Mekteb-i Mülkiye'de uluslararası ilişkiler okumuş bir gazeteci olarak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile vücut bulan "komşularla sıfır sorun" ve "yumuşak güç" açılımlarının güncel bilançosunu çıkarmayı deneyeceğim. "Sorun Davutoğlu'nda mı, yoksa reel politikte mi?" sorusuna yanıt vermeye çalışacağım.
Bu nedenle madalyonun her iki yüzüne birlikte bakacağım.
Son 10 yıla kadar Türkiye'de diplomasi "dar bir elit grubun tekelindeydi." AK Parti Hükümetleri ile birlikte dış politika yaygın biçimde kamuoyunun ilgi alanına girdi. Bilhassa Davutoğlu'nun bakanlığı döneminde, dış politika en az iç siyaset ölçüsünde ortalama vatandaşın sohbet başlığına dönüştü.
"Dış politika yapma alanı da genişledi." "Siyasi krizlere" odaklı dış politika yaklaşımını aşan, "enerji, çevre, hukuk, ticaret, teknoloji, medeniyetler arası ortak payda arayışını" da içeren yeni politika başlıkları gelişti. Haliyle dış politika yapıcılarının vizyonu değişti.
Dış politikada "paydaşların değeri" keşfedildi.
Ve nihayet Davutoğlu'nun bakanlığı hem "bölgesel etkinlik" çabasına hem de tarihten gelen "stok problemlerle" yüzleşme olaylarına sahne olduğu için çokça eleştirildi.
Her şeyden önce "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinde yorum farkı baş gösterdi. "Süreçlere tepki veren, içe kapanık diplomasi" yaklaşımı yerini "gelişmelere yön vermeyi esas alan aktif dış politikaya" bıraktı.
Bölgesel inisiyatifler üstlenen Türkiye profilinin, küresel aktörler arasındaki liderlik savaşında hedef alınabileceği ya yeterince hesap edilmedi ya da güçlü politika alternatifleri üretilemedi.
Türkiye ile geleneksel rekabet halindeki bölge ülkelerinin manevraları da önlenemedi.
Ve en mühimi... Batı dünyasını; "Doğu'nun değerleri ve enerji zenginlikleriyle" Doğu dünyasını ise "Batı'nın demokratik birikimi ve uzlaşma kültürüyle buluşturma" arzusu global sistemin güncel gerçekleri karşısında "romantik" kaldı.