İyi bir insan olmak öyle kolay iş değil. Önce insanın bir eleştiri ahlâkı olmalı. Kendinle dalga geçmek ile başlayan bir nefs muhasebesi olmalı. Aynalarda kendine bakmak, ne güzelim, kaşım şöyle, gözüm şöyle demek değil. Aynaya bakmak ahvâline bakmaktır. Ne kadar insanım ne kadar hayvan?
Hayvan dediğimiz şey bir mecazdır burda. İnsan ile hayvan arasındaki kopuşa göz dikmektir. Nedir bu? Elbette mâneviyattır. Merhameti, şefkati, cömertliği, paylaşmayı içerir. Şekil şartlarına uygunluk dışındaki bütün ilahi nasihatleri unutanlar ise oldukları yerde sayıklarlar: O kötü, bu kâfir, öteki düşman.
Oysa insan peygamberleri örnek aldığında ötekileştiriciliği reddeder, birleştiriciliği üstüne giyer. Tevhid budur. Hakikat bir noktadır, onu bozup çoğaltanlar ise halk dilinde körkütük diye tanımlanır.
***
Gazali, bazı Sufilerin dünyevi ve nefsani tutkulardan arınmanın imkânsızlığını tecrübe ederek anladıkları, Allah katında şeklî davranışların değil kalp temizliğinin, O'na duyulan muhabbet ve marifetin önemli olduğu gibi iddialar ileri sürdüklerini belirterek bunları aslında şeytanın telkin ettiği vesveseler olarak yorumlar İhyâ'da...
Müçtehit sıfatlı Gazali maalesef bu noktada yanılmıştır. İnsan dünyaya evet bir imtihan için gelmiştir ama işi gücü ve görevi bu dünyayı âbâd etmektir. Bu dünyayı cennet edenlere açılır öte dünyalarda başka cennetlerin kapıları. Birey bedeniyle maddi bir varoluştur. İstekleri ve arzuları vardır ve olacaktır. O varoluşun kalbine yaratıcının sureti vurur. Ruh bu yüzden O'na yönelir, yönelmiştir. Nefs terbiyesi denen şey nefsi tamamen öldürmek değil, rahmani nefsi koruyarak hayvani iç güdülerini edebe çekmektir.
Edebe çekmektir de aşk vardır! Hak aşkı olduğu kadar, insanın sevdiğine duyduğu aşk da yerli yerindedir. Eğer bu böyle olmasa insanlık, neslini nasıl sürdürebilir?
Bu noktada zor bir bilmeceyle karşılaşır beşer. Hem azgınlıktan, edepsizlikten, aç gözlülükten soyunacak hem de hayatını, ailesini, ülkesini, dünyayı müreffeh yapacaktır. Hem erdemli bir mertebeye yükselecek hem de Gazi-dervişler gibi kılıç sallamasını bilecektir. İşler o kadar da kolay değildir yani.
Bir tepeye, bir çiftliğe çekilmek, sürekli ibadet, sürekli tefekkür ancak bir yaşam mücadelesinden geçtikten sonra muteberdir. Ve erdemli kişi mutlaka oradan inip halkın arasına karışmayı da bilecektir. Muhammedî hakikat arifler için, ilim ve irfan sevdalıları için, halktan uzaklık ile halk içinde olmayı kaynaştırır. Zıtların birliği ve mücadelesi ve birlikte yükselişi böyledir. İlahi kurallarının içinde bir diyalektik daima işler. İşleyecektir...
***
Zahiri ibadet bütün dinlerde vardır ve her zahiri ibadetin batıni yönleri vardır. O sırra erişmek isteyenlerin bildiği bir gerçektir bu. Cevizin kabuğunu deneyimlemeden içindeki öze ulaşamazsın. Alnını secdeye vurmadan sadece kendini kandırırsın...
Tamam da zahiri kabukta kalıp o kabuğu daha da kalınlaştırmak için çabalayıp öze ulaşılmasını engelleyenlere, "yassah hemşerim"cilere ne yapacağız? Onlar sathiliğin vaizleridirler, yüzeyselliğin ve lafziliğin. Onlar ilahi mesajı anlamayan, anlamak istemeyen Doğulu pozitivistlerdir. Çünkü pozitivizmin aslı esası şekle, dış biçime tapmaktır. Pozitivizm, insan zihninin bir tür gerilemesidir.
***
Muhabbet olmadan, aşk olmadan keşif ehli olunamaz. Naçiz fikrimce bu coğrafyada İslam âlimlerinin büyük yaratıcı coşkusu ondan sönmüş, icatlar, ilmi felsefeler ondan kesilmiştir. İslam Aydınlanmasının büyük düşünürlerine, o velîlere ondan iltifat edilmemiş, küçümsenmişlerdir.
İlahi söze, insana ve kâinata sorgulayıcı, araştırıcı, anlayıcı bir tefekkür ahlâkıyla yaklaşan büyük âlimler hep geçmişte kalmıştır...
Bilmem biliyor musunuz, ki bilmelisiniz. 12. Yüzyılda ilk felsefi romanı Sufi bilge İbn Tufeyl yazmıştır. Adı 'Hayy Bin Yakzan'dır.
Güncel soru şudur:
Acep bu romanı unutturmak için yırtınanlar hangi vesveselerin tutkunlarıdır?