Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Halil Sezai'ye bir yaklaşma denemesi

Kimdir bu Halil Sezai, nedir onu aylardır listelerin başında tutan gizem? İncir Reçeli filminde başrol oynamış ve herkesi ağlatmış. Ben göremedim. Albümü Seni Beklerken de benzer bir şey yapıyor: insanı yoğun bir hüzün yolculuğuna çağırıyor. Artık ağlamak veya ağlamamak size bağlı! Albümü alıp dikkatle dinledim. Ve kendimce bu fenomene yorumlar getirmeye çalıştım. 1979 Eskişehir doğumlu, daha önce de müzik çalışmaları yapmış sanatçı için internet sitelerinde dolaşan yüzlerce yorumu özellikle okumadım: etki altında kalmamak için... Yazacaklarım kişisel ve özgür yorumlarımdır. Albümde iki tür şarkı var: hüzüne dayananlar, bir ölçüde neşeli olanlar. Ama bu 'ölçü' asla abartılmıyor ve eller havada ya da disko ritmlerine yüz verilmiyor. Son dönemin 'sound' açısından en tutarlı albümlerinden biri. Sezai'de iki temel özellik birleşiyor: Yoğun bir keder duygusu ve hayata çocukça bir bakış. 30'una gelse de, bu çocukça yan daha albümün 'ithaf' yazısından hissediliyor: "Sevda Tanrıça'ma... Hala çocuk olduğumu hissetmemi sağlayan canım anneme, babama, kardeşime. Ve bu ruhu paylaştığım bütün güzel çocuklara." Evet, Sezai bir 'iyi aile çocuğu'. Mutlaka mutlu bir çocukluğu olmuş, aile bağları da güçlü biçimde sürüyor. Ailenin hala çok önemli olduğu Türk toplumunda bu öğe, onun popülerliğinin nedenlerinden biri sayılmalı. Bu çocuksuluk, sesinde de var. Hala çocuk değilse de bir yeni-yetme, bir ergen sesi. Ama bu yine de feleğin çemberinden geçmiş, acıyı tatmış bir genç adamın sesi. Tümünü yazıp bestelediği şarkılarının sözleri; saf, naif, biraz ilkel bulunabilecek sözler. Ama içten ve gerçekten yaralı bir ruhu yansıtıyor: "Derdi nedir bu sonbaharın/ Neden soldurur gülleri/ Nerden bulur bu insanlar, ben mutsuzken/ Gülünecek şeyleri". Ya da "Çaresiz içimdeki çocuk/ Bir günah gibi hep suçlu/ Senin hala ellerin soğuk ve yağmurlu/ İçimde, hergün ölen umutlar var/ Olsun, zaten aşklar hep böyle". Bir başka şarkısında ise "Bir gökyüzü, masmavi deniz/ Sensiz kimsesiz/ Bir de ben/ Sensizken/ Yaşlı liman/ Kapkara tabut/ Bir de ben, sensizken" diyor. Bu sözleri okuyan şarkılar ise tam bir melankoliyi yansıtıyor. İlk dört parçanın sound'u hemen tıpatıp aynı. Biraz arabeskle flört ama diyelim bir Ümit Besen'den fazlası değil. Bir parça İlhan İrem'i hatırlatan, biraz hastalıklı bir romantizm. Hafiften neşelenmeye başladığında ise bir Bülent Ortaçgil havası. Leonard Cohen'i de dinlemiş ve sevmiş gibi. Tüm bu parçalar art arda gelince, kayıp aşklara, elden giden gençliğe, yaşanamayan tutkulara bir büyük yakınma duygusu uyanıyor. Sanki ezik bir ruhun Tanrı'ya yakarışı. Sesteki gençliğe ve sözlerdeki kimi umut izlerine rağmen, örneğin Olsun'daki uzayıp giden "aaahh" feryadı, tam bir matem duygusu yaratıyor. Batılı bir romantizmle Doğu tarzı bir melalin buluştuğu yer, bir tür modern arabesk. Sanırım dinleyiciyi en çok çeken de bu... Albümün arka planı da zengin. Tüm düzenlemeleri yaptığı gibi vokale de katılan ve ayrıca piyanodan klarnete, saksofondan davula birçok çalgıyı çalan Göksun Çavdar'ın katkısı çok büyük. Özellikle Seni Çektim İçime ve Üşürken'de çalgıların zenginliği şaşırtıcı. Kimi şarkıların baskın hüzün duygusu, klarnetle besleniyor. Bu alanda, bir zamanların Şükrü Tunar'ıyla başlayıp Barbaros Erköse, Selim Sesler, Hüsnü Şenlendirici, Türkan Kandıralı gibi adlardan geçen ustalık, bu albümde Göksun Çavdar'ın üflemesiyle olaya katılıyor. Sonuç olarak, kesinlikle küçümsemeden eğilinmesi gereken bir popüler müzik olayı.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA