Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Kâbe İsyanı’nı bastıran ‘Müslüman’ Fransız timi!

"Cemaat istese de istemese de Cübbeli Ahmet Hoca'nın televizyon ekranlarından; Youtube, Facebook ve Twitter gibi sosyal medya mahfillerine kadar pek çok alanda sık sık arz-ı endam eylemesinin İsmailağa Cemaati'ne hatırı sayılır bir PR hizmeti olarak döndüğünü teslim etmek gerek.

Cemaat mensupları her ne kadar Cübbeli Ahmet Hoca'yı 'Mahmut Efendi'nin veliahtı olarak görmese de Cübbeli, şu anda İsmailağa'nın topluma dönük yüzünü temsil ettiği için davranışları ve sözleri cemaati de bağlıyor."

Yukarıdaki satırlar, bu köşede 4 Aralık 2010 tarihinde yayınlanan Ahmet Mahmut Ünlü portresinden. Aradan 12 yıl geçti, Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca geçtiğimiz ay vefat etti. Ve Cübbeli o dönemde yazdığımız gibi 'veliaht' değil, zaten kendisi de bunu söylüyor.

Bununla birlikte Cübbeli, eski popülerliğini koruyor, bu konuda yani popülaritesinin bekası konusunda en ufak bir tehdit hissettiğinde de dikkat çekici açıklamalar yapıp 'ilgi odağı' olmayı beceriyor. En son herkese, bir tabip edasıyla aşı olmaya çağırdı mesela!

VAHHABİLİĞİ KURAN ESRARENGİZ CASUS

Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de Ahmet Mahmut Ünlü'nün Selefilik ve Vahhabilik tehdidi ile ilgili açıklamalarında gündeme getirdiği Kâbe Baskını olayının arka planını yazacağım. Konu, daha önce araştırdığım ve bildiğim bir konu.

Yalnız Kâbe Baskını olayına gelmeden önce Cübbeli'nin iddiaları ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın karşı açıklamasıyla ilgili -önce haber, ardından da yorum ilkesini gözeterek- birkaç kelam etmek elzem.

Cübbeli "Türkiye'de Selefilik arttı, bunların gizli yerlerde silahları var" diyor. Selefiliğin nüfusa oranının yüzde 3,6 seviyelerine yükseldiğini söylüyor.

Devlet, istihbarat kurumundan başlayarak bu konuyu milli güvenlik boyutuyla ayrıntılarıyla değerlendiriyor, değerlendirmeli de.

Başta ABD olmak üzere bizimle istihbari, askeri rekabet içindeki ülkelerin Türkiye'ye karşı Selefi-Vahhabi terör dalgasını kullanması da her zaman olasıdır. Bu, esasında 15 Temmuz öncesi DEAŞ'ın sistematik saldırılarıyla denendi. Görmediğimiz bir film değil! O dönemde şerbetliydik, halen de öyleyiz ama her daim teyakkuzda olmak lazım. Bununla birlikte bu tür tehditleri gereğinden büyük göstermek, hele de bu konularda kolayca 'iç savaş' söylemleri kullanmak yanlış ve tehlikeli.

Vahhabilik değil ama Selefilik, daha önce DEAŞ tecrübesiyle genetiği konusunda bilgi ve fikir sahibi olduğumuz bir ideoloji türü. Meşhur İngiliz casus Thomas Edward Lawrence'ın öncüsü sayılan İngiliz casus Hempher'ın tohumlarını attığı söylenen Vahhabiliğe de Osmanlı'dan beri yabancı değiliz.

Muhammed bin Abdülvehhâb, bu mezhebi 1713'te mezhebini kurmuş. Bu süreçte Hempher'ın bir İngiliz kadın casusunu bal tuzağı operasyonu için Abdulvehhâb'ın yanına yerleştirdiği gibi kanıtlanmaya muhtaç iddialar da var.

EL KAİDE'NİN TÜRKİYE EYLEMLERİ

Türkiye'de terör deyince akla PKK ve FETÖ'den sonra ilk gelen El Kaide veya DEAŞ gibi Selefi unsurlar olur. Bunlardan El Kaide Türkiye yapılanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başbakan olduğu sene, 2003'te İstanbul'da sinagoglar, İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC baskınlarıyla ülkemize mesaj vermeye çalışmış, Erdoğan hükümeti ise "Bu mesajı görüyoruz ve ayaklarımızın altına alıyoruz" mealinde bir açıklama ile rest çekmişti.

O dönemden bu yana çok şey değişti. El Kaide Türkiye yapılanması ülkemizde barınamadı. Yöneticilerinin çoğu Habip Akdaş başta olmak üzere Irak ve Suriye'de örgütlere katılıp 'Azrail ile buluştu'. Vaktiyle cezaevinden sorularımı yanıtlayan Harun İlhan gibi isimler ise halen yatıyor. Artık en azından şimdilik bir Türk El Kaidesi yok, ama DEAŞ tehdidi her zaman varit. Gerçi aynı zamanda Irak'taki terör saldırısında gördüğümüz gibi PKK-İran oyunuyla başka bir tehditler de her zaman varit. Baksanıza, bunların Şii DEAŞ'ları Türkiye'yi tehdit etmeye başladı bile. Kendi kanlarında boğulurlar. Bu ülkenin de bir sırttan hançerlenme limiti var, onlar terör ürettikçe Türkiye, Irak'ın derinlerine girmeye devam eder.

Asıl konumuza dönelim: Cübbeli Ahmet Hoca'nın 'iç savaş olsa destek vermiş olacaklar' dediği Diyanet ise Ahmet Mahmut Ünlü'ye, "İddialar gerçeği yansıtmaktan uzak olup son derece rahatsız edici ve üzücüdür" sözleriyle mukabele etti.

Önemli bir cemaatin popüler, popülist bir figürü olarak Cübbeli'nin 'iç savaş tehdidinden dem vurması' doğru değil. Türkiye, iç savaş cenderesine o kadar kolay düşecek bir ülke değildir. Allah'ın izni, inayetiyle… Ama yine söylüyorum; her zaman müteyakkız olmak lazım, o ayrı mesele.

Nihayetinde Cübbeli'nin Kâbe Baskını'nı misal verdiği bir Suudi Arabistan değiliz. Cübbeli, Kâbe Baskını'yla ilgili olarak "Muhammed el-Kahtanî'yi Mehdî ilan etme bahanesiyle, 1979'da Kâbe Baskını'nı düzenleyen ve iki hafta Kâbe'yi işgal ederek yüzlerce insanın ölümüne sebebiyet veren Cuheyman el-Uteybî de Câmî ve Medhalî gruplarındandı, evvelce Elbânî ve Harem Baş İmamı Binbaz'ın arkadaşlarındandı. Ama sonra Kâbe imamlarını bile öldürecek raddeye geldi" demişti.

FRANSIZLAR 'MÜSLÜMAN' OLDU!, OPERASYON YAPTI

Kâbe Baskını olayı, Uteybi başta olmak üzere Kâbe teröristlerinin, El Kaide ve DEAŞ'ın atalarının ortaya çıkış koşullarını göstermesi açısından önemli. Olayın merkezinde Zemzem Kuyusu, dolayısıyla Yusuf'un kuyusunda olduğu gibi kuyu metaforu da olduğu için gazetecilik, edebiyat ve sinema açısından değeri yüksek bir konu bu. Ve dönemi için harbiden büyük bir terör olayı.

Kâbe, 20 Kasım 1979 tarihinde Suudi rejimine karşıt olan 500 kişilik silahlı terörist bir grup tarafından basıldı. Hikâyenin sonunda 244 kişinin öldüğü bir olay bu.

Baskın grubunun liderinin ismi, Cuheyman el Uteybî idi. Neced'de El Kasım bölgesinin önde gelen kabilesi Uteybe'lerdendi. Tam adı Cuheyman ibn Muhammed ibn Seyf el Uteybi.

O sabah, Kâbe'de toplanmış 50 binden fazla Müslüman, sabah namazını kılmaya hazırlanıyordu. Baskıncıların Kâbe'deki ses sistemini ele geçirmelerinden hemen sonra, liderleri mikrofonun başına geçti ve Suudi rejimini şeriatı terk etmekle suçlayarak Mehdi'nin geldiğini söyledi. DEAŞ'vari tekfirin atasıdır bu. Mimleyelim.

Uteybe, yanında bulunan kayınbiraderi Muhammed el Kâhtânî'yi 'Mehdî' olarak tanıtıp ona biat edilmesini istedi. Bu arada baskın, önceden başlamış ve Kâbe'nin altındaki yüzlerce metrelik dehlizlere gizlice silah ve mühimmat taşınmıştı. Bu arada elbette 'Zemzem Kuyusu' da zapt edilmişti.

