Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Babamdan aldığım dersler

90'lı yıllardı. Ben Diyanet'te Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman'ı olarak görev yapıyordum. Diyanet hac döneminde üç aylığına beni Mekke'ye görevli olarak gönderdi. Arapça konuşma dilim iyi olduğu için Başkanlık adına bazı hizmetlerde görev yaptım.
Aynı dönemde bir kardeşimizin evinde de bazı geceler tefsir dersi veriyordum.
Yaklaşık 100 kişi dersi dinlemeye geliyordu. Görev verilince 100 kişilik bu ders halkası mağdur olacaktı. Ben de çözüm olarak o tarihlerde Ankara'da bulunan ve İzmir il müftüsü iken emekli olan rahmetli babama gittim. Elini öpüp verilen görevi arz ettim. Ve kendisine bu 100 kişinin mağdur olmaması için de ben gelinceye kadar ders verip veremeyeceğini sordum. O da o dönemde tefsir yazıyordu. (Rahmetli babam çoğunuzun bildiği gibi yıllarca il müftülüğü yaptı, Diyanet'te Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi iken 1995 Mayıs'ında Medine'de vefat etti. Mezarı Hz. Osman'a yakın bir yerde. Rahmetlinin 10 ciltlik hadis şerhi -Süneni İbni Mace- Şafii ilmihali, Bakara, Ali İmran surelerinin tefsiri ve ona yakın kitabı var)
Başka bir arkadaşın devam etsin dedi. Ama ben ısrar ettim. Peki dedi. Ben Mekke'ye gittim. Rahmetli babam derse başlamış. Ama daha üçüncü derste talebe sayısı 500 kişiye ulaşmış hocalar, görevliler, öğrenciler art arda gelmeye başlayınca beşinci sohbetten sonra rahmetli babam dersi bir başka hocaya havale ederek dersi bırakmış. Tabi devam etmesi için yapılan tüm ısrarlara rağmen.
Ders diğer hoca ile devam etmiş.
Ben dönünce bana bunları anlattılar. Merak ettim. Keçiören'de annemle babam beraber bir dairede ben de 2-3 apartman aşağıda ayrı bir dairedeydim.
Benim için en güzel yıllardı.
Yanına gittim.
Elini öptüm. Duasını aldım. Sonra neden derse devam etmediniz dedim. Tefsirle meşguldüm dedi. Sonra bana şunu söyledi:
"Oğlum. Arkamda insanların toplanması, fazlaca sorumluluk yüklüyor.
İnsanların manevi yükü ağırdır.
Biz kendi sorumluluğumuzla inşallah huzurda mahcup olmayalım. Ben abartı hissettim.
Onun için bıraktım. Sen de hayatın boyunca Allah'ı, Peygamberini, Sahabeyi, dini, ahlakı anlat, insanlara dini sevdir ama sakın arkana insan toplamak için bunu yapma. Bu işin sorumluluğu çoktur. Altından kalkamazsan vebali de ağırdır." Babam gibi müftülük yaptığı illerde on binlere vaaz eden. Binlerce insanın dine sarılmasına vesile olan, yüzlerce alim yetiştiren birinin bu tecrübesi bana ders oldu.
Ve öyle yaptım. Hayatım boyunca arkama bir kişi almadım. Toplamadım. Ama kılı kırk yararcasına, tükenircesine, tüketircesine İslam'ı, Rabbimi, Peygamberimi anlattım da anlattım. Anlattım da anlattım. Anlattım da anlattım.
Gelenleri de yönlendirdim. Nereye? Kur'an'a.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e. İyilik yapmaya. Kucak açmaya. Dini yaşamaya. Sevgi dolu olmaya.
Namaza, zikre, merhamete yönlendirdim. Kaynak belli dedim.
Milyonlar toplandı ama benim arkamda değil, peşimde değil, sözlerimin, anlattıklarımın peşinde.
Hayatlarını değiştirdiler. İçkiyi bırakanlar. Ümitliğini silkeleyenler, namaza başlayanlar, ahlakını düzeltenler vs. vs.

Niyetiniz İslam'ı Sevdirmek Olsun
Tecrübemin veya satırlarımın şöyle bir anlamı yoktur. İnsanlara dini anlatırken onlarla hizmet yolu alırken, manevi iklime taşırken, tasavvufi bir hayatı tercihe çağırırken sakın etrafınızda insan olmasın, dernek, vakıf olmasın gibi bir sonuç çıkarmayalım. Rahmetli babamın anlattığı işin bir boyutu. Bana göre işin tümü. Hz. Abbas, efendimizden sorumluluk -görev- istediğinde O'nun amca bu iş zordur. Sen altından kalkamazsan bu bir vebaldir ahirette deyişindeki hassas noktadır.
Diğeri ise insanları iyi niyetle, art bir niyet gözetmeden, onlarla alışveriş, menfaat ilişkisine girmeden, temiz, ahlaklı ve ayağı yere basan bir irtibatla ancak talebesini yönlendiren muallim sorumluluğu ile bir araya getiren insanlar. Bütün abartılardan uzak. Kendi sorumluluğunu bilen ve aynı zamanda abartılardan uzak, insanları boş hayale koşturmadan, dine yönlendiren, yaptığı her şey şeffaf olan insanlar. Yönetime değil, kalbe talip olan insanlar. Yok mu bunlar. Elbette var.
Önemli olan onların samimilerin şer olanlardan daha çok çalışmaları.
İnsanlar tasavvufi veya manevi hizmete kendilerini adamış önderlerle bir araya gelebilirler.
Bu dünyanın her yerinde böyledir. Bizde de olması son derece doğal. Bunu reddetmek eşyanın tabiatına aykırıdır.
Önemli olan bu tür sivil inisiyatiflerde gaye, hedef, niyet ve yolun düzgün ve dinin ve vicdanın ilkelerine uygun olmasıdır. Abartıdan, gizli ajandadan, olmaktan uzak olmasıdır. Bu tür kuruluşların Rabbani bir niyetinin olması ve menfaatten uzak olması şarttır. Bu işin içinde olanların da ölçülerini bilmeleri gerekir. Dünyanın her bölgesinde, kentlerinde farklı niyetlerle bir araya gelen yüzbinlerce sivil kuruluş var ki bu toplumun inkar edilmez bir parçasıdır. Yeter ki kalemde, kelamda ve kalpte olanların bir olmasıdır.
İsimlerinin ifade ettiği anlam neyse işlerinin, faaliyetlerinin de ona uygun, doğruca, samimi, iyi niyetli ve apaçık, şeffaf olmalarıdır.
Bu tür kuruluşlarda hata, kusur, eksiklik, istismar, kötü niyet veya benzeri yaralayıcı şeyler olmuşsa veya olacaksa onlara karşı gereken elbette yapılmalı. Hem yönetim ve hem de bu kuruluşların kendileri tarafından.
Din ortada. Kur'an-ı Kerim ortada. Önderin Hz. Resul'ün hayatı ortada. Tasavvuf büyüklerinin hayatı ortada. Kırmızı çizgiler net ve belirgin.
İnsanları kendimize, menfaate, şahsi ikbalimize değil, Allah'a, ahlaka, dine, peygamberine çağırmalıyız.
Buna uyanlar baştacı. Uymayanlar ise uzak olsunlar.

***


Diline sahip çık
İnsanı aziz eden de, zelil eden de dili değil mi?
Hz. Ebu Bekir dilini tutar ve şöyle derdi: "Başıma ne geldiyse -iyi veya kötü- senden geldi." Hz. Resul Efendimiz kalp ile dili şöyle bütünleştirdi:
'Kişinin kalbi düzelmedikçe imanı doğru olmaz. İstikamet bulmaz.
Dili düzelmedikçe de kalbi düzelmez.' Denilir ki Lokman Hekim birinin yanında çalışırmış. Ama asalet, hikmet ve zekasını görünce efendisi onu kölelikten azad etti. Hürriyetine kavuştu.
Bir gün efendisi ona bir koyun hediye etti. Ve bu koyunu kes, bana da en güzel tarafını getir dedi. Lokman hekim bunu yaptı ve koyunun bunca güzel yeri varken eski efendisine koyunun dili ve kalbini getirdi. Adam bir şey demedi.
Aradan zaman geçti efendi yine bir koyun emanet etti ve bunu kes, bana da en kötü yerini getir dedi. Lokman Hekim koyunu kesti, yüzdü ve efendisine yine kalbini ve dilini getirdi.
Adam şaşırdı. Hayret etti ve Lokman Hekim'e şöyle dedi. Sana koyunun en iyi yerini getir dedim. Sen bana koyunun dilini ve kalbini getirdin.
En kötü yerini getir dedim. Sen yine dil ve kalbini getirdin. Hayret edilecek bir şey yaptın var mı bunun bir izahı.
Hikmet adamı olan Lokman Hekim şöyle cevap verdi: Kalp ve dil iyi olunca kişi de iyi olur. En iyi organlar olur. Kalp ve dil kötü olunca da en kötü organlar olurlar. O dil ve kalbe sahip olan kişi de en kötü olan kişi olur.
Dilini ve kalbini doğru kullan aksi halde üzülürsün.

***


Zekatımı başka şehirdeki fakire gönderebilir miyim?
Zekatta esas olan bir yerin zengininin o yerin fakirine verilmesidir.
Böylece her yerde zekat dağıtılmış ve her yerde fakir sevinmiş olur. Bütün bunlara rağmen, uygun bir fakirin bulunmaması halinde zekat ödeyecek kişinin uzaktaki fakirlere zekatını göndermesi caiz olur.
Tarihimizde de bunun örneği var. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer halife iken Hz. Muaz bin Cebel'i bazı bölgelerde zekat toplamak için görevlendirirdi. Hz. Muaz resmi görevle topladığı zekatın üçte birini Medine'deki halifeye gönderdi. Medine'deki fakirlere dağıtsın diye. Üçte ikisini ise kendi zekat topladığı bölgedeki fakirlere dağıttı. Hz. Ömer bunun sebebini sorunca da Hz. Muaz: Bizim burada zekat alacak fakir az cevabını verdi.
Nitekim ikinci yılda topladığı zekatın üçte ikisine, diğer yıl ise tümünü Medine'ye gönderdi. Zira Hz. Muaz'ın bulunduğu bölgede zekata muhtaç fakir kalmamıştı.
Abdest alırken konuşursak abdestimiz geçersiz hale gelir mi?
Abdest alırken gereksiz şeylerle meşgul olmak, boş konuşmak, hoş görülmemiştir. Zira abdest bir ibadet başlangıcıdır ve o ibadete tamamen odaklanmak lazımdır. Ama bütün bunlara rağmen abdest alırken konuşmak abdeste zarar vermez.
Abdest alırken okunan dualar vardır. Bu dualara odaklanmak doğru olandır. Tabii bu duaları bilen için geçerlidir bu sözümüz.
Abdestin başlangıcında besmele uygun olur.
Abdest alırken yıkanacak uzuvlar yıkanırken okunması gereken dualar zorunlu değildir.
Ancak peygamberimizin abdestini bitirdikten sonra Kelime-i Şehadet getirdiğini biliyoruz.
Yine Hz. Peygamber'in abdest aldıktan sonra:
'Allah'ım hanemi genişlet. Rızkımı bereketlendir.
Günahımı affet.' Şeklinde dua ettiğini biliyoruz.
Görüldüğü gibi bütün bu dualar ve sözler gereksiz dünyevi konuşmalar değil uhrevi sözlerdir.
Abdest alan kişi sonradan yüzünü yıkamadığını hatırlarsa yeniden mi abdest alacak?
Hayır. Aradan uzun bir zaman geçmemişse, yani yıkadığı diğer organları kendi kendine kurumadı ise dönüp yüzünü yıkaması yeterli olur.
Benzeri bir olayda Hz. Peygamberin ayağını yıkamayan kişiye dön ve ayağını - topuğunuyıka dediğini biliyoruz. Efendimiz abdestini tazele demedi sadece kuru kalan yeri yıkamak ile yetinmesini emretti.
Aklınıza belki organları sıra ile yıkamak gerekmez mi diye gelebilir. Organları yıkamakta sıranın şart olmadığını söyleyen müctehid alimlerimiz var.
Baba ve anne kızının görüşünü sormadan evlendirebilir mi?
Bunun dinen haram ve zulüm olduğunu bilmeniz lazım. İnsanlar hür iradesi ile evleneceği kişiyi seçmesi Yüce Allah'ın ona verdiği bir haktır.
Bu hakkı gasp etmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu kişi baba da olsa, anne de olsa değişmez. Aile evlatlarına yardımcı olmalı, yanlışa düşecekse bunu konuşup anlatmalıdır. Ama illaki şununla evlen demesi zorlaması doğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kızını kardeşinin olurunu almadan nikahlayan kişiye efendimizin tenkit ettiğini ve kıza nikahını istersen bozayım, dediğini biliyoruz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA