Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

İslam bağnazlığı reddeder

İslam'ı maalesef yıllarca bilimin ve ilerlemenin karşısında yer alan bir din gibi lanse ettiler. Din hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar hep önyargılarla veya sağdan soldan elde ettikleri bölük pörçük bilgilerle tenkitte bulundular. Hatta bir kısmı tenkit etmekle yetinmeyip meseleyi özellikle düşmanlık safhasına getirdi.
Onlar şöyle inanırlar: "Din ilerlemeye mânidir. Din ile bilim uzlaşamaz. Din, teknolojiden haz almaz. Bilim insanları din inkârcısı olmalı. Üniversitelerde dini eğitim veren fakülteler olamaz. Kuran okumanın faydası yok. Kişi illaki dine inanıyorsa bunu cami ile kendi arasında halletmelidir. İslam âleminin bugünkü hâlinden din ve din insanları sorumludur."
Bunlar gibi yığınla önyargı, safsata ve bağnazca düşünce fora edildi. Peki, bu bakış tarzı doğru mu? Din ilerlemeye (terakkiye) mâni mi? Dinin hangi emri, yapılacak bilimsel faaliyete engeldir? Din, bilimsel faaliyetlere engel olsaydı İslam dünyaya yayıldıktan sonra bilim adına eserler koyan âlimler haram mı işlemiş oluyorlar.
Mesela İbni Sina, Farabi, Ebubekir Razi, Harezmi, İbni Heysem, Uluğ Bey, Piri Reis, Birûnî, İbni Nefis, Ali Kuşçu, Meryem El-İcliyye (ilk kadın ve Müslüman astronom) çalışmalarına uygun bir zemin bulmasalar da bu faaliyetlerini yürütebilirler miydi? İtibar görürler miydi? Bazı kıskançlıklar hariç bu değerli bilim adamları hangi dini engelle karşılaştılar?

DİNDE DURGUNLUK YOKTUR
İslam bir saniyelik zaman kaybını bile hoş karşılamıyor. "De ki durmadan bir şeyler yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Peygamber'i de, müminler de görecektir." (Tövbe/105)
İslam vakit kaybına tahammül etmiyor. Tembelliğe hele asla! "O hâlde boş kaldığında yine kalk ve yorul. Ve ancak Rabb'inden ümit et! Hep ona doğrul!" (İnşirah/7-8)
Durmadan bir şeyler yapmayı, keşfetmeyi emreden, "Boş kalma sürekli üret" diyen bir din, bilim ve ilerlemeye engel olur mu?

İSLAM 'UZAYI FETHEDİN' DER
Kuran-ı Kerim, uzayı fethetmeyi odak nokta olarak planlamamızı emreder. Şu ayete dikkat ediniz:
"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin bazı bölgelerinden çıkıp ötelerine geçmeye, irtibatlar kurmaya gücünüz yetiyorsa süratle gidin, nüfuz alanları kurun. Büyük gücünüz (gelişmiş güçlü teknolojiniz), kudretli bir devletiniz olmadan oralara nüfuz edemezsiniz. İrtibat, nüfuz alanları kuramazsınız." (Rahman/33)

BİLİM İLE DİN ÇATIŞMAZ
Aslında İslam ile bilimi çatıştıran, birinin olduğu yerde diğerinin olamayacağını iddia eden, bağnazlığın ne kadar kesif olduğunu Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'ne (GİBTU) Kurucu Rektör olarak atandığımda görme şansım oldu.
Sosyal medyada bindirilmiş kıtalar halinde bilmeden, okumadan, ne olduğunu anlamadan, idrak etmeden öyle garip ve niteliksiz yorumlar okudum ki tabiri caizse şoke oldum. Zira bu saldırı sahipleri, İslam ile bilim ve teknolojinin aynı üniversite bünyesinde olamayacağı kanaatindeler.
"Din bugüne kadar neye mâni oldu, çatışma nerede?" diye sorarsan verecekleri rasyonel bir cevapları da yoktur. Önyargı! Garip; babalarının ve annelerinin dini hakkında hiçbir bilgileri yok. Peki, bu bağnazlığa karşılık ne yaptık. Görev yaptığım dört yılda özellikle sağlık alanına, kadınlara hizmet eden alana, bilimsel faaliyetler yapacak olan birimlere, sağlık bilimlerine, güzel sanata ve mühendislik başta olmak üzere her alana dair fakülte ve bölümler açtık. Öğrenci kabul ettik.
Akademisyen alırken de başarılı, çalışkan ve üretken olmalarını öngördük. Tamamen adilane bir anlayışla.
İkinci yılda tıp fakültesini kurduk. İslami ilimler fakültesinin yanına, sağlık bilimleri fakültesini işlevlendirdik. Görevi bıraktığımda 3 bini aşan öğrenci, 200'ün üzerinde akademik kadro emanet ettik. Bunu niye yazdım?
Şunun için: Demek ki aynı çatı altında din ile bilim beraberce yürüyebiliyormuş. Demek ki çatışma olmuyormuş. Demek ki din ile bilim birbirine engel değilmiş. Bütün bunları göremeyen gözlere, akıl etmeyen zihniyete ne diyebiliriz. Demek ki bağnazlık en büyük cehaletmiş.

MÜSLÜMANLAR DEPARA KALKMALI
Malum güç ve çevreler, Müslümanların geride kalması için her türlü yolu denediler. İş yapamayacak, halkını oyalayacak kadrolarla İslam âlemini yıllarca geride bıraktılar. Azla yetin dediler.
Müslümanların kendi sanayi, teknoloji ve savunma araçlarını kurmalarına engel oldular. Dostça yanaşıp ciddi hamlelerimize bariyer koydular. Bunun farkında olan samimi, çalışkan ve dürüst kadroları da diskalifiye ettiler.
Yıllar öncesini düşünün. Böyle olmadı mı? Bütün bu savrulmaları da dine mal ettiler. Güya Müslümanlık buna engel gibi servis ettiler. Beceriksizliğin faturası dine çıkarılmaya çalışıldı. Beceri, gayret ve başarı, disiplinli ve şuurlu ilim adamlarıyla elde edilir. Bu ülkede bundan çok sayıda var hamdolsun. Mesele inşallah ülkemizin hamlesi ile İslam âlemindeki liderlerin gözünü açmasıyla halledilecektir.

***

ENGELLİ DOĞMAK HAKSIZLIK MI?
Öncelikle biliyoruz ki dünyaya gelmemiz bir imtihan içindir. İmtihanda; imtihan konusu, imtihan eden ve imtihan edilen taraflar vardır. Engellilik bir imtihan. Yüce Allah imtihanı yapan, engelli olan da imtihan olunan taraftır. Bu engellilik her birimiz için söz konusu olabilirdi. Allah bizi farklı şeylerle, engelli insanı da engeliyle denemiştir. Aslında bir diğer açıdan engelliye karşı saygısız davranan, bundan ötürü günahkâr duruma düşer. Engelli olan kişi, engelli olduğu yönüyle ahirette diğer insanlara karşı daha imtiyazlı olacaktır. Engellilikle muhatap olup sabrettiği için. Gerek engellilik gerekse diğer bir eksiklikte bizim yüce Allah'a bir hak isnat etmemiz söz konusu olmaz. Neticede tek yetkili olan yüce Allah, kişiyi dilediği hususla imtihan edebilir. Mükâfatını da verecektir. Bizler dünyaya her şey istediğimiz gibi olsun gibi bir anlaşmayla gelmiş değiliz. Neticede bu geçici âlemde Allah'ın misafirleriyiz. Misafiri nasıl ağırlayacağına kararı O verecektir. Ayet-i kerime her hususun bir denenme vesilesi olduğunu söyler: "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan ve canlardan eksiltmeyle deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele." (Bakara/155)
Bir diğer açıdan sağlıklı doğup sonradan bir hastalık veya kaza ile engelli kalan insanların varlığını da unutmamak lazım. Burada yüce Allah gerek ebeveynlere gerekse de hepimize mutlak muktedir olduğunu hatırlatıyor. Şunu hemen belirtelim ki, engellilik bir ceza değil, takdirdir.
Kuran-ı Kerim'de hangi konular işlenmiştir?
Bir insanın hayatını dizayn etmede ihtiyacı olan her konuya, her hususa Kuran'da mutlaka temas edilmiştir. Allah ile olan bağımız, insanlarla olan ilişkilerimiz, mal ve mülk ile olan irtibatımız, dünyayı doğru değerlendirmemiz, helal ile haram mevzuları ve benzeri her husus Kuran'da yer almıştır. Konuları özetle şöyle sıralayabiliriz:
1. İnanç konuları: Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara, ahiretin olacağına, hesap gününe ve imanla ilgili konulara temas etmiştir.
2. İbadet konuları: Başta namaz olmak üzere hac, oruç ve benzeri ibadetlerdir.
3. Hukuki konular: Toplumun düzenini bozan, kişilerle diğer bireylerin aralarındaki ilişkilerle ilgili miras, alışveriş, evlilik, boşanma, iftira ve benzeri hususlarla ilgili konular.
4. Ahlaki konular: Merhamet, affetmek, kin tutmamak, sevgi, anne babaya saygı, yetim hakkı, insanlara tahammül ve benzeri bütün erdemler ele alınmıştır.
5. Uyarılar, nasihatler: Emir-yasak dengesi, cennetcehennem, hesap, terazi, ahirette kitap meselesi gibi konular ele alınmıştır.
6. Dualar: İlmi meseleler, yaratılış, evren, diğer peygamberler, kıssalar ve ihtiyaç duyulan her mevzu Kuran'da yer almıştır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA