Küresel diplomasi; kaba gücün sopa olarak kullanıldığı ve devletlerarası ilişkilerin ticaret pazarlığına indirgenmeye çalışıldığı bir dönemi deneyimliyor. Avrupa başta olmak üzere, dünyanın önemli bir kısmı panikte.
Trump şu an bir deney yapıyor. Siyasi ve ekonomik baskıyı sonuna kadar kullanıyor. Bu yaklaşım, Amerika'nın küresel konumunu ve ülke içi kapasitesini güçlendirirse, Trump çok daha sarsıcı politikalara başvurabilir. Ancak, küresel toplumun bir kısmında direnç oluşur, içerde ve dışarda bunun ABD'ye maaliyet ürettiğini Trump görürse, ayakları daha yere basan bir siyaset izleyebilir.
Trump, şu an için ilk kırk günlük icraatlarının karşılığını fazlasıyla aldığını düşünüyor. "Bu daha başlangıç" açıklaması kaba özgüvenin bir yansıması.
Her halükârda dünyada yeni bir paradigma oluşuyor. Müttefiklik ya da karşıtlık, bloklardan daha çok tek tek devletler düzeyinde, hatta o devletin liderinin ne tip bir dünya tasavvuruna sahip olduğuna bağlı olarak şekilleniyor.
Çok katmanlı ve çok kutuplu dünyanın işleyişi farklı olacak. Küresel siyasette hangi ülkenin belirleyici ve etkili olacağı meselesi, bu yeni döneme kimin ne kadar hazır olduğu ile doğrudan ilişkili.
***
Avrupa'da siyasetler yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor.
Türkiye bunu erken deneyimledi. Gezi Parkı şiddet eylemlerinden itibaren iç siyaseti şekillendirmeye dönük
çoklu müdahalelerle karşılaştı. Siyasi alan, dışardan destekli yapıların da katkısıyla dizayn edilmeye çalışıldı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı iktidardan düşürmeye dönük, darbe dahil her yol denendi. Partisinden iki farklı parti çıktı. Karşısında tüm muhalefet birleşti.
Tüm bu süreçlerden siyasal bir istikrarsızlığın çıkmamasının paha biçilmez değerini, toplum yaşayarak gördü. Bu zorlu tecrübelerin yaşanması, önümüzdeki dönem açısından çok önemli. Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın liderliğinin küresel karşılığı her geçen daha iyi anlaşılıyor.
Türkiye yine yakın dönemde
dış politikada yalnızlaştırılmaya çalışıldı.
Uluslararası sistemden izole edilmesine
yönelik içerden de desteklenen müdahaleler
geldi.
Ekonomisini çökertmeye dönük girişimler hiç eksik olmadı. Kesintisiz
müdahaleler devreye sokuldu. Bu dönemde,
yerli ve milli üretim ve sanayinin ne
kadar değerli olduğu görüldü. Stratejik
sektörlerdeki yatırımlara ağırlık verildi.
Güvenlik ihtiyacını karşılayacak
savunma ekipmanları satışı durduruldu. Geleneksel müttefiklerinden yaptırım tehdidi hep devam etti. Böyle olduğu için savunma sanayi başta olmak üzere tüm alanlarda ülkemiz kendi devlet kapasitesini geliştirdi. Bu çabaların getirdiği sonuçlardan birini bu hafta gururlanarak gördük. Dünyanın en büyük 20 savunma şirketinin içinde olan
İtalyan firması
Leonardo ile ülkemizin yüz akı
Baykar'ın imzaladıkları ortaklık anlaşmasına bu bağlamda bakmak yeterli.
Türkiye yakın dönemde sahada verdiği mücadele ile küresel siyasetteki yerini güçlendirdi. Suriye, Karabağ, Doğu Akdeniz, Libya gibi çatışma alanlarında etkinliği, Ukrayna- Rusya savaşındaki saygı duyulan konumu, Afrika'da istikrarı sağlamaya dönük arabuluculuk faaliyetleri bir çırpıda sayılacak başlıklar. Türkiye'nin yükselen ağırlığı bir anda olmadı. İkili ilişkilerde, kapsamlı
stratejik işbirliği modelleri geliştirdi. İlişkilerinin kötüleştiği, gerginleştiği ülkelerle normalleşme adımlarını atarak, yeniden işbirliği alanlarını güçlendiren anlaşmalar imzalandı. AB ve NATO nezdinde Batı ile ilişkilerini sürdürürken, Asya'da farklı ülke ve örgütlerde etkinliğini yükseltti. En nihayetinde, dış politikada oluşturduğu stratejik özerlik arayışı bir çok ülkeye
model oluyor.
Sonuç olarak, Türkiye, Avrupa başta olmak üzere küresel sistemin sarsıntıları ile erken yüzleşti. Buralardan dersler çıkardı. Erken davranarak, güç kapasitesi oluşturmada epeyce yol aldı. Siyasal sistemini onardı. Toplumsal direnci artırdı. Krizlere dayanıklılığı arttı. Siyasal öğrenme becerisi yükseldi. Bu anlamda, kullanabileceği ya da faydalanabileceği fırsat alanları epeyce geniş...