Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Struma'nın gözyaşları

İnsanı üzen, içini acıtan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı görüntülerinin yaşandığı günün ilerleyen gece saatlerinde, Struma adlı romanı okumaya başladım. Herkesin birbirini ötekileştirdiği günümüz Türkiyesi penceresinden, geçmişe yeniden baktığımda, Struma içimi daha da çok acıttı.
Önce Struma vakasını, çok kısa özetleyeyim: Yıl 1941... İkinci Dünya Savaşı'nın en karanlık günleri... Almanya, bütün cephelerde saldırıda. Çok sayıda ülkede; örneğin Avusturya, Polonya, Macaristan, Romanya'da; zulüm altında ölümden kaçan, özellikle Yahudiler ve diğer halklar, savaş ortamından kurtulmaya çalışıyor. Yahudiler ise zor koşullarda, içine doldukları gemilerle Tuna üzerinden Karadeniz'e çıkıp Filistin'e ulaşmak istiyorlar. Çünkü özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizler'in desteğiyle Filistin topraklarına yerleştirilmeye başlanmış Yahudiler'in sayısı, Naziler'in gelişiyle, hızlı göç sonrası bir milyona ulaşmış. (BM kararıyla savaş sonrası 1948'te kurulacak İsrail Devleti henüz yok).
İşte bu ortamda; çok sayıda kırık dökük gemiyle insanlar Filistin'e ulaşma derdinde. (Çoğu ulaşamıyor).

KEŞKE, O OLSAYDI!

Yer; Romanya. Tarih; 12 Aralık 1941. Zor günler, daha da zorlaşmış. Romanya'nın Köstence Limanı'ndan Panama bandıralı eski bir gemi kalkıyor. Gemi derme çatma, belki bir tekneyi andırıyor. Öncesinde hayvan taşımada kullanılan geminin motoru toplama. Aslında en çok 300 kişiyi taşıyabilecek kapasitede. Ama gemide 100'ü çocuk olmak üzere 769 yolcu, 10 mürettebat var. Amaç yine Filistin'e ulaşmak. Ancak İstanbul Boğazı'na kadar gelinebiliyor. Motoru iflas eden gemi görünümlü tekne, Boğaz'da demirliyor. Gemidekiler, motor tamir edilerek ya da başka bir gemiyle Filistin'e ulaştırılabilir. Ama savaşın kıyısında duran Türkiye'nin üzerinde, Almanya ve İngiltere'nin baskısı var.
Türkiye, yolcuların kara yoluyla Filistin'e ulaştırılmasını öneriyor. Krizi yönetemeyen o günkü yönetime, bunun için kesinlikle izin verilmiyor. (Keşke, Gazi Mustafa Kemal, o tarihte yaşıyor olsaydı). Umut her gün azalıyor. Gemi Boğaz'da beklemede. Almanya'nın baskısı, bir zamanlar çok sayıda ulusa kucak açan Türkiye'nin, bu yolcuları kabul etmesini de engelliyor. Sadece Vehbi Koç'un devreye girmesiyle uluslararası bir şirketin genel müdürü, eşi ve iki çocuğu ile gemiden indiriliyor. Gemi, Sarayburnu açıklarında 2.5 ay bekliyor.

GERÇEĞİ DEĞİŞTİRMİYOR

Tarih; 23 Şubat 1942. Türk hükümeti, motoru çalışmayan gemiyi, Karadeniz açıklarına çekerek bırakıyor. Gemi tarifsiz bir yalnızlık denizinde, gece vakti sürüklenmeye başlıyor. Ertesi sabah hiç beklenmeyen büyük patlama sonucu batıyor. 4'ü İstanbul'a indirildiği için 98'ü çocuk, tam 774 insan, trajik tabloda, boğularak ya da yanarak ölüyor. Sadece David Stoliar adında bir yolcu sağ kurtulabiliyor. Uzun yıllar geminin Türkiye tarafından batırıldığı öne sürülse de; 1960'lı yıllarda Sovyetler Birliği arşivlerinden çıkan belgeler, geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından torpido ile vurularak batırıldığını ispatlıyor. Bu durum, Türkiye'nin o insanları ölüme terk ettiği gerçeğini ise değiştirmiyor.
İnsan hikayeleri üzerinden yazılmış Struma adlı romanın sayfalarını soluksuzca çevirirken; yüreğinizin derinliklerinde, o geminin kanırtan gözyaşlarını, o çocukların sessiz çığlıklarını, annelerin ve babaların, çocuklarıyla nasıl ölüme gittiklerini, yaralanarak sanki yeniden hissediyorsunuz.
Bu insanlık trajedisini, çeyrek asırlık dostum, gazeteci ustam, akademisyen, sevgili ağabeyim Halit Kakınç kaleme almış. Dokuz yıllık bir araştırma sonucunda, objektif bakışla kaleme alınmış, insanlık vicdanını sessiz gözyaşlarının şemsiyesi altında kanatan bir belgesel roman çıkmış ortaya. Roman yazmak zor iş... Belgesel roman yazmak ise hem edebi bir yetenek ve yaratıcılık, hem de yaşananların gerçekliliğine 'sadakat', yani çok ince işçilik, araştırmacılık gerektiriyor.
Yeni Asır'da yazı işleri müdürlüğü yaptığı, bizim ise muhabir olduğumuz yıllardan bugüne; dostluğundan hep onur duyduğumuz, İzmirli, çok sevgili Halit Kakınç, çok başarılı bir iş çıkarmış. O yıllarda 15 yaşında olan ve babası Hayim Alaton ile birlikte, her gün o kimsesiz gemiye, sandalla taze ekmek taşıyan işadamı İshak Alaton'un tanıklığı ise insanı okuyunca çok buruklaştırıyor. Struma, bir yüzleşmenin belgesel romanı... Yüzleşmekten kaçışın karşısına, dürüstlüğü koyuyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA