- Önceleri de edebiyatla ilgili miydiniz?
Romanlarınız, romanlarınızı besleyen anılarınız, deneyimleriniz nelerdi? - İlgiliydim ve bu ilgi çocukluğumda başladı. Köy Enstitüsü öğretmeni, laik ve hoşgörülü bir babanın ve beş vakit namazını kaçırmayan, zeki ve sevgi dolu bir annenin oğlu olarak, kelimenin gerçek anlamıyla dağların gerisinde, gözlerden çok uzak bir köyde doğdum. Kışları yollar hep kapalı olurdu. Köyle dünya arasındaki köprülerden biri radyo, diğeri ise yatılı okulda okuyan ağabeyimin postayla yolladığı kitaplardı. Ben henüz ilkokula başlamamıştım ama ortanca ağabeyim, ablam okuma yazmayı sökmüşlerdi. Annem de ilkokul mezunuydu ve okuma yazması vardı. Yatılı okulda okuyan büyük ağabeyimin yolladığı klasikleri, 'okuma saatleri' adını verdiğimiz ikindi sıralarında beraber okurduk. Ya annem ya ablam ya da ağabeyim sesli okur, kız kardeşimle ben de dinlerdik. Akşam ajansından hemen sonra yatmaya gidilir, okuduklarımıza dair bölümler uyku öncesinin büyülü tartışmalarının konusu olurdu. Böylece ilkokulu bitirdiğimde Rus, Fransız ve İngiliz klasikleriyle, John Steinbeck'ten, Jack London'a, Yaşar Kemal'den Aziz Nesin'e kadar epeyce yazarla tanışmıştım ve bende yazıya karşı bir tutku oluşmuştu. Gençliğimi İstanbul'da iki ağabeyimle beraber geçirmem büyük bir şanstı. İkisi de kitap kurduydu. Ortanca ağabeyim mizahi metinler ve şiirler de yazardı. Lisede dikkatini çekmek istediğim güzel bir kız vardı. Ağabeyimin ezberlediğim bir şiirini ona okudum. Kız arkadaşım 'Harika bir şey bu, sen mi yazdın?' diye sorarken, yüzündeki anlam o kadar güzel o kadar heyecan vericiydi ki, bir gün aynı hayranlığı uyandırabilecek bir şiir ya da bir metin yazma fikri kafama kazındı. Ancak, Kayıp Denizler'i yazmaya oturduğum 28 Aralık 2005 tarihine kadar, tek satır edebi bir cümle yazmadım ya da yazamadım. O aralık gecesi yazmaya başladığımda ise, beni memnun eden tek sayfa yazmadan ömrümü masadan kalkmadan tüketmemenin kararlılığı içindeydim. Beni yazar yapan da o kararıma sadakatim oldu.
- Yeni bir ülke, yeni bir dil demek aynı zamanda? Ama siz anadilinizde ısrar ettiniz, peki nerelerden beslendiniz?
- Almanca hayat hem beni besledi hem de başıma sıkıntılar açtı. Konuşma hayatımı yüzde 90'ı Almancayken, yazma dilim yüzde 100 Türkçe. Durumum biraz Samuel Beckett'in sözlerini anımsatıyor: 'İki dilli olmak,' der Beckett, 'İki eşliliğe benzer, insan hangi karısını aldattığını bilemez.' Emine Sevgi Özdamar, Zafer Şenocak, Selim Özdoğan, Feridun Zaimoğlu, Renan Demirkıran gibi Almanca yazan, büyük başarı kazanmış yazarlar var. Diğerlerinden farklı olarak Emine Sevgi'nin Türkiye kökü daha güçlü ve Türkçeyi, Almanca dilinde en yaratıcı kullanan yazar konumunda. Almancaya yeni bir renk, ses ve koku verdi. Onun sinemadaki yüzü Fatih Akın'dır. Benim ise yazı ve okuma dilim Türkçe. Daha doğrusu Almancayı sesli kitaplar aracılığıyla izliyor, sürekli Türkçe okumaya çalışıyorum.