Suudiler; teröristlerle baş edemeyince Türkiye'den veya bir başka Müslüman ülkeden değil de Fransızlardan yardım istedi. Operasyon için CIA'den de 'know how' desteği alındı.

Gerçi Pakistan'dan destek istediler ancak bu, yeterli olmadı. Fransızlardan destek istenmesi de şöylesi bir paradoksa yol açtı: Malum, gayrimüslimlerin Kâbe'ye girmesi yasak. Bu sorun, Fransız antiterör timinin, Mekke Kadısı'nın verdiği fetva ile Kelime-i Şehadet getirerek 'Müslüman' olması üzerine aşıldı! İyi de bu; Müslümanlık değil, Suudluk… Böyle riyakârca bir din değiştirme mi olur!

Rus Gazeteci Yaroslav Trofimov 'Mekke Kuşatması' (The Siege of Mecca) adlı kitabında ABD'li yetkililerin olaya nasıl müdahil olduklarını eskilerin deyimiyle tafsilatlı biçimde anlatır. Olayın daha başka enteresan yönleri de var:

O zamanlar Kâbe'de yapılan tadilat çalışmalarını, adını 11 Eylül 2001 tarihinden sonra dünyanın neredeyse tamamının duyacağı bir aile bir şirketi üstlenmişti: Bin Ladin Grup. Tadilatı, Usame'nin ailesinin yönettiği Bin Ladin İnşaat Şirketi yapıyordu. Buyur burdan yak! El Kaide Terör Örgütü'nün gelecekteki liderinin aile şirketinin üstlendiği bir işe başka bir fraksiyonun terörü bulaşsın. Vallahi eğlenceli… Bu açılardan bakınca bu istihbarat âleminde hakikaten müthiş bir festival var.

Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü kitap ödülü sahibi Yaroslav Trofimov, kitabında baskına katılan iki Amerikalıdan birinin, 'Kâbe'nin altındaki Zemzem Kuyusu'na bırakılan cam şişelerden molotof kokteyli yaptığından bahsediyor.

Şunu da hatırlatmak lazım: O dönemde İran İslam Devrimi gerçekleşmişti ve Suud-İran ilişkisi şimdiki kadar olmasa da gergindi. Olayın arkasında bir İran parmağının olabileceği bu yüzden konuşuldu.

Burada önemli olan bir başka nüans, baskının bir Hicri yılbaşında 1 Muharrem'de yapılmış olmasıdır. Miladi takvimdeki 20 Kasım 1979 Hicri takvimde 1 Muharrem 1440'e tekabül ediyor. Olay sırasında ABD Büyükelçiliği önündeki güvenlik duvarının sıkılaştırılması da manidardı.

Baskıncıların lideri Cüheyman bin Muhammed el-Uteybi, 1955-1973 yılları arasında tam 18 sene Suudi Arabistan Kraliyet Muhafız Alayı'nda komutanlık yapmıştı. Daha sonra ordudan ayrılmış Medine İslam Üniversitesi'nde öğretime başlamış, ancak çeşitli sebeplerden eğitimini yarıda bırakmıştı. Sonrasında çeşitli dersler verip, yazılar kaleme alarak etrafında bir topluluk oluşturmayı başarmıştı. Sonrasında kız kardeşi ile evleneceği Muhammed bin Abdullah el-Kâhtani ile de bu yıllarda tanışmıştı. Cüheyman el-Ubeydi baskın sırasında da kayınbiraderi Muhammed el-Kahtani'yi Mehdi ilan edecekti. Senaryo hazırdı, sonra da Suud hanedanını tekfir ve tasfiye edip sistemin üzerine yerleşeceklerdi.

Arabistan içerisine dağıldıktan sonra özellikle Necid bölgesinde yoğunlaşan Beni Uteybe kabilesi, Suudi Arabistan Krallığı'nın kurulma sürecindeki çatışmalar içerisinde aktif olarak yer almıştı. Uteybelerin o dönemdeki lideri ve Cüheyman'ın dedesi olduğu öne sürülen Sultan bin Bacad el-Uteybi, bu bölgede 1920'lerin sonunda Suud Hanedanı'na karşı isyan etmiş ve İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketinin liderliğini yapmıştı. Ancak aşiret daha sonra, Arabistan'da Müslüman Kardeşler'in bir şubesinin açılması talebine, "Hepimiz İhvanız" diyerek izin vermeyen Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal el-Suud ile sonunda anlaşmış; Suudi Arabistan Krallığı'nın kurulmasında ve Abdülaziz el-Suud'un kral olmasında önemli bir rol oynamıştı.

HRİSTİYAN TEOLOJİSİNDE KUYU İMGESİ

Kuyu 'demişken'… Antik Yunan mitolojisindeki Midas'ın Kulakları efsanesinden Halka adlı korku filmine kadar kuyu metaforunun hikâye anlatıcılığında her zaman 'gideri' olmuştur.

Hristiyan teolojisinde de kuyu metaforu vardır; Patrizio'nun Kuyusu efsanesi… Bu efsane, Milattan Sonra 5. yüzyılda İrlanda'da Hristiyanlığı yaymaya çalışan keşiş Patrizio ile ilişkilendirilen bir efsanedir. Efsaneye göre kuyu, cennet ve cehennemin bulunduğu dünyanın merkezine inen mağaranın bulunduğu yerdir. Efsaneye göre kuyuya girip imanı sayesinde çıkabilen tek kişi, şövalye Owen olmuştur.

Kimi ezoterik inisiyelerde (gizli öğretilerin bir üstat eliyle yalnızca seçilmişlere verilmesi) kuyu, acı dolu tecrübelerle olgunlaşma serüveninde gidilen yolu simgeler, yeraltına inişle birlikte… Kendisi de bir Tapınakçı olan Dante, İlahi Komedya adlı eserinde cehennem, araf ve cenneti gidişi anlatır.

OSMANLI'YA KARŞI DA AYAKLANMIŞLARDI

Gelelim, tekrar Zemzem Kuyusu'na… Zemzem Kuyusu, Mescidü'l-Haram'da Hacerülesvedin tam karşısında Kâbe'ye yalnızca 19 metre uzaklıkta yer alan bir kuyu. İsmini, nereden geldiği belli olmayan gizemli ses, melek Cebrâil'in konuşma sesi gibi anlamlara gelen zemzem kelimesinden alıyor. Kuyunun, Peygamber Hazreti İbrahim'in, eşi Hacer ve oğlu İsmail ile Mekke'de, o zamanlar çorak bir vadi olan Kâbe'nin bulunduğu yere geldikten sonra yaptığı rızık ve şükür duasıyla ortaya çıktığına inanılır. Bu aşamadan sonra Mekke civarındaki kabileler kuyunun etrafında toplanmış ve bölgedeki ilk çekirdek toplulukları oluşturmuşlardır. Kâbe'nin de inşasıyla kuyu bölgesi şimdiki kutsal anlamına erişmiştir.

Arap Yarımadası'nın en kurak vadisinde bu kalitede ve bollukta bir suyun 1,5 metre çapında bir kuyudan çıkması bilimin tam olarak açıklayamadığı bir mucize olarak nitelendiriliyor. Bununla birlikte suyun kaynağının 2000 metre yüksekliğindeki Taif Dağı çevresindeki yağışlar olduğu belirtiliyor.

Osmanlı Padişahı I. Abdulhamid, zemzem kuyusu üzerine dönemin mimarisine uygun bir çeşme yaptırdı. Ne var ki Vahhabi Suud Krallığı, 1963'te bu eseri yıktırdı. Bu esnada Osmanlı yapımı olan kuyu da söküldü ve zemin komple mermerle kaplandı.

BASKIN, SU İLE BASTIRILDI!

1979 Kâbe Baskını'nı dönersek… Kâbe'deki tadilat, işgalcilerin işine yaradığı gibi Fransız antiterör timlerinin de işine yarar. Fransız timi, o günlerde Mekke'de yenilenen su şebekelerinin planlarını değiştirir. Boruları Kâbe'ye ve Harem'i Şerif'in altındaki dehlizlere uzatır ve içeriye tonlarca metreküp su basar. Böylelikle teröristlerin büyük kısmı boğularak ölür. Sivil kayıplar da olur.

Şehir su şebekesinden borular vasıtasıyla Mescid-i Haram'ın altındaki labirente tonlarca su sıkılır, ardından bu suya elektrik verilir. Dışarıda 127, içeride 117 kişi ölür. Sonrasında da 140 idam olur. Sağ olarak ele geçirilen Uteybi ve beraberindekiler, yine bir fetva ile sekiz ayrı şehirde önce kolları, sonra bacakları ve nihayet başları kesilerek infaz edilir. Böylece Kâbe Baskını, bir başka deyişle Kâbe İsyanı kanlı bir şekilde bastırılır.

Ve hikâyemiz burada biter. İyi uykular ve günaydın.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA