Bir seminer ve kitap imzası için Almanya'nın Stuttgart şehrindeydik. Program öncesinde, Stuttgart'a yakın bir mesafede bulunan Tübingen'e giderek ünlü psikanalist ve sosyolog Erich Fromm'un kişisel eşyalarının sergilendiği enstitüsünü ziyaret etmek istedim. Onun ilişkiler üzerine yazdıklarının derinliğini orada bir kez daha yakından hissetme fırsatı buldum. Erich Fromm'un ünlü kitabı Sevme Sanatı'nda vurguladığı derin bir kavram vardır: "Bir insana sırf kendi kendime yetemediğim için bağlıysam, o kişi ancak bir can simidi olabilir. Aradaki bağın sevgiyle bir ilgisi yoktur. Yalnız kalabilme becerisi, sevme becerisinin ilk koşuludur."
Bu söz bize sevgiyle bağımlılık arasındaki ince ama önemli ayrımı hatırlatır. İnsanlar çoğu zaman yalnızlıktan korktukları veya kendi eksikliklerini başkalarıyla doldurmak istedikleri için ilişkilere tutunurlar. Ancak bu tür bir ilişki gerçek sevgiyi değil, bağımlılığı besler. Çünkü bağımlılığın temelinde sevgi değil, ihtiyaç duygusu yatar. İhtiyaçtan doğan ilişki, kişileri sadece yüzeysel olarak bir arada tutar ve derinleşmeye izin vermez.
YALNIZKEN NE HİSSEDİYORSUN?
Bağımlılık ilişkisi yaşayan insanlar, genellikle yalnız kaldıklarında huzursuz, mutsuz ve kaygılı hissederler. Bu kişiler, hayatlarındaki boşluğu başka biriyle dolduramadıklarında büyük bir rahatsızlık duyarlar. Böyle bir ilişkinin temelindeki sorun, kendi varlığını değerli ve anlamlı kılmak için sürekli dışarıdan onay ve destek aramaktır. Ancak dışarıdan alınan onay ne kadar güçlü olursa olsun, kişinin iç dünyasında kendi kendine yetebilme yeteneği gelişmedikçe, tatmin duygusu kalıcı olamaz.
İKİ BAĞIMSIZ RUHUN BİRLEŞİMİ
Fromm'a göre gerçek sevgi, iki bağımsız bireyin gönüllü olarak bir araya gelmesiyle oluşur. Bu birliktelikte kişiler birbirlerinin eksiklerini kapatmak için değil, aksine birbirlerinin bütünlüğünü ve büyümesini desteklemek için birlikte olurlar. Bu noktada sevgi bir zorunluluktan çok, bilinçli bir tercih ve özgür bir seçimdir. Özgürlükten beslenen sevgi, tarafların birbirlerini tanımaları, anlamaları ve birbirlerinin hayatına anlam katmaları üzerine kuruludur. Yalnız kalabilme yeteneğini kazanmak, aslında kişinin kendisiyle sağlıklı bir ilişki kurabilmesinin temelidir. Çünkü insan önce kendisiyle mutlu olabilmeli, kendi varlığından tatmin olabilmelidir ki, başkalarıyla kuracağı ilişkiler de sağlıklı ve güçlü olabilsin. Kendi yalnızlığının farkında olan, kendi iç dünyasında huzurlu ve mutlu olabilen bir kişi, ilişkiye katacağı şeyleri de arttırır. Çünkü kendi mutluluğunu ve huzurunu bir başkasından beklemez, bunun yerine kendi içindeki bu huzuru ve mutluluğu paylaşmayı seçer.
ÖZGÜRLÜĞE ADIM ATMAK
Yalnızlık korkusundan değil, ancak kendi özgürlüğümüzden aldığımız güçle ilişkiler kurduğumuzda, gerçek sevgiyi yaşayabiliriz. Böyle bir ilişki, bağımlılıktan uzak, gerçek anlamda özgür ve anlamlıdır. Sevgi, hayatın getirdiği zorluklarla birlikte büyümeyi ve gelişmeyi de kapsar. İki insanın birbirini destekleyerek, birbirinin büyümesine şahitlik ettiği, samimi ve gerçek bir birliktelik oluşturması, Erich Fromm'un işaret ettiği sevginin özünü oluşturur. Her birey önce kendi içinde tam ve bütün hissetmeli, eksiklerini dışarıdan değil kendi içinde aramalıdır. Bu süreç, kişinin kendini tanımasını, kendi potansiyelini keşfetmesini ve bireysel olarak güçlenmesini sağlar. Kendi ayakları üzerinde durabilen, iç dünyasında huzur bulan bir kişi, başkalarıyla kurduğu ilişkilerde de daha yapıcı ve üretici olacaktır. Bağımlılık üzerine kurulu ilişkiler, genellikle çatışmalara, anlaşmazlıklara ve sonunda ilişki yıpranmalarına yol açar. Çünkü taraflar sürekli birbirlerinden bekleyiş içindedir ve kendi sorumluluklarını görmezden gelirler. Gerçek sevgi ilişkilerinde ise taraflar sorumluluklarını kabul eder ve ilişkiyi ortak bir yaratım alanı olarak görürler.
İLİŞKİLER PAYLAŞIMDIR
Günümüz dünyasında pek çok insan ilişkilerini sürdürürken bu temel farkı göz ardı ediyor. İlişkiler çoğu zaman bir tamamlanma ya da kurtuluş olarak görülüyor. Oysa gerçek anlamda sevgi, kurtuluş değil, paylaşımdır. Kurtarılmayı bekleyen kişiler, karşılarındaki kişiyi büyük bir sorumluluk altına sokarlar. Bu durum, zamanla ilişkinin yorucu ve tüketici hale gelmesine neden olur. Gerçek sevgi, kişilerin birbirlerine alan tanımaları, kendi hayatlarına değer katmaları ve bireysel olarak da büyümelerine izin vermeleri ile mümkündür. Bir ilişki içinde her iki taraf da, kendi kişisel gelişimlerini sürdürmeli ve bu gelişimi desteklemelidir. İlişkiler ancak bu şekilde anlam kazanır ve gerçek derinliğe ulaşabilir.
SEVGİNİN GERÇEK SANATI: BİRBİRİNİ ÖZGÜRLEŞTİRMEK
Sevgi ancak bağımlılıktan arınmış, kendi kendine yetebilen bireylerin oluşturduğu ilişkilerde yeşerir ve gelişir. Bu tür bir sevgi, karşılıklı olarak güçlendiren, hayatı zenginleştiren ve insanı gerçek anlamda özgürleştiren bir duygudur.
Bu anlayışla yaşamayı başardığımızda, ilişkilerimiz sadece varlığımızı tamamlamakla kalmaz, hayatımızı zenginleştiren, iç dünyamızı besleyen, bizi derinleştiren ve kendi özümüzle yeniden buluşturan kıymetli bir yolculuğa dönüşür; işte o zaman sevgi, hayatın gerçek sanatına dönüşmüş olur.