Türkiye hafta sonu yine bir terör saldırısıyla sarsıldı. İllegal Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) üye teröristler, Başkent Ankara'da sivillerin arasına bombalı bir araçla girip 37 kişiyi öldürdüler. Saldırıda onlarca da yaralı var.
Saldırı sonrası konuşan PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Mustafa Karasu, hedeflerinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile iktidardaki Adalet ve kalkınma Partisi (AK Parti) olduğunu açıkladı.
PKK yönetiminden gelen bu açıklama adeta bir itiraf niteliğinde. Şöyle ki PKK, bu açıklamasıyla, yıllardır savunduğunun aksine direniş pozisyonunda örgütlenmiş bir ulusal kurtuluş mücadelesi hareketi olmadığını açık etti.
Evet, PKK ve Türkiye parlamentosundaki yasal temsilcileri olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) çoğu zaman sivillere yönelen silahlarıyla siyaset yapmayı meşru bir yöntem olarak gördüklerini açıkça ortaya koyuyorlar.
Bu durumda Türk devletinin meşru müdafaa hakkını kullanmasından daha doğal bir refleks olamaz. Zaten Kamuoyunun çoğunluğunun talebi de bu yönde.
Peki, şiddeti sistematik olarak öven HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gündemdeyken, PKK nasıl oluyor da ellindeki kartı bu denli açık oynayabiliyor? Örgüt neye güvenerek, 37 sivilin hayatını kaybettiği Ankara saldırısının hemen ardından çıkıp, Türkiye yönetimini belirlemek için intihar bombacıları kullandıklarını söyleyebiliyor?
Bu durum Türkiye içindeki siyasi pozisyonlardan ziyade, Orta Doğu'daki güçler dengesiyle ilgili.
Zira PKK, Suriye kolu PYD'nin, Kobani kentinde, Irak Şam İslam Devleti (DAESH) ile giriştiği çatışmaların ardından elde ettiği imaja fazlasıyla güveniyor.
Hatırlayın, Kobani'deki çatışmalar sırasında batı ve ABD, PKK-PYD'nin bölgede "radikal İslam'a karşı savaşan seküler kurtarıcılar" olduğu yönündeki propagandayı çokça kullanmıştı.
PKK hareketi şimdi, Suriye kolu PYD'ye silah yardımı bile yapan ABD'nin ve batının "100-200 sivilin canı için bu derin işbirliğini" yakmayacağını inanıyor.
Yanılıyorlar mı? Elbette öyle olması gerekiyor değil mi?
Çünkü Türkiye ve ABD Orta Doğu'da yarım asrı aşkın bir süredir sıkı iki müttefik. ABD gibi, terörle mücadelenin küresel liderliğini yürüten bir dünya gücünün, üslerine ev sahipliği yapan güvenilir bir dostunu, neyidüğü belirsiz bir terör oluşuma değişmesi düşünülemez. Hele ki sözünü ettiğimiz yapı, Marksist Leninist çizgide ilerleyen ve varoluşunu ABD- emperyalizm karşıtlığı ile gerekçelendiren bir yapıysa.
Kaldı ki PKK-PYD'nin, bölgede terörü bir uluslararası ilişkilerde bir enstrüman gibi kullanan İran'a ve Rusya'ya göbekten bağlı olduğu düşünülürse, bu durumun ABD'nin ulusal çıkarlarına yapısal zararlar verdiğini görmemek de mümkün değil.
Bedeli ağır olsa da, PKK terörüne 30 yılda 50 bin kurban veren Türkiye mutlaka bu sorunun üstesinden yine tek başına gelecektir. Ancak kimse, kolektif hafızası çok güçlü olan Türkiye halkının, bu zor günlerinde PKK gibi sivilleri katletmeyi bir siyaset aracı olarak kullandığına itiraf eden örgütlere hangi devletlerin destek verdiğini unutmasını beklemesin.
ABD ve Batı için nihai karar verme zamanı artık geldi. Son altı ayda PKK-PYD, DAESH terörüne yüzlerce kurban veren müttefiklerinin mi yoksa kör şiddetinin kime yöneleceği belli olmayan terör örgütlerinin mi yanındalar?
Türkiye halkı olarak dost ve müttefik gördüğümüz uluslardan güçlü bir cevap bekliyoruz.