Şimdi, ilgiyle izlenen kabine dedikoduları üzerine bir şeyler yazabilirdim. Fakat vazgeçtim. Sıcak gündem gelip geçiyor. Bir de yapısal sorunlar söz konusu... Önemli toplumsal olaylar karşısında köklü önlemler düşünmeden, paket çözümlere yönelmek Türkiye'deki kamu yönetiminin tipik refleksidir. Bu tür durumların en yaygın örneği de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devreye girmesi istenen krizlerdir. Hangi kurumda olursa olsun bazı yöneticilerin aklına "Cuma Hutbeleri" geliverir. "Cuma'da bir hutbe okunsun da" denilerek mesafe alınması amaçlanır. Cuma Hutbeleri'nin, devletin farklı kuruluşlarının, sivil toplumun sorumluluk veya inisiyatif alanlarına ikame edilmesini doğru bulmam. Ancak... Öyle anlar var ki tam da Diyanet'in asli rolüne ihtiyaç duyulur. Bugünler, öyle günler. İslam Dini'nin, suç şebekeleri ile yan yana getirilmeye çalışıldığı, dinler ya da medeniyetler çatışmasının teşvik edildiği, toplumların korkuyla sevk ve idare edilmek istendiği büyük bir meydan okuma ile karşı karşıyayız.
Bugün, din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri, geçmişten günümüze birikmiş öfkeleri, incinmiş onurları, bastırılmış duyguları, yıkılmış hayalleri istismar etmektedir.
Bu şebekeler, tarihte acı hikâyeleriyle hatırladığımız, ortalığı yakıp yıkan, topyekûn medeniyetimizi tahrip eden Moğollarla aynı yöntemi kullanmaktadırlar. Vicdan ve insaf medeniyetine kast eden Haçlılarla aynı yolu yürümektedirler.
Dillerinden tekbir düşmese de alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların faillerinin İslam'la uzaktan yakından ilgisi yoktur.