Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Çağımızın Sabetay Sevi’si: Fethullah Gülen

"Şüphelinin örgüt içerisinde olağanüstü haller yaşamış bir Veli, Mehdi ve son zamanlarda Mesih olduğu görüşü yaygındır. Etrafında bu kadar çok insanı toplayabilmesinin arkasında bu anlayışın yattığı söylenebilir."
Bu cümleler, dumanı üstünde -mahkeme tarafından yeni kabul edildi- Tahşiye iddianamesinden.
Örgüt derken kastettiği, Gülen Örgütü ya da Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak bilinen ve aslında şifreleri hâlâ tam olarak çözülememiş yapıdan başkası değil. Şüpheli de örgütün ruhani lideri, 'muhayyel Mehdi, Mesih' Fethullah Gülen.
18. yüzyılda İzmir'de Ortodoks Yahudilerin sapkın saydığı bir ideolojiyi yayan Sabetay Sevi de Mesih olduğunu ileri sürüyor ve müritlerince öyle görülüyordu. Hâlbuki Sabetay Sevi'ye tıbben teşhis koyma imkânı olsa kuvvetle muhtemel şizofreni tanısı konulacaktı. (Engizisyon Mahkemeleri'nin cadı diye yaktığı çoğu kişi de muhtemelen şizofrendi.)
Gerçi Sabetay Sevi'nin çağında şizofreni, tanısı konulacak ölçüde semptomlarıyla çözülmüş, adı konulmuş bir hastalık değildi. Ama olsaydı bile peşinden yüz binlerce insanı sürükleyen birini 'deli' diye tedavi etmeye çalışmak neredeyse imkânsız olurdu. Fethullah Gülen'e de değil tıbben teşhis koymak, 1990'lardan itibaren devleti ele geçirmeye yönelik faaliyetleri için onu araştıracak, soruşturma konusu yapacak, yargılayacak polis, savcı, hâkim bulmak bile pek mümkün değildi. Eski sistem arada Nuh Mete Yüksel gibi Gülen'i yargılatmak isteyen isimler bulduğunda cemaat, kaset operasyonu gibi operasyonlarla bu isimleri bertaraf ediyordu.
Şunun altını çizmek lazım: Paralel Yapı gibi örgütlerin üst yönetimlerinde gerçeklikle bağı kopmamışların kabul edemeyeceği türden bir kolektif şizofreni hali var. (Kimisi de yerleşik çıkarlarına halel getirmemek için örgüt yalanlarına inanırmış gibi yapıyor.) Şizofrenlere gerçeği kabul ettirmekse dünyanın en zor işidir. Telkinle ikna imkânsıza yakındır. Önünde sonunda cebre ihtiyaç duyulur. Gerçeklikle olan bağ, ilaçlar vasıtasıyla tekrar kurulduğunda ikna faktörü devreye girebilir.
Devletin şu sıralar PDY'ye uyguladığı hukuki cebri de işte bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Gülen'in kendini Mesih addetmesi gibi kendini devlet addeden Paralel Yapı'nın 2007-13 arasındaki iktidar rüyası bitmiştir. Ve gayrimeşru cebir uygulamak isteyen Paralel Yapı'ya karşı devlet, şimdi kendi meşru cebriyle cevap vererek ona gerçekliği, yani devletin sahibi olmadığı realitesini kabul ettirmeye çalışıyor. Devletin, kendisine karşı olan tüm örgüt (Paralel Yapı) ve terör (PKK) tehditlerine meşru cebirle cevap verme hakkı bulunduğunu not düşelim. Düşelim ki, cebir kelimesi yanlış yorumlanmasın.

Paralel Yapı'nın Tahşiye kumpasına ilişkin iddianame, mezkur hukuki cebrin güncel tezahürlerinden biri. Bu metinde Tahşiye İddianamesi'nin önemli noktalarına ayrıntılarıyla değineceğiz. Her şeyden önce Tahşiye İddianamesi Paralel kalemlerin propagandalarının aksine Gülenistlerin hazırladığı Ergenekon iddianamesinden katbekat hukuki bir metin.
Tahşiye İddianamesi'nin bir numaralı şüphelisi Fethullah Gülen. Diğer önemli şüpheliler ise Samanyolu Yayın Grubu'nun Genel Müdürü Hidayet Karaca ve Gülenist polis şefleri Ali Fuat Yılmazer, Tufan Ergüder, Erol Demirhan, Mutlu Ekizoğlu, Yurt Atayün ve Ömer Köse. 333 sayfalık iddianamede şüpheli sayısı 33. Davada 60 müşteki bulunuyor. İddianamenin altında İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz'ın imzası var.

TAHŞİYE OPERASYONUNUN ŞİFRELERİ

Tahşiye Kumpası soruşturması, 2010 yılında Ergenekon soruşturmasının isimsiz ihbar mektuplarındaki üslubu andıran bir üslupla kaleme alınmış ihbar mektuplarıyla başlıyor. Ancak PDY polislerinin teknik takibi, soruşturmanın açılmasından önce başlamış. 2 Aralık 2008'de Zirve operasyonunu bir yazı ile (ki bu operasyonu da Üç Boyutlu Portre'de daha önce yaklaşık 20 bin vuruşluk yazı ile işlemiştik) başlatan Ali Fuat Yılmazer, yalnızca bir gün sonra, 3 Aralık 2008'de de Tahşiye operasyonunu radikal Tahşiye grubu konulu bir yazıyla başlatmış. Yani operasyonun polisiye manada kurucu aklı, daha önce 'Kod adı Hayatına Girin' başlıklı yazı ile Üç Boyutlu Portre'nin konuğu olmuş Ali Fuat Yılmazer. Yılmazer, 12 kente yazı gönderiyor ve operasyonun fitilini ateşliyor. Soruşturmayı Yılmazer'in yönlendirdiğini "Soruşturmanın tamamen istihbarat şube müdürlüğünün yetki ve inisiyatifinde başlanarak sonuçlandırıldığı, soruşturma sürecinde çok radikal eylem ve fikirleri olmayan Mehmet Doğan ve müştekilerin özellikle El Kaide Terör örgütü ile irtibatlı olduğunu göstermek amacıyla soruşturmaya dâhil edildikleri ve soruşturmanın da şüpheli Ali Fuat Yılmazer'in bilgisi altında istihbarat şube müdürlüğünce yönlendirildiğinin bir göstergesi olduğunun değerlendirildiği…" diye devam eden iddianame satırlarından çıkarıyoruz.

DİYANET MEMURLARINI EL KAİDECİ YAPTILAR
İddianamede Tahşiye soruşturmasında sanık yapılan kişilerin El Kaide örgütüne mensup kişiler olduğu da belirtiliyor. Hatta El Kaideci denilen bazı isimler Muş İl Müftülüğü'nde görevli. El Kaide'nin tağuti gördüğü bir rejimin müftülüğünde görev yapan birinin neden El Kaideci olamayacağı da sosyo-politik gerçekler ışığında izah edilmiş iddianamede.
Gülenistlerin Tahşiye ile ilgili dezenformasyonlarından biri de kumpas operasyonunun Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) gönderdiği bir yazı ile başladığı idi. İddianame, MİT'in verdiği resmi cevaplarla bu dezenformasyonu da çürütüyor.
MİT'in Tahşiye operasyonunun fitilini ateşleyen ilk yazıyı gönderdiği dezenformasyonunu (Bunu Ali Fuat Yılmazer gibi Paralel polisler ve Nazlı Ilıcak gibi Paralel kalemler vasıtasıyla yaymaya çalışmışlardı) çürüten satırlar şunlar:
"MİT tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü yahut Emniyet Genel Müdürlüğü'nün diğer birimlerine herhangi bir yazı yazılmadığı, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanlığı'nca da herhangi bir araştırma yapılmayıp Genelkurmay Başkanlığı'nın yapılan ihaleyi alan bir firmaya ilişkin güvenlik araştırması yapılmasını MİT'ten talep etmesine istinaden ihaleyi alan kişi hakkında elde edilen bilgiler MİT'ten Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı'na gönderildiği, İstihbarat Dairesi'nce de bu bilginin kuvvet komutanlıklarına gönderildiği, bu yönüyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi'nin Tahşiye grubuna yönelik olarak doğrudan araştırma ve inceleme yapmadığı, MİT'ten gelen ihbar ve bilgilerin değerlendirildiği iddia ve savunmasının doğrulanmadığı, keza askeri birimler tarafından da emniyet birimlerine yine Tahşiye grubu hakkında herhangi bir bilgi yazısı gönderilmediğinin anlaşıldığı…"
Böyle uzayıp gidiyor.

BOMBALARI KOYAN OLAĞAN ŞÜPHELİLER
Bir başka önemli ayrıntı, bombaların bulunduğu Turgut Yıldırım'ın İstanbul Bahçelievler'deki evinin çevresinden sinyal veren telefonların hangi polislere ait olduğu. Bu teknik bilgiler baz istasyonu kayıtlarından derlenmiş. Okuyalım:
"Bombaların bırakılma olasılığı en yüksek olan 21.01.2010 gecesinden 22.01.2010 sabah bombaların bulunduğu saatlere kadar adres civarının baz kayıtlarına bakıldığında; şüpheli Fatih Çetinkaya'nın şüpheli Serdal Kurtoğlu'nun, şüpheli Serkan Yıldız'ın 21.01.2010 gecesi bombaların konulduğu ikametin yakınında olduğu, şüpheli Rıfat Aslan'ın aynı şekilde bombaların bulunduğu adresin kapsama alanında olduğu, şüpheli Aytekin Ağören'in, şüpheli Zafer Ölmez'in, şüpheli Abdullah Seyyid Ateşçi'nin, şüpheli Ahmet Basık'ın, şüpheli Hayrettin Kardiyen'in o bölgede baz kaydının olduğu, şüpheli Adem Akpınar'ın, şüpheli Yasin Koyuncu'nun, şüpheli Mustafa Karabörk'ün, şüpheli Ahmet Öztürk'ün, şüpheli Ekrem Çelik'in, şüpheli İsmail Yücel Zırh'ın yine bölgeden baz istasyonu kayıtlarının bulunduğu belirlendi."
Bu isimler tek tek sıralandığı halde bombaları koyan şüphelilerin net olarak tespit edilemediği de belirtilmiş iddianamede:
"Her ne kadar bu çalışma ve analizler sonucunda bomba ve mühimmatları ikamete koyan ve buna gözcülük yapan şüpheliler net olarak tespit edilememiş ise de, tüm birimleri ile birbiriyle uyumlu ve koordinasyon içerisinde çalışan tüm ülke çapında olduğu gibi İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün kadrolarında görev yapan şüpheli Fetullah Gülen'e bağlı paralel yapılı terör örgütü mensubu olan şüphelilerden iddianamede isimleri belirtilip bu aşamada tespit edilenlerin çok iyi hazırlanmış plan çerçevesinde hareket ederek bomba ve mühimmatları yerleştirmiş oldukları, bu sebeple aradan geçen 5 yıllık süreçte bombayı ikamete yerleştiren şüpheliye ilişkin kamera kaydı ve ses kaydı gibi doğrudan birincil nitelikli delillerin elde edilmesinin mümkün olmadığı, üst paragraflarda belirtildiği gibi müştekinin soruşturma sürecinde özellikle iletişim dinlemelerine istinaden gözlemlenen eylem ve davranışların, gerek terörle mücadele şube müdürlüğü gerekse diğer şubelerdeki şüpheliye ilişkin kayıtlar halihazırda mevcut soruşturmamızdaki tutum ve davranışları, el bombası ve fişeklerden oluşan mühimmatın niteliği, bulunuş şekli ve yeri nihayetinde 21/01/2010 günü gecesi İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ile İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlileri olan şüphelilerin yapmış oldukları eylem ve işlemlerin, çalışma sistematiğine aykırı olması, bu kapsamda patlayıcı mühimmatın bulunduğu adres civarında izleme, kontrol ve tertibat almaları şeklinde gerçekleşen işlemler ve paralel terör örgütünün yapısı ve çalışma usulleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
Bomba ve mühimmatın soruşturmada görev yapan terörle mücadele şube müdürlüğü görevlileri ile olay tarihinde civarda bulunan istihbarat şube müdürlüğü görevlilerince yerleştirildiğinin anlaşıldığı, bu nevi bir operasyonda operasyona iştirak eden tüm görevlilerin yapılan operasyonun içeriği ve niteliğini bilmesinin yapılacak operasyonun deşifresine sebebiyet verme ihtimali nedeni ile risk taşıdığından operasyonda görev alan rütbeli personelin yapılan kumpas olarak tabir edilen operasyondan bilgi sahibi olduğu, yine yakın civarda gözetleme ve izleme yapan R Büro Amirliği'nde görevli şüpheliler ile bizzat operasyon mahallinin en yakınında bulunan şüphelilerin operasyonun içeriğinden haberdar olduklarının değerlendirildiği, iddianamede iddianın da bu husus dikkate alınarak yapıldığı, bu işlemlerin her iki büroda rütbeli olarak görev yapan personelin emir ve talimatları ile bilgileri dâhilinde gerçekleştirildiği, bu operasyonun şüpheli Fethullah Gülen'in 06/04/2009 tarihinde grubu hedef alır nitelikteki emir ve talimatının nihayetinde etkili bir şekilde sonuca ulaşmış olduğunun göstergesi olduğu, bu itibarla silahlı terör örgütünün kendisine karşı olup amacına ulaşmasına engel gördüğü grubu tüm ülke çapında etkisiz hale getirerek iddianamemiz konusu eylemleri gerçekleştirdiği (Kamuoyu tabiriyle Tahşiyecilere kumpas operasyonu) tespit edilmiştir."

DUMANLI ÖZKÖK'E YAZI YAZDIRDI
Bu uzun alıntı iddianamenin son kısımlarındandı. Daha önceki bölümlere dönerek ilerleyelim. Zira önceki bölümlerde Tahşiye operasyonunun Zaman Gazetesi'nde Ekrem Dumanlı, Hüseyin Gülerce, Ahmet Şahin ve Bugün'de Nuh Gönültaş'ın yazdığı yazılarla altyapısının hazırlandığı, bu süreçte STV'nin Şefkattepe dizisindeki senaryonun ve repliklerin de kullanıldığı örneklerle uzun uzadıya anlatılıyor. Biz Şefkattepe dizisindeki Karanlık Kurul bölümünden tek bir replik verelim, kafi: "Beyler terör, yolsuzluk, irtica, siyasi belirsizlik, ekonomik manipülasyon, etnik ve mezhep çatışmaları, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı yani ülkeyi istikrarsızlığa götürecek her türlü malzemeyi kullandık. Bu ülkenin gerçek sahipleri biziz. Bu mücadele bugünün değil, geçmişle beraber geleceğin mücadelesidir. Yeni projemizin adı Tahşiye olacaktır."
Tahşiye iddianamesine göre ayrıca STV'deki Şefkattepe dizisinin Karanlık Kurul kısmı, cemaatin yürüttüğü Tevhid Selam soruşturmasına, 17-25 Aralık soruşturmasına, MİT TIR'ları operasyonuna çeşitli göndermelerle altyapı oluşturmak üzere kullanılıyordu. Yani şizofrenik bir tutkuya dönüşmüş devleti ele geçirme amacını ele veren kurgu dizilerde şifrelerle polis ve savcıya verilen talimatlar söz konusu.
İddianamede ayrıca Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'ün 9 Nisan 2009'da Tahşiyecilerle ilgili kaleme aldığı 'Hoca bu konuyu niye açtı' başlıklı yazıyı
Ekrem Dumanlı'nın yazdırdığı da belirtiliyor. İddianamesinde Şefkattepe dizisinde Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturmasına göndermelerin yer aldığından da söz edilmiş. Bununla ilgili kısımdaki cümleler Paralel Yapı'nın pek sık yaptığı üzere kendini başka gruplar üzerinden tarif ettiği cümleler:
"Devletin en etkin ve gizli kılcallarındaki, kurumlardaki en kritik noktalara sızdık. Varlıklı işadamları, STK başkanları, bürokratlar, siyasiler, vakıf ve dernek yöneticileri ağımıza düşürüldü. Elimizde kasetleri var. Onlara istediğiniz her şeyi yaptırabiliriz."
İddianameye göre şu satırlar da 17-25 Aralık darbe girişiminin şifrelerini içeriyor: "Efendim, 'Erken kondu (Ergenekon anlayın) sürecinde vitrindekiler tespit edildi. Çok kan kaybettik ama bizler yine ayaktayız' demiştiniz. Ayrıca önümüzde ülkenin geleceğini ve vizyonunu belirleyecek kritik bir süreçten geçtiğini, seçimler, açılımlar, saçılımlar, ekonomi, demokratik paket derken, iş başındakileri paketleme zamanı geldiğini söylemiştiniz. En önemlisi de, yönetenlerin gerçek dostlarıyla çatıştırılarak yalnızlaştırma projesiydi."
"Stratejimiz her şeye rağmen korku, panik, kaçırma, TIR'latma olacak" satırları da doğrudan Ocak 2014'teki MİT TIR'ları baskınlarına gönderme.
Bu arada Tahşiye gibi iddianamelerde Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Oda TV gibi davalara ilişkin kumpaslardan söz edilmemesini büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Bu davalarla ilgili kumpas soruşturmaları da bir an önce sonuçlandırılmalı ve iddianameleri hazırlanmalıdır.
Tahşiye iddianamesinde Emniyet Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı FETÖ raporundan geniş alıntılar da var ama o raporu bu köşede daha önce zaten işledik.
İddianamedeki bana göre en önemli ayrıntılardan biri de Emniyet'in 2012, 2013 ve 2014 yıllarındaki karşılaştırmalı dinleme tablosu. İstatistiklere göre Terörle Mücadele, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele, Asayiş ve İstihbarat daire başkanlıklarının toplam dinleme sayısı Paralel Yapı'nın çok güçlü olduğu 2012 yılında 397 bin 377. Bu sayı 2013'teyse 308 bin 470. Bir yıl sonra, 2014'te devlet Paralel Yapı'yı zar zor geriletmeye başlayınca dinlemeler 71 bin 812'ye düşmüş. Yani 2012 ve 2013 yıllarında zirve noktasına erişen telefon dinlemeler 2014 yılında devlet hâkimiyet sağlamaya başladıkça azalmış. Paralel Yapı'nın daha önce dinlemelerinin milli güvenliğin tesisine yönelik olarak terör örgütlerine karşı olmadığı, cemaat çıkarları için yapıldığı düşünüldüğünde dinleme sayısının düşmesi Türkiye'nin hayrına olmuş. Herhalde bu rakamlar kimin muhaberat devleti kurduğu sorusuna da otomatikman cevap veriyor.
Yazının başlarında Tahşiye soruşturmasını başlatan ihbar mektuplarını cemaat polisinin hazırladığından bahsetmiştik. İhbar mektubunu polisin hazırladığını gösteren iddianame cümlesi ise şu:
"Mektubun o döneme kadar gerek istihbarat şube müdürlüğünce, gerekse terörle mücadele şube müdürlüğünce elde edilen bir kısmı çok ince detayı barındıran bilgiler içerdiği, cemaat mensubunun bu bilgileri elde ederek ihbar mektubu göndermesi hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir."
Yani diyor ki istihbaratın ve terörün yaptığı ön çalışmalarla ihbar mektubunun hammaddesi oluşturuldu. Tahşiye Grubu'na yönelik teknik takibe önceden başlanmış olması da bunun kanıtı. Bu bilgiyi de şu satırlardan anlıyoruz:
"İhbar mektubu ile birlikte gönderilmiş olan CD dinlenip izlendiğinde müşteki Mehmet Doğan tarafından yapılan sohbetin yahut konuşmanın belli bir dar çevrede yapıldığı, kamera kaydına izin verilmeksizin gizlice çekildiği yahut ortam dinlemesi ve izlemesi ile elde edildiğinin anlaşıldığı…"

DEVLETİN SİLAHINI KULLANAN ÖRGÜT
CD'nin çözümü operasyondan bir hafta önce yapılmasına karşın çözümü yapan polisin isim ve sicili de tutanağa yazılmamış. İlerleyen satırlarda ihbar mektubundaki jargon ve üslubun Ergenekon soruşturmasından önce polise gönderilen ihbar mektuplarındaki jargon ve üslubu andırdığını da okuyoruz, ki bu Gülen Örgütü'nü tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değil.
Öte yandan operasyonda Gülen'in 'Biz Nurları Haşiye yapıyoruz dedirtirler, adlarına da Tahşiyeciler derler, sonra Kalaşnikoflar verirler ellerine' ifadelerinin geçtiği konuşmasının ve Hidayet Karaca ile yaptığı telefon görüşmesinin tetikleyici rolünün bulunduğu da ekleyelim. Nitekim bu konuyla ilgili kısımda Tahşiye kumpasının faili konusunda en net tarifi yapan cümlelerden biri var: "Fethullah Gülen ile irtibatlı olan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görev yapan kanun ve nizamlara aykırı örgütlü yapının gerçekte suç işlenmediği halde suç işlenmişçesine tahkikat işlemleri yaptığını, evrak ve belgeler düzenlediklerini beyan etmesi üzerine tahkikat işlemlerine başlandığını…"
Peki, talimat nasıl veriliyor, ona bakalım. Gülen'in 2009'da operasyondan önce yaptığı bir konuşma var. Bu konuşmanın 24. dakikası 42. saniyesi ile 28. dakikası 33. saniyesi arasındaki bölümde, "Yarın daha başka şeyler de icat edebilirler mesela; Tahşiye diye bir şey icat edebilirler; Hafazan Allah iyi organize edebilirlerse bunları belki hakiki Müslümanlarla, kitap okuyan Müslümanlarla nezahetlerine, nezafetlerini, fikri saffetlerini bulundukları evlerde koruma adına okudukları kitaplarla ayakta durmaya çalışan insanların içine sokmaya çalışırlar, onları güçlendirirlerse ellerine silahlar da verebilirler ve o kitapların arkasındaki zatın posterlerini evlerine asabilirler, size yakın bazı kimselerin posterlerini de evlerine asabilirler, biz Nurları Haşiye yapıyoruz dedirtirler, adlarına da Tahşiyeciler derler, sonra Kalaşnikoflar verirler ellerine iki yerde bir şey yapınca bunlar, demek ki imkân bulunca bunlar da silahlanabiliyor. Sonra hiç silahı milahı tabancası, hatta çuvaldızı bile olmayan, ben sizin çuvaldızınız bile yoktur diyorum. Size mübalağa yapmıyorum değil mi yani. Ben geçende büyük bir iğneye ihtiyacım oldu bulamadım kendi odamda, ayakkabımı dikecektim. Evet, çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vuracaklar, orada yapmak istedikleri şeyi yapacaklar bununla. Allah o fırsatı vermesin, komplolarını kendi başlarına dolasın."
Farkındayım, yazının kendisi gibi bu son alıntı da uzun oldu. Ama bu yazının bir teması da örgütlerdeki kolektif şizofreni olduğuna göre Gülen'in halet-i ruhiyesini bu tür satırlarla gözlemlemek de elzem. Devletin bütün kritik noktalarında örgütlenmiş, devletin silahını kullanıyor. Ama "Silahım yok" diyor. Hanefi Avcı içeri atıldığında arı için ağladığı hikâyesini anlattığı gibi "Ayakkabı dikecek iğne bile bulamadım" diyor. Aklımızla alay etmeye çalışıyor. Bunlar, tipik şizofren davranışlarıdır. Psikanalizin ve daha çok da psikiyatrinin ihtisas alanına girer.
Özetle Tahşiye iddianamesi; Ergenekon ve türevi soruşturmalardaki gibi ne idüğü belirsiz gizli tanıkların dezenformatif, manipülatif ifadeleriyle değil, kimliği belli müştekilerin tanıklıklarıyla hazırlanmış. Tek cümleyle özetlersek Tahşiye kumpası iddianamesi KPSS, telefon dinlemelerle ilgili soruşturmaların iddianamelerinden sonra Paralel Yapı'yla ilgili hukuki literatüre geçen kapsamlı metinlerden biri. Bu literatür, örgütünde Mehdi olarak görülen Fethullah Gülen'in çağımızın Sabetay Sevi'si olarak tarihe geçmesine katkı sağlayacak gibi görünüyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA