Hatırlarsınız, Tugay Kerimoğlu'nun sahalara vedası muhteşem olmuştu. İngiltere Premier Lig takımlarından Blackburn Rovers'da, son sezon maçında profesyonel futbol hayatına nokta koyan Tugay'a öyle sevgi gösterileri yapılmıştı ki; ünlü futbolcu bir anlamda jübilesini yapmış sayıldı. Blackburn Rovers taraftarları sekiz yıl takımlarında oynayan ve kaptanlığa kadar yükselen futbolcuya; Türk bayrakları, tezahüratlar, kâğıttan yapılmış Tugay maskeleriyle veda etmiş, onu ayakta alkışlamıştı. Ne yalan söyleyeyim; fotoğraflara yansıyan o an, futbolla pek de içli dışlı olmayan benim bile tüylerimi diken diken etmişti. Az şey mi; futbol dünyasında kime nasip olmuştur böyle bir veda? Üstelik İngiltere'de, bir Türk futbolcuya! Kesinlikle unutulmaz sahnelerdi ve Tugay'la konuşmak şarttı. Çok kolay sanmayın; adam İngiltere'de, takımdan izin almak şart, bu da çok zor! Ben kıvranıp dururken, Çeşme tatilinde karşıma çıkmasın mı Tugay! Allah'tan daha ne isterim! 'Manevi menajer'lerim ağzından girip burnundan çıktı, ikna etti kendisini. Bakmayın 'tatilde bile rahat vermeyenler'e gıcığımdır ben de; ama takdir edersiniz ki, bu fırsat kaçmazdı, kaçıramazdım... Merak etmeyin esir almadım onu; benim iki-üç saatlik röportajlarımın yanında hiç b'işey sayılmaz. Yarım saat sürdü sadece! İşte tatil kılıklarımızla yaptığımız sohbetten sizin için ayırdıklarım...
- Profesyonel futbola veda edince, emekliye ayrılmış gibi hissediyor mu insan? -
Hayır öyle hissetmiyorum çünkü kendimi geçen seneden beri hazırlamıştım buna. Kafamda onun planlarını yaparak bugünlere geldim. Başlarken kafanızda olan hedefleri gerçekleştirmişseniz bitirme günü geldiğinde de kafanızda soru işeretleri kalmaz. Emeklilik diye görmüyorum bunu çünkü futboldan kopmuyorum, yine futbolun içinde olacağım. Yani herhangi bir üzüntüm yok. Aksine sevinçliyim çünkü ailemle birlikte tatil yapabiliyorum.
- Tatile hasret gibisiniz!
- Daha önce bir ay tatil yapıp dönüyorduk; şimdi doya doya!
- 'Başlarken hedefleriniz vardır' dediniz ya... Neydi sizin hedefiniz tam olarak; şu anda İngiltere'deki gibi efsane olmak mesela. Böyle bir hedef koymuş muydunuz önünüze?
- Futbola başlarken hedefim oynadığım kulübe en iyi şekilde hizmet etmekti. Sonraki hedef Milli Takım'da oynamaktı. Sonra her futbolcunun hayalinde olan Avrupa serüveni... Çizgimi hiç bozmadan, sağa sola sapmadan koyduğum bütün hedeflere ulaştım. Yani bu konuda gurur duyulması gereken biri varsa, o da benim, diye düşünüyorum. Ukalalık diye değil, her insan bazı hedefler koyar ama işler her zaman istenildiği gibi gitmez. Ama benim bu konuda içim çok çok rahat.
- Üstelik herkese nasip olmayacak bir veda sahnesi yaşadınız. Son maçınızda Tugay maskeleri takıp, ayakta alkışladılar sizi. Ne hissettiniz o anda?
- Çok gurur verici bir durum elbette; hem benim adıma, hem ülkem adına... 10 sene bir yabancı ülkede top koşturuyorsunuz ve sahada gösterdiğiniz performansla, oynadığınız oyunla, gösterdiğiniz çabayla insanların saygısını ve sevgisini kazanıyorsunuz. Türk bayraklarıyla, maskelerle, büyük pankartlarla duygularını dile getiriyorlar. Süperdi.
- Haberiniz var mıydı bunların olacağından?
- Bazı şeylerden habersizdim, bana da sürpriz oldu. Bir tek Türk bayraklarıyla gelineceğini biliyordum ama maskeler, tişörtler çıktı ortaya...
- Sokaklarda barlarda bile Türk bayrakları açılmış...
- Blackburn şehrindeki bütün 'pub'ların yarısı İngiliz, yarısı Türk bayraklarıyla, benim adıma yazılmış pankartlarla doluymuş. İster istemez duygulanıyorsunuz, tüyleriniz diken diken oluyor. Hizmet ettiğiniz bir kulüp, bunun karşılığında saygı ve sevgisini böyle gösteriyor. Yolda, statta durdurup 'Bırakma' diyor, 'Kulüpten ayrılma' diyor. Sevinmez misiniz?
- 39 yaş zorlayıcı bir faktör ama isteseniz bırakmayabilir miydiniz?
- Tabii, bırakmayabilirdim. Aslında ben bir sene daha oynamak istiyordum ama sonra eşimle, çocuklarımla oturup konuştuk; bunun en doğru zaman olduğuna karar verdik. En güzel zamanda ve en güzel yerde bıraktığımı düşünüyorum.
- En tepedeyken, el üstünde tutulurken...
- Evet, en güzel yerde, en tepedeyken bırakmak en mantıklısıydı.
- Sizin için yapılan tezahüratlardan sonra, ister istemez şu geliyor aklıma: Sizi İngiltere'de daha mı çok sevdiler, daha mı çok değer verdiler?
- Bence orada bana daha çok saygı gösterdiler! Saygıyı gördüm orada. Bizde de saygı duyuluyor ama farklı. Çok seviyoruz, sayıyoruz ama ortasını bulamıyoruz biz; bir anda dibe de inebilirsiniz...
- Türkler 'Kazanmak da var, kaybetmek de' olgunluğuna sahip mi değil?
- Bizde her şey sonuca endeksli.
- İngiliz futbolu daha mı farklı?
- Çok farklı hem de! Büyük bir uçurum var arada...
- Nedir o uçurumu doğuran?
- Şöyle söyleyeyim, mantalite farkı var! Onlar kazanmayı değil, futbolu seviyorlar her şeyden önce. Rakip takım kazansa da alkışlamayı biliyorlar. Futbolun üç neticeli bir oyun olduğunu bildikleri için tepkileri de çok farklı oluyor. Bizde ise sonuç ille de galibiyet ya da şampiyonluk olacak! Oysa ki, sabretmeden bazı şeylere ulaşamazsınız. Kendimden örnek vereyim; kendi sahamızda 10 maç kaybettiğimizde insanlar bize 'Şanssızdınız, öbür maçı kazanırsınız, üzülmeyin' diyebiliyor, bize moral veriyor, bize inancını kaybetmiyor. İşte kendini yetiştirme budur, karşısındakinin emeğine duyulan saygı budur. Bir şekilde insanlar oraya eğlenmeye geliyor, doya doya futbol izlemeye geliyor...
- Bizde bu olgunluk neden yok; Türk insanının kişiliği mi böyle?
- Yok kişilik falan değil, altyapıyı tam oluşturamadığımız için! Demin de dediğim gibi sevgiyi hangi dozda vereceğimizi bilmiyoruz biz.
İNGİLİZ VATANDAŞI OLDUM
- İyi para kazandınız mı İngiltere'de?
- Tabii ki yaşadığım sıkıntıları orada yaşamadım. Bugün çok rahat bir şekilde yaşayabilecek durumdayız.
- İngiliz vatandaşı oldunuz mu?
- Öyle bir imkân vardı, değerlendirdik.
- Oldunuz mu yani?
- Olduk.
- Nasıl bir hayatınız var orada?
- Çok keyifli. Her şeyi sadece kendi adımıza değil, çocuklarımız adına da yaşıyoruz. Berke 14, Melis altı yaşında. Sabah onları okula götürüp getirmeler, sinemalar, tiyatrolar derken çok aktif yaşıyoruz. Bir sistem, kural içinde yaşamayı seviyorum ben; her şey çok düzenli. Kimse kimseyi ilgilendirmiyor, ne kadar popüler olsanız da kimse sizinle uğraşmıyor.
- Biraz da çocuklarınız için mi orada yaşamayı tercih ediyorsunuz?
- Tabii. Çocuklarını İngiltere'de, Amerika'da okutmak için benim yerimde olmak isteyen ne çok insan var bilseniz!
ARDA VE GÖKHAN ÇOK İYİ
- Türkiye Süper Ligi'ni takip ediyor musunuz?
- Pek takip edemiyorum çünkü İngiltere liginde devre arası da olmadığı için maç yoğunluğu çok fazla...
- Hocanız sizin yeteneklerinize hayranmış okuduğum kadarıyla; siz kimin yeteneklerine hayransınız Türkiye'de?
- Ben iki kişiyi beğenirdim; biri Oğuz Çetin, diğeri Rıdvan Dilmen.
- Yeni jenerasyonda?
- Gökhan Gönül ve Arda Turan! Biraz daha fazla olsa daha iyi olurdu tabii.
HEPİMİZ ŞIMARDIK AMA TECRÜBE HER ŞEYİ SİLEBİLİYOR
- Önce İskoçya, sonra İngiltere. 10 yıl yurtdışında oynadıktan sonra söyler misiniz Avrupa'da oynamak insanı ne kadar değiştirip, geliştiriyor?
- Hedefinize ulaşmak üzere bir düzenin içine giriyorsanız profesyonel davranmak zorundasınız. Çünkü karşınızdakiler de öyle ilişki kuruyor sizinle. İster istemez bir takım şeyleri öğreniyorsunuz...
- Tam da onu merak ediyorum işte, neyi öğreniyorsunuz, şımarmamayı mı mesela?
- Şımarmama demeyeyim... Çünkü şımarırsınız! Bizim de oldu, olmadı değil; hepimiz şımardık. Düşünsenize insanlar sizi seviyor, tapıyor, sizinle gülüp ağlıyor... O yüzden işte; tecrübe bazı şeyleri silebiliyor, değiştirebiliyor.
- Magazin figürü olmadan, şov yapmadan, sadece işinle var olmayı tecrübe sayesinde mi öğreniyorsun?
- Her yerde var magazinleşme, her şey magazinleştiriliyor tabii ama İngiltere'de futbolla ilgili magazinleşme yoktur. Maçınızı oynarsınız, müsabaka biter, maçtan sonrası sizin özel yaşantınızdır, buna da saygı duyulur.
- Çok genç yaşta başarılı olanlar, magazin figürü olmaya, şöhretler dünyasında kendine yer açmaya daha yatkın ve müsait oluyor değil mi?
- Bazılarımız var evet, yüzde 100 katılıyorum size. Ama Avrupa'da da var bunlardan. Tek fark, orada öyle endüstri haline gelmiş ki, resimlerin çekilirken bile anlaşma yapıp para kazanıyorsun.