Aydın Silier, '78 kuşağı' olarak bildiğimiz, politik inançları güçlü, isyankâr ve şimdilerde 40'lı yaşlarındaki kuşağın bir üyesi. Yöneticisi olduğu Bimeras bugünlerde 'avantgarde' gösterilerin izlenebildiği iDANS festivalini üçüncü defa düzenliyor. Gösterilerin hepsi garajistanbul'da sahneleniyor. Aydın Silier Robert College'da okumuş, eski bir Boğaziçili olarak çalkantılı bir hayat yaşamış. 12 Eylül'de hapis yatmış, varlıklı babasının cep harçlıkları ona yetmemeye başlayınca bir dershanede biyoloji öğretmenliği yapmış; 80'lerin sonunda Almanya'ya gitmiş. Geri dönerken aklında İstanbul'da bir sanat festivali başlatma fikri varmış.
- Aileden vakıfçısınız.
- Evet, bizim ailede böye bir durum, bir vakıfçılık geleneği var. Amcam Orhan Silier, Tarih Vakfı'nın kurucusu, uzun yıllar da yöneticiliğini yaptı. Babam da Bilim Merkezi Vakfı'nı kurdu. Gençlere, çocuklara, dokunarak, eğlenerek bilim öğrenebilecekleri bir bilim merkezi sunma amacını güden bir vakıftır... Vakıfçılık Türkiye'de zor iştir. Şimdi yaşayarak görüyorum bunu, babam ve amcamın karşılaştıkları aynı zorlukları ben yaşıyorum.
- İlk gençliğinizde nasıl bir ortamda yetiştiniz?
- İstanbul'da geçti çocukluğum. Çocukken sofradan köfteleri alıp cebime koyar, kedilere kaçırırdım. Evde hep kedim oldu. Kedilerin, hayvanların duygusal dünyalarının sandığımızdan ne kadar daha zengin olduğunu gözlemledim küçüklüğümden beri. 1979'da Boğaziçi'ne girdim, 1985'te mezun oldum. Darbe döneminde üniversite öğrencisiydim yani. İlk gençliğimde en büyük merakım fotoğraftı. Boğaziçi'nde fotoğrafçılık kulübünde çalıştım, yöneticilik yaptım. İki tane özel sergi açtım. Politik olarak da epey aktiftim.
- Varlıklı bir aileden geliyorsunuz, burjuva ortamlarda mıydınız daha çok?
- 1980'lerde ben her türlü çevreye girip çıkmışımdır. Her türlü çevrede kendimi rahat hissedecek bir altyapı oluşturmuştum. Varlıklı bir aileden geliyorum, evet ve o ortamda da rahat ediyordum, zengin çevreleri yadırgamıyordum yani... Ama aynı zamanda gecekondu mahallelerinde çalışmalar yapıyordum, oradaki arkadaşlarıma gidip kalıyordum. Yoksul kesimin ortamlarını da tanıyarak büyüdüm.
- Üniversite yıllarında da ailenizle mi oturuyordunuz?
- Evet, akşamları eve gidiyordum... 1985 yılında bir gece beni gözaltına almaya geldiklerinde epey şoke olmuşlardı. 1 Mayıs'ın tetiklediği bir olaylar silsilesinin sonucunda beni de gözaltına aldılar.
12 EYLÜL'DE HAPİS YATTIM
- Hangi gerekçeyle?
- 141-142'den. 12 Eylül'de İstanbul'da iki ay hapis yattım. Az hasarla atlattım diyebilirim. 1 Mayıs'la ilgili bir bildiri dağıtılmıştı, onunla bağlantılı operasyonlar sonucunda hapse attılar. Davası epey sürdü. Ceza almadık sonunda; çünkü yargılandığım 141-142 numaralı yasa maddesi yürürlükten kaldırıldı.
- Babanız, amcanız ne diyordu politik faaliyetlerinize?
- Amcam 12 Eylül yüzünden yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Uzun süre Almanya'da yaşadı. Babam politika alanında aktif olmadı hiçbir zaman ama hep muhalif bir kişilik taşıdı. Benim siyasetle ilgilenmemden endişelense de bir yandan da desteklemiştir. "Dikkatli ol!" uyarısı yapardı fakat annem de babam da her türlü düşüncenin özgürce ifade edilebileceği bir Türkiye özlemini paylaşıyordu.
- O yıllarda çalışıyor muydunuz yoksa babanızdan cep harçlığı mı alıyordunuz?
- Babamdan cep harçlığı alıyordum, hâlâ da alıyorum! (gülüyor) 80'lerin sonunda Almanya'da geçirdiğim yılları bir yana bırakırsak, öğrencilik dönemimde para kazanmak için hiç çalışmadım. Üniversiteden sonra dershanede, üniversiteye hazırlık eğitimi veren bir dershanede biyoloji dersleri veriyordum. Yorucu bir işti, uzun çalışma saatleri vardı. Ama zevkliydi de, bir işe yaradığınızı hissediyorsunuz. Görece olarak iyi para kazandıran da bir işti.
- Almanya macerası nasıl başladı?
