İslam aleminin en büyük zaaflarından biri özeleştiri geleneğinin olmaması. Batı karşısında yüzyıllara dayanan mağduriyet, yaşananların sorumluluğunu Batıya yıkmayı kolaylaştırmış. Bu bakışın tümüyle psikolojik nedenlere dayanmadığı da açık. Batılı devletler gerçekten de İslam coğrafyasında çok belirleyici oldular, toplumları yapay sınırlara ve otokratik yönetimlere mahkum ettiler. Dolayısıyla bugünün küresel dünyasında özellikle genç Müslümanların yaşanan her türlü olumsuzluğu Batılılara atfetmesi şaşırtıcı değil. Bu yaklaşımın doğal uzantısı ise kendi yaptıklarına ve olumsuzluklar üzerindeki kendi rolüne bakmamak. Müslümanlar kendilerini tamamen masum görmeseler de, mağduriyetlerinin esas sorumlusunu dışarda arıyorlar. Böylece kategorik bir 'Müslüman' kimliği ve onun ötekisi olarak 'Batı' ortaya çıkıyor. Yaklaşım bu olunca kendisini Müslüman olarak gören herkesin diğer Müslümanlarla doğal olarak bir dayanışma içinde hissetmeleri de yadırganmamalı. Söz konusu dayanışmanın insanların içine sinmesi ise diğer Müslümanların da aynen kendileri gibi 'iyi niyetli ve mağdur' olmalarıyla bağlantılı… Hayat bir tarafta bu iyi ve mağdur Müslümanlardan, diğer tarafta ise bencil ve hesapçı Batılılardan oluştuğu sürece siyaset de epeyce kolaylaşıyor. Özeleştiri gibi rahatsızlık yaratabilecek uğraşlar ise kenara konulabiliyor.
IŞİD bu dünyaya bir meteor taşı gibi düşmüş durumda. Ne Afganistan'daki Taliban, ne de Vahabi selefiliğin uç noktalarından biri olan El Kaide böyle bir etki yapmamıştı. Çünkü onlar yanlış şeyler yapmış olsalar bile bunları 'doğru bir savaş' için uygulamışlardı. Nihayette Batı ile ya da son kertede saldırgan 'yabancılar' ile savaştıklarını savundular ve İslami coğrafyada epeyce destek buldular. Türkiye'de de Taliban'ın ceza uygulamalarındaki vahşet veya El Kaide'nin masumları hedef alan eylemleri insanları rahatsız etti. Ama birçokları bu eylemleri onaylamasalar da, karşı tarafın daha büyük suçlu olduğunu söyleyerek avundular.
Ama IŞİD böyle olmadı. Çünkü bu örgüt kimlik ayrımı yapmadığı gibi, eylemlerini herhangi bir rasyonel çerçeveye, hatta propaganda söylemine oturtma zahmetine bile katlanmıyor. Şiddetin salt kendisi olarak yaşandığı, işlevselleştiği ve iktidar ürettiği bir yayılma izleniyor. IŞİD'in İslami mezhepler arasında ayrım yapmadan herkesi katledebilmesi, ilginç bir biçimde Türkiye'deki İslami çevrelerde iki yönlü bir yeniden 'düşünme' imkanı yaratmış gözüküyor.
Bunun daha görünür olanı IŞİD'in batılı gazetecileri öldürmesi karşısında duyulan infial, utanç ve tiksinme duygusudur. Geçmişte bu tür olaylar savaşın 'doğal' parçası gibi sunulurken, bugün IŞİD tarafından infaz edilen Batılılar ortak bir insani meselenin kurbanları olarak algılanıyorlar. Bu şok edici deneyim Türkiye Müslümanlarının 'kendilerine' bakmasına neden oluyor. Aslında özeleştiri bu ülkede 1990'ların ikinci yarısında keşfedilmiş, hatta AKP'nin oluşum sürecini doğrudan etkilemişti. Ancak bu kez mesele Müslümanların nasıl yaşayacağının ötesinde, İslam'ın nasıl bir zemin üzerine oluştuğuna uzanıyor. IŞİD'in sorumluluğunu İslam'a yükleyen yok… Dinler tarihini incelediğimizde zaten bu epeyce saçma gözüküyor. Ama İslami coğrafyanın taşıdığı ve üzerine yerleştiği zihniyet bugün çok daha berrak bir şekilde değerlendiriliyor. İslam'ın çoğulcu bir yapıya izin verdiği savunulurken, bu çoğulcu yapının bir bölümünün uygun koşullarda açıkça bir katiller ordusu üretilmesini mümkün kıldığı tespiti de yapılıyor. Türkiye'nin Müslümanları kendi üzerlerine düşünme serüveninde yeni bir noktadalar…