, insan için çok önemli bir kavram. Umudun yokluğu, korkunun egemenliğine boyun eğmek demektir. Tarihe bakınca çok net görürsünüz, bütün toplumsal ve bireysel çöküşler korkuyla başlar! Onun için, korkuya teslim olmak yerine umudun gücüyle yaşamayı öğrenmeliyiz. Mazeretlerle oyalanıp yerimizde saymak yerine, umudun gücüyle ayağa kalkıp çıkışı bulmaya gayret etmeliyiz. Zamanında Mehmet Âkif de halkımıza bu çağrıda bulundu; umudun gücünü hatırlattı. İstiklal Marşımızın 'Korkma' diye başlaması tesadüf mü? Aynı şekilde, Mehmet Âkif'e Kurtuluş Savaşımızın Manevi Lideri denmesi de tesadüf değil. Bütün bunların ardında, çok önemli tarihsel gerçeklikler var. Bizim niyetimiz de, bu gerçekleri çocuklarımızın, gençlerimizin öğrenmesini sağlamak. 100. Yıl, bunları hatırlatmak için iyi bir vesile. Özellikle de içinde bulunduğumuz durum düşünüldüğünde, bu hatırlatmaların daha da önem kazandığını görebiliriz.
- Eğitimlerinizde de Mehmet Âkif Ersoy'un üzerinde umut ve korku kavramlarına sık sık atıfta bulunuyorsunuz. Âkif deyince aklınıza ilk önce umut mu geliyor?
- Evet, öncelikle umut geliyor. Mehmet Âkif, eserleriyle topluma hep umut aşılayan bir aydındır. Ona göre bir toplumda umudun tükenmesi, maddî-manevî yok oluşu getirir. Bunun için umutsuzluktan doğan karamsarlık anlamına gelen yeis sözcüğünü küfürle, şirkle bir tutar. Az önce de dediğim gibi, İstiklal Marşı'na "Korkma" diye başlayan Âkif'in, umutsuzluktan bahsettiği bu şiire "Âti" ile başlaması, geleceğe olan güveninin ve bitmeyen umudunun bir göstergesidir.
- İstiklal Marşı'nın Kabulünün 100. Yılı kapsamında, M. Âkif Ersoy'un hayatını anlatan 'Âkif' adlı bir film yapıldı. Pandemi koşullarında çekilen ve 12 Mart'ta ilk gösterimi yapılacak olan filmin hedef kitlesi ve ana fikri ne?
- 2021 yılı milletimiz için çok önemli bir yıl. Sizin de söylediğiniz gibi, İstiklal Marşımızın kabulünün 100. Yılı (12 Mart 1921). Âkif bir ilk olmasına rağmen, son derece başarılı bir çalışma. Aslında film için, bir yolculuk hikâyesi diyebilirim. Çünkü Akif'in, 1920'de, oğlu Emin'i de yanına alarak çıktığı, o büyük yolculuğu, vatana hizmet yolculuğunu anlatıyor. Biz de filmi izlerken bu yolculuğa eşlik edecek ve o günleri, kurtuluş savaşının manevi lideri Akif'in gözüyle görme ayrılacağını yaşayacağız. Filmin yapımcılarından Baran Mayda, bu süreçte lokomotif işlevi gördü. Güçlü bir ekibi bir araya getirdi. Ortaya çok güzel bir iş çıktı. Onun şahsında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Umut dolu bir kararlıkla yol alırsak, aradığımız çıkışlara kolayca ulaşmamız mümkün olur. Bu durum, yaşamakta olduğumuz Pandemi süreci için de geçerli, çıkışı bulmakta zorlandığımız tüm diğer süreçler için de...
Pandemi döneminde de ilk salık verdiğimiz şey umut. İnancınız azalırsa, umudunuz da azalır. Üstadımız Mehmet Âkif, böyle söyler. Ve çok da haklıdır... Ben de diyorum ki; Umut yoksa çıkış da yoktur.
Mehmet Âkif Ersoy ne diyordu bu konuda, hatırlayalım:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak...
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
- Mehmet Âkif Ersoy, umuda yönelik şiirlerini nasıl bir dönemde yazmış?
- Mesela az önce size okuduğum şiiri, 1913'te yazmış. Balkan savaşlarındaki yenilginin ağırlığı içinde. Osmanlı'nın balkanlardaki topraklarının çoğunu kaybettiği o kara günlerde. Yani aslında Âkif, Osmanlı'nın son dönemlerindeki durumunu anlatmış mısralarında, içi kan ağlayarak. Maalesef, etrafta, çıkışı göremeyip ümitsizliğe kapılanların çok olduğu bir zaman bu. Âkif'in her yanı, "Her şey bitti, buradan çıkış yok! Kaybettik. Daha fazla direnmenin bir manası yok!" diyenlerle dolu. Geleceğin karanlık olduğuna inananlarla dolu. Karanlık da bir korku biçimidir. İster gerçek manada bir karanlıktan söz edelim, ister metaforik olarak. Fark etmez… Karanlık korkusu, tüm diğer korkular gibi, insanı umutsuzluğa sürükler. Korkan insan ne yapar? Geri çekilir. Yani gelecek korkusu, umutsuzluğu, vazgeçmeyi beraberinde getirir. Ve gelecek günlerin güzel olabileceğine inanmaz artık. O an, geleceğin karanlık olduğunu söyleyen kimdir, diye düşünemez. Geleceği karanlık görmem kimin işine yarıyor, diye sormayı akıl edemez. Oysa Allah'tan başka bilen var mıdır, gelecekte ne olacağını? Bunu idrak eden insan, nasıl düşer böyle bir oyunun içine? Bunlara, sadece tarihsel konular olarak bakmamak lazım. O günkü ruh halleri, şu an içinde bulunduğumuz ruh halinden çok da farklı değil. Odakta hep korku var farkındaysanız. Geleceğin bugünden daha karanlık olacağı algısı var. Ve bize düşen, bu algıyı dağıtmak. Bunun korku odaklı bir kurgu olduğunun farkına varmak. Akif'in o günlerde yaptığı da buydu…
- Mehmet Âkif Ersoy'un, umutsuzluğu bir iman zayıflığı olarak görmesinin sebebi nedir?
- Âkif için 'yeis', içine düşen insanı boğan bir bataklıktır. Gelecekten ümidini kesince insan, çalışma isteğini / azmini kaybeder. Bunları kaybedince de gelecekle ilgili umutları biter. Yani onu tüketen bir kısırdöngü içine girer. Âkif bu kısırdöngü meselesini anlaşılır bulmakla birlikte kabul etmez, çünkü yeisin asıl sebebinin, 'iman eksikliği' olduğunu düşünür. Umutsuzluk bir isyan biçimidir Âkif'e göre. Bir iman zayıflığıdır ya da... İmanı güçlü birinin umutsuzluğa düşmesi mümkün değildir. İnsana yakışan en son şeydir ümitsizlik. Çünkü iradesi olan üstün bir varlık biçiminde yaratılmış insan, karanlıktan korkup umutsuzluğa düşmek yerine, bir mum yakıp etrafını aydınlanmalıdır. Yani gücü yettiğince çalışıp çabalamalı, büyük bir kararlılıkla, güçlü bir azimle uğraşmalı; tüm bunlar fayda etmediğinde ise, elinden geleni yapmış olmanın huzuruyla Allah'a bırakmalıdır her şeyi. Böyle bir bakış açısı içinde yaşayan insanın, 'umutsuzluk' sözcüğünü lügatinde barındırması düşünülebilir mi? İşte bugün de, bu pandemi sürecinde ihtiyacımız olan şey de bu! Akif'in düşüncelerini yeniden hatırlamak / hatırlatmak bunun için çok önemli. Onun soruları üzerine kafa yormak, önemli.
- Keşke Âkif, bugün aramızda olsa ve bize yeniden bu soruları sorsa...
- Bu bir bayrak yarışı. Âkif, bayrağı bize devretti. Bize, içinde bulunduğumuz ataletten ve akıl tutulmasından çıkmak için gereken tüm bilgiyi verdi. O halde aynı soruları biz de sorabiliriz. Bu sorulara yeni cevaplar da üretebiliriz. Çünkü Âkif, bize güveniyordu. Hatta tüm umudu gençlikti. İdealindeki gençliği Âsım'ın Nesli olarak tanımlamıştı…
- Âsım'ın Nesli, derken tam olarak neyi kast ediyordu? Gençlerden neler bekliyordu?
- Âsım, Mehmet Âkif Ersoy'un SAFAHAT kitabının 6. Bölümünün (6. Kitap da diyebiliriz) adıdır. Kelime anlamıyla Âsım 'günahtan arınmış olan / kendini günahtan uzak tutan' demektir. Çanakkale'yi geçilmez yapanlar Âsımlardır. Bu isim M. Âkif için ideal Türk gencini sembolize eder. O genç, karakterli, ahlaklı, erdemli, bilgilidir. Başta kahramanlık olmak üzere, tüm güzel özelliklere, bir insanda olması gereken tüm erdemlere sahiptir. Etrafındakilere de, bu meziyetleri ile örnek olur. Yani Âsım, umudun adıdır. Âkif için, Âsım Nesli umudun neslidir... Umutla beklenen, gelecek güzel günleri oluşturanların, ülkemizi yükseltecek, bizi ümitli yarınlara taşıyacak olan neslin adıdır. Ve böyle bir gençlik yetiştirmek, hepimizin sorumluluğudur.
Âsım, aynı zamanda, biliyorsunuz, Hz. Muhammed'in zamanında yaşamış, ona iman etmiş sahabelerden birinin adıdır. Âsım bin Sabit. Üstat, Âsım'ın nesli, derken, bir yandan da bu sahabeden bahseder. Yani ilhamını, çok özel bir hikayesi olan Âsım bin Sabit'ten alır. Bir gün, daha bol bir vakitte, size onun hikayesini de anlatırım. Şimdi gelin size, O'nun gençlerden neler beklediğini, net bir şekilde ortaya koyan birkaç dizesini okuyayım:
"Sen ki Âsımın neslinin, çiğnetme namusunu.
At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu.
Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni.
Sakın ha! Terk etmeyesin, imanını, dinini."
Mehmet Âkif Ersoy, bu konuda çok önemli saptamalar yapmış. Hem de daha o yıllarda… Bildiğiniz gibi, 1.dünya savaşının aleyhimize sonuçlandığı ve işgalcilerin etrafta ellerini kollarını sallayarak dolaştığı Mütareke yılları, Âkif gibi vatanseverler için son derece zor yıllardır. Âkif, 1920 Nisan'ında, o zamanlar 12 yaşında olan büyük oğlu Emin'i de yanına alarak bir yurt gezisine çıkar. O gezi sırasında uğradığı illerden biri de Balıkesir'dir. Zağanos Paşa Cami kürsüsünde halka yönelik bir konuşması vardır Âkif'in. İşte orada, tam da bunu anlatır. Sonrasında, SEBÎLÜRREŞAD DERGİSİ'nde de yayınlanan bu konuşmadan kısa bir bölümü okumak isterim size: "Acaba biz Müslümanlar niçin bu hale düştük? Bunun illetini ben şöyle görüyorum: Doğduğumuz günden itibaren babalarımız, analarımız, hocalarımız, siyasilerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız bize istikbal-gelecek için ümit verecek bir şey söylemediler. Ben çocukluğumdan beri: "Biz yaşayamayız; Avrupalılar terakki eylemiş (ilerlemiş), siz çok fena günler göreceksiniz!" Nakaratından başka bir şey işitmedim. Halbuki 'çocuklar, siz geceli gündüzlü çalışınız ki memleket kurtulsun' diye, bizleri çalışmaya sevk edecekleri yerde, rastgelen adam ruhlarımıza, kalplerimize yeis (karamsarlık) mayası aşıladı."
Bu fikirler, elbette Âkif'in şiirlerine de yansır:
"Doğduk, 'yaşamak yok size!' derlerdi beşikten;
Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkin-i hayat etmedi asla bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,
Ye'sin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı;
Melûn aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!
Devlet batacak!' çığlığı beyninde öter de,
Millette beka hissi ezilmez mi ki nerde?
Afakına yüklense de binlerce mehâlik (tehlike,)
Batmazdı bu devlet, 'batacaktır!' demeyeydik.
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır
Tek sen uluyan ye'si (karamsarlığı) gebert, azmi uyandır"
- Âkif'in 'eğitim' konusundaki hassasiyetinden çok söz edilir. Siz bir eğitimci olarak bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Onun eğitim konusundaki düşüncelerini, en kestirme şekilde anlamak için, Çanakkale zaferi sonrasındaki konuşmalarına bakmak yeterlidir. Söylediklerinin özeti şudur: Bu büyük zaferi hayırlısıyla kazandık, bitti. Ve şimdi daha büyük bir sorunla baş başayız. Eğer, tüm sorunların esas kaynağını, yani bu milletin "cehalet" sorununu çözemezsek, eğitim meselemizi kökünden halledemezsek, Çanakkaleleri tekrar tekrar yaşamak zorunda kalırız.
- Size göre, Mehmet Âkif Ersoy kimdir?
- Mehmet Âkif Ersoy denince akla ilk gelen, 'İstiklal Marşı'nın şairi olduğudur. Oysa Âkif bundan çok daha fazlasıdır, çok yönlü bir şair, mükemmel bir vatansever ve müthiş bir eğitmendir. O, sadece edebiyatla haşır neşir olmakla yetinmemiş, toplumun sorunlarıyla da birebir ilgilenmeyi görev saymış bir insan. İçinde bulunduğu tarihsel süreç içinde, yani milli mücadele yıllarında, üzerine düşen sorumlulukları layıkıyla yerine getirmiş, örnek bir kişi. Aynı zamanda Âkif, her türlü sömürüye, emperyalizmin her biçimine karşıdır ve bu konudaki tavrını korkmadan çekinmeden sonuna kadar ortaya koymuş bir isimdir. Buradaki duruşu, elbette sanatına da yansır. Nitekim o, fikirlerini, inançlarını ve tavrını, sanatı aracılığıyla insanlarla buluşturma konusunda da son derece başarılı bir şairdir. Onun için de bugün, onun eserlerinin olmadığı bir milli mücadele dönemi edebiyatından söz etmek, kesinlikle mümkün değildir.
- Mehmet Âkif Ersoy'un milli mücadele dönemindeki duruşu nasıl? Biraz anlatabilir misiniz?
- Dönemin bazı düşünürleri, şairler, yazarları ve aydınları, işgallere direnmek -karşı koymak yerine, durumu kabullenmeyi seçer. İngiltere veya Amerika'nın mandası olmaktan başka çare olmadığına, bu karanlık yolun bir çıkışı olmadığına inanırlar. Mehmet Âkif ise 'tam bağımsızlık' fikrini savunur. Anadolu'nun düşman kuvvetlerince işgal edildiği yıllarda; evini, işini, ailesini bırakıp, memleketi karış karış dolaşır. Cephede Mehmetçikle; sokaklarda, meydanlarda, camilerde Türk Milletiyle konuşur. Edebi gücüyle beslediği üstün hitabet sanatıyla, onlara umut aşılamaya çalışır. Hatta bu sebeple ona 'Milli Mücadelenin Manevi Lideri' sıfatı verilmiştir.