Türk sinemasının kendine has diliyle her zaman ayrı bir yerde duran usta yönetmen Yüksel Aksu, yeni filmi Bak Postacı Geliyor ile izleyiciyi hem kendi kişisel tarihinin içine hem de bir dönemin masumiyetine davet ediyor. Dondurmam Gaymak ile uluslararası alanda büyük başarı kazanan Aksu, bu kez senaryosunu da kaleme aldığı filmde kamerayı kendi aile albümüne çeviriyor. Filmin merkezindeki Postacı Osman, gerçek hayatta yönetmenin babası Osman Aksu. Gülizar ise bugün hâlâ Aksu'nun yaşamında büyük yeri olan annesi. Dolayısıyla film sadece bir aşk hikâyesi değil; yönetmenin geçmişine duyduğu saygının, vefanın ve özlemin beyazperdedeki karşılığı. Aksu'nun Cazgır rolüyle kamera karşısına geçtiği film, yaşamını sürdürdüğü Muğla'da çekildi. Taşra hikayelerine hakimiyetiyle Aksu, bildiği sularda yüzmenin rahatlığını perdeye yansıtmaya başarıyor. Anne ve babasının hikâyesi olması bir yandan konfor alanı oluştururken diğer yandan büyük bir sorumluluk duygusu yaratıyor. Ancak usta yönetmen, oyuncuların da başarılı performanslarıyla bu sınavı iyi veriyor.

İşini seven, naif, dürüst ve herkesin sevdiği bir posta memuru olan Osman (Ozan Akbaba)'ın, 1960'ların sonunda küçük bir Ege kasabasında imkansız aşkı Gülizar (Deniz Barut)'la kavuşma çabasını anlatan filmin en güçlü damarlarından biri şiir. Osman, Aşık Bülbül mahlasıyla yazdığı mektuplarla sevdiği kızın gönlünü kazanmaya çalışıyor. İsimsiz mektupları Gülizar'a elden veren Osman, aşkını itiraf etme cesareti gösteremiyor. O mektuplarda da edebiyatımızın gizli hazineleri saklı. Uzun zamandır bir sinema filminde Cahit Sıtkı'dan Necip Fazıl'a, Sezai Karakoç'un Mona Roza'sından Nazım Hikmet'in Tahir ile Zühre'sine ve hatta türkülere uzanan böylesine güçlü bir edebî selamlaşmaya tanıklık etmiyorduk. Karakterlerin duygularını mektuplarla, dizelerle, türkülerle ifade edişi çok samimi bir yaklaşım olmuş ve bu da seyirciye geçiyor.
Filmi izlerken eskiye oranla bugünkü aşkların yaşanma şekli ve aşkın ifadesi de ne hale gelmiş üzülerek görüyoruz. Aşıkların birbirlerini uzaktan sevdiği, aşkların kolay ifade edilemediği, aşıkların şiirlere şarkılara sığındığı, sevdiği tarafa duygularını şairlerin dizeleriyle dile getirdiği o masum yıllardan bugün emojilere hapsolmuş, yaşanılan şeyin aşk sanıldığı sahte bir dünyanın içine düştüğümüz gerçeği biraz iç burkuyor açıkçası. Osman ile Gülizar'ın sessiz ve derinden ilerleyen aşkına tanıklık ederken, "ah nerede o eski günler, o eski aşklar, türküler" diye iç geçirmeniz muhtemel. Bu açıdan, eskiye özlem duyanların çok zevkle izleyeceği bol şarkılı, şiirli, aşk mektuplarından oluşan, eski aşkları anlatan izleyiciyi modern dünyanın aceleciliğinden çıkarıp daha saf, daha ölçülü bir aşkın içine çeken bir film Bak Postacı Geliyor.

