İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle bir edilen Varşova, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine sahne oldu. Yüzde 85'i yok edilen şehir, savaş sonrası birer belgeye, resme, şiire bakılarak birebir yeniden kuruldu. UNESCO'nun Dünya Mirası listesine almasının nedeni de tam olarak bu: yalnızca fiziksel bir restorasyon değil, kolektif hafızaya duyulan derin bir saygı.
MASALSI BİR TABLO
Varşova'da bu geçmişin izleri yalnızca müzelerde değil, kaldırımlarda, sokak aralarındaki sessizlikte, bombalanmış bir binanın yeniden yapılmış cephesinde hissediliyor. İlk bakışta masalsı bir tablo gibi görünen Eski Şehir Meydanı aslında savaş sonrası yeniden çizilmiş bir anı defteri. Sokak lambaları bile orijinal dönemin çizimlerine sadık kalınarak yapılmış. Polonya nasıl bir yer, sevdin mi diye birçok mesaj geliyor telefonuma. Bu sorunun cevabını verebilmek zor. Hem geçmişteyim, hem gelecekte...
Sokakta yürürken Chopin banklarına denk geliyorum. O kadar güzel çalıyor ki, bankta oturup saatlerce hayal kurabilirsiniz. Bankların bir rotası da var bankın üzerinde harita şeklinde hepsini gezip görebilirsiniz. Frederic Chopin'in ruhunu bu şehrin her köşesinde hissediyorsunuz. Nazilerin izlerini hâlâ taşıyan sokaklar, Chopin'in notalarıyla yankılanan kiliseler, ayazı derinden üşüten eski şehir surları... Polonya'yı gezerken, tarihi okuyorsunuz ama aynı zamanda dinliyorsunuz da. Her köşesi bir sessizlik anlatısı taşıyor.
HER SOKAK DİRENİŞ
Şehrin Bozulmamış Hafızası Vistül Nehri'nin karşı kıyısında yer alan Praga bölgesi, savaşta yıkılmayan ender yerlerden. Burada zaman biraz daha yavaş akıyor. Sokaklar daha sessiz, binalar daha yorgun. Praga, Varşova'nın makyajsız yüzü diyebilirim. Terk edilmiş fabrikalar, graffiti kaplı duvarlar, arada bir karşınıza çıkan bir Yahudi mezarlığı ya da ahşap bir sinagog kalıntısı...
"Varşova'ya gitmek, büyük bir kütüphanede tek başına kalmak gibidir", demişti bir arkadaşım gerçekten de öyleymiş. Her sayfa başka bir dönem, her sokak başka bir acı, başka bir direniş.
ŞEHRİN SİMGESİ DENİZKIZI
Praga mahallesinden sonra eski Varşova bölgesine geçiyoruz Renkli cepheleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ve ortaçağdan kalma yapılarıyla, UNESCO mirası olarak geçmişi bugüne taşıdığını net bir şekilde görüyoruz. Barbican, kentin savunma duvarlarının izlerini süren bir durak. Hemen yakınında ise nehirden ilhamla yapılmış Denizkızı Heykeli, Varşova'nın simgesi.
Kraliyet Sarayı ve Sigismund Sütunu ise Polonya'nın monarşik geçmişine kısa ama etkili bir bakış sunuyor.
TAVUS KUŞLARI ARASINDA
Öğle saatlerinde rotanızı biraz daha doğaya ve kültüre çevirmek isterseniz, ikinci bölümde sizi Lazienki Kraliyet Parkı karşılıyor. Burada, tavus kuşlarının arasında yürüyebilir, göletler ve ağaçlar arasında Adadaki Saray'ın zarif manzarasına tanık olabilirsiniz. Şehrin merkezine yakın olmasına rağmen burada zaman yavaşlıyor; piknik yapanlar, kitap okuyanlar, klasik müzik konserlerini dinleyenlerle dolu huzurlu bir dünya.
13. YÜZYILDAN KALMA
Varşova'da sıkıldık biraz şehir dışına doğru Polonya'da başka yerler keşfedelim diyorsanız, Wieliczka Tuz Madeni tam size göre. Yeraltında Bir Katedral Krakow yakınlarındaki Wieliczka Tuz Madeni, yerin altındaki bir başka dünya. 13. yüzyıldan bu yana aktif olan bu devasa yapı, sadece bir maden değil, aynı zamanda bir sanat galerisi ve kutsal mekan. Yer altındaki şapel, tuzdan oyulmuş heykeller ve devasa salonlar, insanın karanlıkla estetik arasında kurduğu bağı gözler önüne seriyor.
NE YENİR?
Polonya'nın milli yemeği pierogi, Varşova'da neredeyse her köşe başında karşınıza çıkar: patatesli, peynirli, mantarlı ya da etli çeşitleriyle adeta bir lezzet kutlaması. Sıcacık bir çorba arıyorsanız, pancar bazlı barszcz (bortsch) ve içi dolu dolu zurek mutlaka denenmeli. Et severler için ise "bigos" adlı lahana ve et yahnisi gerçek bir gelenek. Tatlı kapanış için ise Polonya'nın meşhur haşhaşlı kekleri ve elmalı pastalarını mutlaka denemelisiniz.