Türkmenistan'da düzenlenen Uluslararası Barış ve Güven Forumu, diplomasi takviminde yer alan rutin bir durak gibi görünse de aslında çok daha fazlasını ifade ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın foruma ilişkin mesajı, Türkiye'nin son yıllarda dünyaya hangi başlıklardan seslenmek istediğini açık biçimde ortaya koyuyor: Barış, güven, diyalog, Gazze ve Ukrayna... Hepsi tek bir metinde, bilinçli bir bütünlük içinde yer alıyor.
Önce mekânın dili. Türkmenistan, bağımsızlığından bu yana "daimi tarafsızlık" ilkesini dış politikasının merkezine yerleştirmiş bir ülke. Bu statünün Birleşmiş Milletler tarafından tanınması, Aşkabat'a uluslararası alanda sembolik ama etkili bir diplomatik alan açıyor.
Forumun, Türkmenistan'ın tarafsızlığının 30'uncu yılında ve BM'nin 2025'i "Uluslararası Barış ve Güven Yılı" ilan ettiği bir dönemde yapılması da bu nedenle anlamlı. Aşkabat, büyük güç rekabetinin sertleştiği bir dünyada, taraf olmayan ama herkesle konuşabilen bir zemin sunma iddiasını sahipleniyor.
Türkiye bu zemine kendi öncelikleriyle çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mesajında yatırım, ticaret, enerji ve savunma alanlarına yapılan vurgu, Türk dünyasıyla ilişkilerin yalnızca tarihi ve kültürel bağlara yaslanmadığını gösteriyor. Türkmenistan, Hazar hattı ve enerji güvenliği açısından stratejik bir aktör. "Beşeri ilişkiler" vurgusu ise bu işbirliklerinin kalıcı olması için toplumsal bağların da güçlendirilmek istendiğine işaret ediyor.
Ziyaretin en kritik başlıklarından biri ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki görüşmeydi. Bu temas, Türkiye'nin Rusya-Ukrayna savaşındaki rolünü hatırlatan önemli bir an oldu.
Ankara, savaşın başından bu yana Moskova'yla da Kiev'le de konuşabilen nadir aktörlerden biri. Erdoğan'ın Putin'le görüşmesinde, savaşın sona ermesine dair "samimi temenni" vurgusu, aslında Türkiye'nin bu dosyayı kapatmadığını gösteriyor. Karadeniz'in güvenliği, enerji hatları ve bölgesel istikrar, bu temasın arka planındaki esas başlıklar. Yani Türkiye, bir kez daha kendisini savaşın tarafı değil, çözümün parçası olarak konumlandırmış oldu.
Mesajda Gazze'ye ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına yapılan atıf da dikkat çekici. Erdoğan, barış ve güven söylemini yalnızca Avrupa veya Avrasya eksenine hapsetmiyor. Filistin meselesini bu çerçevenin merkezine yerleştirerek, küresel barış iddiasının ahlaki bir zemini olması gerektiğini hatırlatıyor. Gazze'nin yeniden imarı ve kalıcı barış vurgusu, Türkiye'nin bu dosyada da geri adım atmadığını gösteriyor.
Bütün bu başlıklar bir araya geldiğinde Aşkabat'taki forum, Türkiye açısından bir duruş beyanına dönüşüyor. Belirsizliklerin ve çatışmaların arttığı bir dönemde Ankara, sessiz kalmayı değil, söz söylemeyi ve risk almayı tercih ediyor.
Elbette bu söylemin sahada ne kadar karşılık bulacağı zamanla görülecek. Ancak şu açık: Türkiye, barış ve güven dilini yalnızca bir temenni olarak değil, aktif bir diplomatik pozisyon olarak kurmaya çalışıyor ve başarılı da oluyor.