ABD Başkanı Donald Trump'ın yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde Avrupalı müttefiklerini en büyük tehdit unsuru olarak göstermesi siyonist küresel lobinin skatolojik zihniyetine sahip yönetici elitlerinde de derin bir travmaya yol açtı. Siyonistlerin paçalarının tutuşması boşuna değil. Çünkü ABD'nin ideolojik müttefiki Avrupa'ya restini gören siyonistler, bir sonraki hedefin kendileri olacağını iliklerine kadar hissediyor.
Haksız da sayılmazlar. Zira Atlantik çağını tek kalemde kapatan ve yeni bir zamana yelken açan Amerika, benzer bir tavrı Ortadoğu'daki şımarık müttefiki İsrail için de sergilemekten çekinmeyecektir. Çünkü Trump yönetimindeki genel haletiruhiye bu reel-politik determinizmi yansıtıyor.
O da şu... Demokratlara, küreselcilere, Evanjeliklere, siyonistlerin güdümündeki Kongre üyeleri ve liberal kartel medyadaki köşe yazarlarıyla yorumcuların hararetli tavsiyelerine rağmen Trump yönetimi Ukrayna, Suriye veya Tayvan için tek bir Amerikan askeri ya da kadınının bırakın ölmesini burnunun kanamasını bile istemiyor.
***
Hâliyle bu kararlı tavır İsrail için de devreye girecektir. Hatta girdi bile. Nitekim İsrail bütün çabalarına rağmen ABD'yi İran ile uzun süreli bir savaşa sokamadı. Öyle ki John Mearsheimer, Doug Bandow, Jonathan Haslam gibi akademisyenlerle birçok gazeteci ve siyasetçi açıkça İsrail'in ABD için artık taşınamayan bir stratejik yüke dönüştüğünü yazıyor ve söylüyor. Bu hissiyat Gazze soykırımından sonra daha da arttı.***
"Suriye potansiyel bir sorun olmaya devam ediyor. Ancak Amerikan, Arap, İsrailli ve Türk desteğiyle istikrar kazanabilir ve bölgede bütünleyici bir aktör olarak hak ettiği yere dönebilir" cümlesiyle siyonistlere şu tarihi ihtar veriliyor aynı zamanda: "Suriye'nin ve dolayısıyla bölgenin geleceğinde tek aktör ABD ve İsrail değil. Kilit aktörlerden biri de Türkiye."