- Boğaziçi'nde moleküler biyoloji okumuştum, Almanya'ya da aynı konuda doktora yapmak için gittim. Ama biyolojinin farklı bir dalında, davranış bilimleri alanında çalışmayı seçtim orada. Doktora tezimin konusu, kedilerin yüz ifadeleriydi. Epey ilerledim, literatür çalışması yaptım, video çekimleri filan...
- Dans etmeye Almanya'da mı başladınız peki?
- 1993-1994 yıllarında Almanya'da Japonların avantgarde dans tarzı butoh ile başladım dansa. Orada derslere, atölye çalışmalarına katıldım. Almanya'da kent kent dans festivallerini dolaşıyordum. Her hafta sonu ayrı bir kente gidiyordum. Bielefeld isimli küçük bir şehirde kalıyordum ve biraz da o yüzden her hafta sonu başka bir büyük kente kaçıyordum, gösterileri seyrediyordum.
KEDİLERLE İNSANLARIN YÜZLERİNİ İNCELEDİM
- Doktora tezinizin konusu neydi?
- Çocuklarla kedilerin yüz ifadelerini karşılaştırdım. Özellikle göz çevresindeki bizim istem dışı olarak adlandırdığımız kaslarda çok büyük benzerlikler var. Yüz ifadelerinin kültürler ötesi, canlılar arası bir evrensellik taşıdığını gördüm, araştırmam bunun üzerineydi. Bedenin imkânları konusunda kediler çok iyi bir örnek. Zaten kediyle dans arasında bağlantı hep kurulur. Kedili festival nereden geliyor sorusunun yanıtı da burada aslında.
- Ne zaman bitti doktora?
- Bitirmedim, yarıda bırakıp döndüm. Almanya maceram altı yedi sene sürdü. İlk gittiğimde Almancayı hiç bilmiyordum. Kursa gittim; diplomam denk sayılmadığı için dersler aldım. Doktoramın başlangıç aşamasında da bıraktım, Türkiye'ye döndüm. Arada çocuk sahibi olma, boşanma gibi özel hayatımda fırtınalı bir dönem yaşadım. Doktorayı bırakmamda bu da etkili oldu. Almanya yıllarımda, Türkiye'ye döndüğümde bir festival başlatma düşüncesi oluşmuştu. 1995'te Türkiye'ye döndüm. Yılın yarısını orada, yarısını burada geçiriyordum. İsviçreli dansçı Christine Brodbeck o günlerde Tarlabaşı'nda modern dans dersleri vermeye başlamıştı. Onu öğrenip gitmeye başladım. Tal topluluğu, Çatı Derneği, Bimeras ve iDans bu atölyedeki bir arkadaş grubunun çabalarıyla kuruldu ve bu şekilde evrimleşti. iDans'ın küratörü ve sevgilim Gurur Ertem'le de orada tanıştım.
BİR GÜN SAHNEYE GERİ DÖNMEK İSTERİM
- Hiç sahneye çıktınız mı?
- Bir kere çıktım. Viyana'dan gelen bir arkadaşımızın
Anapolis isimli projesinde. Başroldeydim ama hiç hareket etmiyordum. Başından sonuna sahnenin ortasında hareketsiz oturmam gerekiyordu. Her şey benim çevremde oluyordu ama ben hareket etmiyordum. Habitat konferansı ertesinde sahnelenmişti. Çok iyi bir 'sahne varlığım' olduğundan söz edilmişti. (gülüyor) Performansçı olarak sahneye çıkmamı etkiledi organizasyon işleri yapmak. Ama bir gün sahneye geri dönmeyi istiyorum.
- Projelerin ekonomik yükü sizin üzerinizde mi?
- Festivali başlatırken para kaybedeceğimi biliyordum, bunu göze almıştım. Daha sonra kamu desteği ve özel sektörden sponsorluklarla festivalin hak ettiği desteği kazanacağını düşünüyordum. Ama henüz bu gerçekleşmedi. İmkânlar bu yüzden sınırlı. Ana finansman vakıftan geliyor. Yeterli olmasa da özel sponsorlar var. Kriz döneminde dahi sponsorluk yapan firmalar var. Ama bunların hiçbiri festivalin bütçesini karşılamıyor. Festival bitip para ödeme zamanı gelince, aradaki farkı ben karşılıyorum.
EKİP YÖNETMEK FARKLI BİR UZMANLIK
"Görgün Taner ve Mehmet Uluğ'la (İKSV ve Babylon yöneticileri) Boğaziçi'nden tanışıyoruz. Bizim kuşakta başarılı yöneticiler var... Fakat ben onlardan biri değilim. Bir çalışmanın konseptini hazırlamak başka şey, somut olarak bir ekibi yönetmek bambaşka bir şey. O farklı bir yetenek, bir uzmanlık... İşte o yetenek de bende pek yok diye düşünüyorum, zaten çok iddiam yok bu konuda. Acımasız kapitalist mantığı taşıyanlar, içinde oldukları mekanizmanın, kurum içinde ancak çalışanları doğru motive ederek kendini yenileyebileceğini çok iyi biliyor. Biz bunun dışında, daha çok yaptığımız işin haklılığına ve doğruluğuna önem veren kişiler olarak, bu motivasyona çok önem vermiyoruz, sanırım farkımız da burada."