Isaac Newton bir dahi olduğunu biliyordu ve zamanını boşa harcamayı sevmezdi. 25 Aralık 1642'de doğan büyük İngiliz fizikçi ve matematikçi çok fazla sosyalleşmez, evinden fazla uzaklaşmazdı. Spor yapmaz veya bir müzik aleti çalmazdı. Hiç evlenmedi ve romantik bir ilişki yaşadığına dair hiç bilgi yok. Newton olmak kolay değildi. O, bugün hâlâ Mars'a doğru yola çıkan uzay araçlarının yörüngesinin hesaplanmasında kullanılan evrensel hareket ve yerçekimi kanununu icat etmekle kalmadı. O, ışığın özelliklerini keşfetmekle ve kalkülüsü icat etmekle de kalmadı. Newton'ın başka bir kariyeri, gözlerden uzak tuttuğu entelektüel bir tutkusu daha vardı: Simya. Bu mesai sonrası girişiminin kapsamı ve detayları daha yeni yeni netleşiyor. Bilim tarihçileri Newton'un simya üzerine yazdığı kapsamlı yazıların üzerinden geçiyor. Newton arşivlerinde simya üzerine büyük bir çoğunluğu şimdiye kadar göz ardı edilmiş bir milyon kelimelik yazı var. Gelmiş geçmiş en büyük fizikçi unvanı için Albert Einstein'le yarışan bir adam nasıl olur da kendini bir ortaçağ fantezisine kaptırır. Indiana Üniversitesi'nden Bilim Tarihi ve Felsefesi Profesörü William Newman'a göre, o zamanlarda simyanın prensiplerinin ciddiye alınmasının birçok nedeni vardı. Maddelerin öz bileşenlerine ayırıp daha değerli başka maddeye dönüştürülebileceğine inanılıyordu. Madenciler gümüş ve bakırı, bir bitkinin dallarını andıran bükülmüş şeritler halinde yeraltından çıkarıyordu. Maden damarlarının yeraltında bitkilerinkine benzer bir şekilde büyüyor ve gelişiyor gibiydi. Bazı madenlerin etrafında bulunan havuzların olağandışı özellikleri var gibi görünüyordu. Örneğin Slovakya'da bulunan gök mavisi sülfatlı su kaynağına demir bir çubuk batırırsanız, bakırla kaplanmış bir şekilde çıkar. Çubuğu oluşturan mat ve kara madde değişim geçirmiş gibi görünür. Newman, "Isaac Newton'ın simyaya inanması çok mantıklıydı. 17'nci yüzyılın deneysel araştırmacılarının çoğu buna inanıyordu" diyor. Newman'a göre Newton'un simya araştırmaları onun fizikte yarattığı devrimlerinden birisinin önünü açtı. Simya tutkusu, beyaz ışığın renkli ışınların karşımı olduğuna dair keşfine yardımcı oldu. O dönemde simyaya olan düşkünlüğün kavramsal temeli, maddenin hiyerarşik ve tanecikli olduğu fikriydi. Küçük, bölünemez ve yarı kalıcı parçacıkların bir araya gelip, daha karmaşık maddeler oluşturduğuna inanılıyordu. Aslında bu, 20'nci yüzyılda moleküler biyoloji ve kuantum fiziği tarafından ortaya çıkarılan gerçeklerden çok da farklı olmayan bir inanıştı. O dönemin araştırmacıları, doğru çözücüler ve tepkimelerle, maddeyi öz bileşenlerine indirebileceklerine ve daha sonra bu bileşenleri farklı maddeler elde etmekte kullanabileceklerini düşünüyordu. Newton ve meslektaşları, metali bir deney tüpü içinde "bitki gibi" büyütmenin mümkün olduğuna inanıyorlardı. Madencilerin çıkardığı metalin ağaç dalları veya kökleri gibi görünmesi, birçok araştırmacının bu maddelerin yeraltında bitki gibi büyüyüp olgunlaştığına inandırdı. Acaba kurşun, gümüşün olmamış hali olabilir miydi? Topraktan çıkartılmış metal kökün laboratuar ortamında filizlenmesinin bir yolu olmalıydı. Aslında yoktu. Mineral damarları bazen botanik illüstrasyonlara benziyordu. Bunun nedeni akışkanlar mekaniği ve yer kabuğunun altının eriyik halde olmasıdır. Yukarıdan bakılınca, kollara ayrılan ırmaklar da ağaç dallarına benzer. Yine de simyacıların başarısız olduğunu söylemek zor. Eskisini mükemmelleştirerek yeni parlak pigmentler yarattılar. Yeni ilaçlar manastır bahçeleri yerine kimya laboratuarlarında geliştirilmeye başlandı. Simyacılar aynı zamanda dolandırıcıları tespit etmekte de uzmanlaştı. Sülfatlı su kaynağının "mucizevî" özelliklerinin maddeyi değiştirme özelliğinin olmadığını kanıtlayan da ünlü bir simyacıydı. Sudaki bakır sülfat, suya batırılmış demir çubuklarının yüzeyindeki demir atomlarının suya süzülmesine neden oluyordu. Arkada kalan boşluğu da bakır atomları dolduruyordu. Newman, "Özellikle Avrupa'nın en seçkin kraliyet ortamlarında çok sayıda şarlatan vardı" diyor. Kralı kandırmaya kalkan bir simyacı suçlu bulunursa, metalden yapılan bir kıyafet giydiriliyor ve altın renkli folyoyla kaplanmış bir şekilde idam ediliyordu. Hayatının sonuna doğru İngiliz Darphane'sinin başına getirildiğinde, Newton da hileye ne kadar toleranssız olduğunu kanıtladı. Il l inois, Kuzeybatı Evanston Üniversitesi'nden kimyager Mark Ratner, "Çok gaddardı. Madeni paralardaki altını kazımaya çalışan insanları ölüme mahkûm ediyordu" diyor. Newton tüm zamanların en büyük bilim insanı olabilir. Ancak Ratner bir konuda yanılgıya düşülmemesi konusunda uyarıyor. "İyi bir insan değildi" diyor.