UYUMLARI ŞAHANE
Oyunculuklara gelirsek, Postacı Osman'ı canlandıran Ozan Akbaba, kariyerinin en sıcak ve samimi performanslarından birine imza atıyor. Ta tiyatrodan beri yaklaşık 20 yıllık kariyer yolculuğuna tanıklık ettiğim Akbaba'nın, güçlü oyunculuğunun karşılığını iyi projelerde, nihayet geniş kitlelerce, bulması izlediği yolun doğru olmasından... Burada da karakterin mahcup hallerini çok iyi yansıtmış Akbaba. Deniz Barut ise Gülizar rolünde içtenliği ve zarafetiyle Akbaba'nın performansını tamamlamış.
Bu filmle beraber 10. yapımına imza atan Polat Yağcı'ya da ayrı bir paragraf açalım. Şimdiye kadar yapımcılığını üstlendiği filmlerde hep çıtayı yükselten Yağcı, her filmde üstüne koyarak ilerliyor. Sinema matematiğini iyice kavramış biri olarak ele aldığı konular ve kurduğu güçlü kadroların yanı sıra sektörün dar boğazdan geçtiği adeta can çekiştiği dönemde risk alarak ısrarla sinemaya yatırım yapması takdire şayan. Yağcı'nın rüştünü iyice ispatladığı hatta yerini sağlamlaştırdığı, Bak Postacı Geliyor, Poll Films arşivinde her zaman ilk sıralarda kendine yer bulacak bir film olmuş. Sarı sıcak tonlarda nostaljik film hasreti çeken sinemaseverler kaçırmasın.
BUGÜN DÜNDEN GÜZEL
Oğuzhan Koç'un kalemini, mizah anlayışını, konulara yaklaşım biçimini sevenlerden biri olarak O'nun son filmi Bugün Güzel'i de çok merak ediyordum. Biraz da beklentim yüksekti açıkçası. Film sonunda hayal kırıklığına uğramadığım için memnunum. Hikâyesi Koç'a, senaryosu Aksel Bonfil'e ait, yapımını TAFF Pictures'ın üstlendiği filmin yönetmen koltuğunda Mali Ergin oturuyor. Film ilk bakışta "hastalık temalı" bir film izlenimi verse de, bu kalıba direnen, daha yumuşak, daha gündelik hayatın içinden bir ton yakalamayı başarıyor. İlk sinema filminde yönetmen Mali Ergin'in sade, koşturmasız anlatımıyla birleşen bu yaklaşım, filmi melodramdan çok hayatın akışına kulak veren bir sinema deneyimine dönüştürüyor. Filmin merkezinde, sağlıklı yaşam önerileriyle tanınan televizyon programcısı Ali Candemir'in ansızın aldığı bir teşhisin yarattığı kırılma var. Ali, hayatı fazlasıyla kontrollü, ölçülü, başkalarına iyi gelmeye adanmış, hatta fazlasıyla sağduyulu biri.

Beyninde tümör olduğunu öğrendiğindeki yaklaşımı ders niteliğinde. İsyan etmek, ağlayıp haykırmak yerine çok itidalli davranıyor. Onun bu yolculuğuna yer yer patavatsız tavırlarıyla yakın arkadaşları Ceren (Neslihan Arslan) ile Volkan (İbrahim Selim) başta olmak üzere, kemoterapide tanıştığı yaşam dolu yaşlı Metin (Şerif Erol), bilge çocuk Arda ve hayatını tamamen değiştiren hemşire Güneş (Ayça Ayşin Turan) eşlik ediyor. Özellikle Güneş ile kurduğu yakın bağ Ali'nin hayata bakış açısına yeni bir yön veriyor.
Sinemada hastalık teması genellikle ağır bir duygusallıkla, gözyaşına oynayan dramatik bir yapı içinde işlenir. Bugün Güzel ise bu geleneği kırıyor. Hastalığın hayatın doğal bir parçası olduğunu, yani dramatik bir olay değil, bir eşik, bir farkındalık fırsatı olduğunu hatırlatıyor. Bu açıdan film, seyirciyi ağlatmak yerine; tam aksine hayatın içindeki mizaha, tesadüflerin tatlılığına, insan temasının iyileştirici gücüne dikkat çekiyor. Aşk, dostluk, kabulleniş gibi temalar süslü cümlelerle değil, gündelik hayatın akışında görünür oluyor. Filmin en iyi yaptığı şeylerden biri de bu yeniden bakmayı teşvik eden, hayatta kaçırdığımız küçük anların değerini hissettiren bir farkındalık yaratması. Gündelik telaş içinde kendini unutan herkese küçük bir duraksama, kısa bir içsel nefes, hafif bir sarsılma yaşatıyor. Film, seyircisine "bakış açını biraz değiştirirsen hayat daha güzel olabilir" derken, bunu asla didaktik bir dille yapmıyor. Dolayısıyla hastalığı konu eden, ama asıl meselesi yaşam olan bir film arayanlar için Bugün Güzel, adının da ima ettiği gibi, bugüne küçük bir güzellik ekleyen bir yapım olmuş.