Bize Madrid'den kalan sadece kayıp olan üç puandır.
Maçı hangi gözle izlersek izleyelim, eğilip bükülmeyen, rakibini sıkıştırmak isteyen, ama bu arada da köşeye sıkışmaktan uzak kalmaya çalışan bir milli takımımız vardı.
Bir duran toptan, hatalar zinciri sonrasında kalemizde gördüğümüz "abuk" golün ardından koltuğa mıhlandım.
Hak etmediğimiz bir yerde olduğumuzu düşünüyordum. İyi mücadele ediyorduk, oyunu dengede tutmayı başarmıştık.
Rakipten çok koşarak, onların müthiş pas üstünlüğü ile ancak baş ediyorduk. Ama ediyorduk.
Fatih Terim-Oğuz Çetin ikilisi müthiş bir analiz ile maç önü çalışmasını dört dörtlük yapmışlardı.
MÜCADELEMİZ TARTIŞILMAZ
Kimi konuşuyorduk. Villa'yi, Xavi'yi...
Ne yaptılar 90 dakikada, beklentileri ne kadar karşıladılar? Torres'in çabası vardı ama altı pasa yaklaşamadı bile. Öve öve bitirilemeyen Ramos ilk 45'te neredeydi?
Takımımızda performansını tartışacağımız futbolcular vardı ama mücadeleleri ve çabaları tartışılmazdı.
Gururla seyrettiğimiz, bittiğinde yenilgiye üzüldüğümüz bir 90 dakikayı noktaladık.
Dikkat edin; kızmadık...
Kızdığımız konular galibiyetin etrafında dolaştığımız pozisyonlara denk geliyor.
Bu da bizim iyi takım olma gerçeğimizi cebemize koyduğumuzu ancak usta olamadığımızı gösteriyor.
İspanyollar'ın "gençleri" soğukkanlı ve beceri doluyken, bizimkiler neden güvensiz ve çekingen?
Bu problemi çözmemiz lazım öncelikle.
Fatih Hoca reklamlarda, "Dünya büyükse, biz de büyüğüz" diye sesleniyor ama bunu oyunculara inandırmalı öncelikle.
Çarşamba günü, cumartesi konsantrasyonundan ve taktik disiplininden uzaklaşmadan oynamalı, kalitemizi İspanya galibiyeti ile taçlandırmalıyız. Bu takım bize bu inancı veriyor. Onlar da kendilerine inansınlar, yeter...