Son durumumuz bu!
Sanki çok marifetmiş, omzumuza kırmızı kurdele takılıyormuş gibi erkekler ne yapıyorsa ille biz de dadanıyoruz.
Modern hayat sağ olsun, onların elinden geleni biz kadınlar ardımıza koymuyoruz.
Diyelim onlar şirket yönetiyorsa biz de yönetiyoruz, onlar tek başlarına kendi düzenlerini kuruyorsa biz de kuruyoruz.
Onlar erkek erkeğe tatile çıkıyorsa biz de çıkıyoruz.
Onlar futboldan anlıyorsa, e biz de anlıyoruz.
Onların bünyesini fazla içki içmek perişan etmiyorsa biz de içmelere doyamıyoruz.
Onlar ev-tamirat-mobilya kurma işinden çakıyorsa bizim de çok şükür IKEA'mız var, hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan evimizin her şeyi olabiliyoruz.
Yani özetle biz şehirli kadınlar gün geçtikçe kendimizi erkekleştirmekte sakınca görmüyoruz.
Tabii bir farkla!
O da aşk dünyası!
Bütün havamıza, paramıza, kariyerimize, çözüm insanı oluşumuza rağmen yıl 2010, hâlâ aynı yerde kafayı duvara çakıyoruz; aşk ve ikili ilişkiler.
Bir tek bu işten alnımızın akıyla çıkamamamızın sebepleri çok, ona sonra geliriz.
Şimdi konu ve soru başka?
Acaba biz kadınlar erkeklerin tele dünyasına kalbimizin hamuruyla girsek, sizce ne ederiz?
Bizim kızlarla üşenmedik düşündük ve ortaya çıkan tabloya çok güldük. Huzurlarınızda tele-erkek çağırmaya kalkan kadının yapacakları.
Bir kere kadın kısmının şunu anlaması için özel ders alması gerekecek: tele erkek, eski sevgili değildir. Yani içip içip o telefonu elini aldığında eski sevgilini değil, tele erkeği arayacaksın.
Hımmm... şimdi asıl sorun cereyan etti! Kafayı kırıp tele-erkek çağırmaya niyetlenmiş kadın hangi numarayı arayacağını bilemez ve bunu kimseye açıp soramaz.
Diyelim numara bulundu, kadın telefonun ucundakine ne diyecek? Erkek gibi; "Bana bir 20'lik fıstık yollasana" diyecek hali yok.
Ne der kadın, ne der? "Iııı rahatsız etmiyorsam, benim bir arkadaşa ihtiyacım vardı da, mümkünse, müsaitse eğer..." Ooo yooooo....
Adam yolda geliyor... kadın ne yapıyor? Çarşaflar parfümleniyor, duş alınıyor, sonunda çıplak kalacak ama bir türlü kıyafet ve kıyafete uygun iç çamaşırı seçilemiyor, mumlar tütsüler yakılıyor, müzik konuyor, şarap soğutuluyor, adam açtır diye bir şeyler hazırlanıyor, kız arkadaşlara haber salınıyor, beklemeye geçiliyor.
Ve adam eve geldi... Kadını artık bir haller alır ki adam mesleği bırakır valla. Bir kere kadın milleti içini dökmeden, uzun uzun sohbet etmeden, yedirmeden, içirmeden, aklı sıra "duygusal bağ" kurmadan yatağa geçemez. Üstelik ilk hareketi de adamdan bekler. Artık sabaha kadar birbirlerine bakar dururlar.
Olay oldu bitti... Ve felaketin başladığı an! Kadın tele-erkeğe dönüp sorar; "Ne düşünüyorsun?" Ne düşünecek ayol, bir sonraki randevusunu düşünüyor.
Kadın hızını alamıyor, tele mele dinlemiyor adamın gece ona sarılıp uyumasını da istiyor. En fenası kadın adama âşık oluyor, sabah uyandığında ondan mesaj bekliyor.
Devamı şöyle gelişiyor; Kadın tele-erkek dinlemiyor, kafası ve duygusal âlemi erkeğin telesini basmıyor ya, adamdan mesaj gelmeyince bozuluyor, adamı bir daha çağırıyor.
Artık sonrasını siz düşünün. Kadın adamın telefonu çalınca gözünü dikip "Kim arıyo?" çekebilir, mesajlarını gizlice kontrol edebilir, dedektif misali peşine takılabilir, iş 'Beni seviyor musun?' uzmanlık sorusuna bile varabilir.
Artık tele erkek kadının erkeğidir. Eve abi için bornoz, havlu, diş fırçası alınır.
Olası bütün kadın rakiplere savaş açılır. Hatta kadın dediğin tele-erkeğin 'Sevgililer Günü' tadında önemli günlerde hediye almasını bile bekleyebilir.
Yani bu tele dünyalar kadında işlemez. O yüzden kadınlar tele-erkek işine girmez, giremez hatta girmesi sakıncalıdır, engellenmeli, durdurulmalıdır değil mi efendim.